Merve Uğurlu – M.U. Mimarlık Organik ve Yenilikçi Bütünsellik
Aile geçmişinden gelen birikim ve yetenekle tasarım ve zanaat konusunda prestijli projelere imza atan Yüksek Mimar Merve Uğurlu, çalışma felsefesini ve müşterilerinin tasarım isteklerini nasıl şekillendirdiğini MAG Okurlarıyla paylaşıyor.
Eğitim ve çalışma alanlarınıza değinerek kendinizden bahseder misiniz? MU Mimarlık olarak hangi hizmetleri veriyorsunuz?
Mimarlık yolculuğuma, tüm varoluşu kucaklayan bir bakış açısıyla başladım. Soydan gelen bir sanatçılık var ailemizde, bu nedenle sanata yatkınlık kaçınılmaz bir gerçek oldu. Büyük dedem, İznikli çini ustası Mehmet Efendi, Ayasofya’daki mihrapta duran Kabe çinisini yapan bir Osmanlı dönemi zanaatkârıydı. Anneannem, döneminin aranan terzilerindendi. Annem ise Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi mezunu bir grafiker. Ben ve iki kardeşim de mimarız. Her nokta bir başlangıçtır, mimari eğitimlerimi tamamladıktan sonra sanat ile bilim arasında köprü kuran bir yaklaşımı benimsedim. M.U. Mimarlık’ı kurarken de bu bütüncül ve iyileştirici vizyonu esas aldım, çünkü inanıyorum ki mekânlar sadece inşa edilen yapılar değil, insanların hayatlarına dokunan, ruhlarını besleyen kurgulardır. Kandilli’de, tarihin merkezinde, misafirlerimizi keyifle ağırladığımız bir ofisimiz var. Kentsel dönüşüm, mimari proje tasarım ve uygulaması ve proje yönetimi alanlarında uzman hizmetler sunuyoruz. Genç, dinamik ve deneyimli bir ekiple çalışıyoruz; bu sayede Türkiye’nin her ilinde, hem kamusal hem de özel sektörde birçok seçkin projeye imza attık. Her müşterinin ve her mekânın kendine özgü bir ruhu olduğunu biliyoruz.
Mekânı sadece bir yapı kabuğu olarak değil, yaşayan bir organizma gibi ele alıyor; biçim ve işlevini belirlerken detaylarda insan konforu ve estetiğine büyük önem veriyoruz. Bu sebeple, M.U. Mimarlık’ı tercih edenler, tasarımın yanı sıra işlevselliği de ön planda tutan bir anlayışla buluşuyor.
Geçmiş projelerinizden hareketle tarzınızı ve tasarım çizginizi nasıl tanımlarsınız?
Hikâye odaklı, organik ve yenilikçi bir bütünsellik. Tasarım sürecimde hikâye ve bağlam belirleyicidir. İlk aşamada mekânın kimliğini ve fonksiyonel gereksinimleri detaylı şekilde analiz ederim. Projenin amacına uygun, özgün bir konsept oluşturmak için işlev, kullanıcı beklentileri ve mekânın tarihini bir araya getiririm. Bu çerçevede geleneksel el işçiliğini parametrik tasarım gibi modern tekniklerle harmanlarım, malzeme ve biçimlerde yenilikçi bir sentez yaratırım. Sert geometrik düzenlemelerin arasına organik dokular, konforlu yüzeyler ve sürpriz dokunuşlar serpiştirerek işlevsellik ile estetik arasında özenli bir denge kurarım. Ayrıca sürdürülebilir malzemeler ve akıllı teknolojileri tasarıma entegre etmekten keyif alıyorum. Bu sayede mekân hem zamansız hem de kullanıcı dostu bir deneyim sunuyor. Genel olarak, her aşamada bütüncül bir yaklaşımla, kullanıcının içine çekildiği ve kendini keşfe davet eden bir atmosfer oluşturmayı hedeflerim.
Evini veya iş yerini yeniden tasarlamak isteyenlerle çalışmanız nasıl başlıyor? Süreci anlatır mısınız?
Bir mekânın imajı, sahibinin dünyaya bıraktığı en rafine imzadır. Biz de bir evi ya da ofisi tasarlarken işe her zaman o kişinin hikâyesini keşfederek başlarız, çünkü hikâyesi okunmayan her mekân, başka mekânların kopyasına dönüşür ve bu da mimarlığın ruhunu yok eder.
Mekânı ekibimle birlikte gezer, ışık, görüş açıları, malzeme potansiyeli gibi fiziksel öğeleri inceleriz. Bu iki adım sonrası, elde ettiğimiz verilerle kavramsal eskizler hazırlamaya başlarız. Eskiz sürecinde her zaman şunu göz önünde tutarız: Tasarımın her adımı, kullanıcının ruhuna ve deneyimine dokunmalıdır. Bu iki aşamadan sonra elde ettiğimiz verilerle kavramsal eskizler hazırlamaya başlarız. Eskiz sürecinde her zaman önem verdiğim şey, tasarımın her adımının kullanıcının ruhuna ve deneyimine dokunması gerektiğidir. Kavramsal tasarım onaylandıktan sonra detaylara inip plan, kesit ve görselleştirmeler hazırlıyor, malzeme seçimlerini yapıyor ve aydınlatma ile donatı çözümlerini belirliyoruz; bu aşamada geri bildirimleri çok önemser, sık sık iletişimde kalır, istek ve konforunu titizlikle göz önünde tutarız. Hazırladığımız projeyi sunduğumuzda tasarımın her yönünü açıklar, gerekirse birden çok revizyona giderek proje ekibi ile müşteri beklentisi arasında denge kurarız ve nihai tasarıma son şeklini veririz. Proje onaylandıktan sonra uygulama ve inşaat sürecine geçeriz; bu aşamada mimari danışmanlık ve proje yönetimi hizmetiyle tasarımın tam olarak hayata geçmesini sağlarız.
Sonuçta ortaya çıkan mekân hem güzel hem yaşanabilir olur; yaşayanlar için şifa veren ve ilham kaynağı bir alana dönüşür.
Bu zamana kadar gerçekleştirdiğiniz niş projelerden en unutulmaz olanı hangisiydi?
Bu zamana kadar birçok farklı projenin heyecanını yaşadım; ancak en unutulmazlarından biri, İstanbul’da tarihî yarım adada bir su değirmeninin modern bir sanat atölyesine dönüştürülme projesi oldu. Yıllardır atıl duran, taş duvarları yosunla kaplı bu yapı, binaların içinde yitik bir hazine gibiydi. Projede, binaya yeni bir işlev verirken doğaya zarar vermemeyi öncelik ediniyorduk. Projeyi alır almaz, hayal gücümüzün sınırlarını zorladık. İlk iş olarak değirmenin orijinal taş örgüsü ve tarihî ahşap kirişlerini koruduk. İç mekâna geniş bir cam bölme ile ışık girdisi sağladık, böylece minik bahçesindeki yeşillik, atölyenin içine kadar taşınmış oldu. Sanatçının ihtiyaçları doğrultusunda fonksiyonel bir çalışma alanı, sergi köşeleri ve dinlenme bölümü tasarladık. En dikkat çekici kısım ise su deposunu açık bir galeri katına çevirerek, ziyaretçilerin sanat eserleriyle suyun yüzeyinde yansıyan görüntüleri bir arada deneyimleyebilecekleri bir “su yansıması salonu” tasarlamamızdı.
Kanada ile Türkiye arasındaki mimari tasarım isteklerinde en belirgin farklar neler oluyor?
Kanada’da geçirdiğim dönem boyunca, mimari talepler ve beklentilerde belirgin farklılıklar gördüm. Türkiye’de her projede insana ve çevreye duyarlı yeni bir bakış getirirken, Kanada’da doğa ve sürdürülebilirlik vurgusunu yüksek tutuyoruz. Her iki ülkenin mimari talepleri bize farklı perspektifler kazandırdı ve her biri tasarım çizgimize zenginlik kattı. Kanadalılar genelde geniş açık plan yaşam alanlarını, büyük pencerelerle doğa manzarasını içeri davet eden tasarımları tercih ediyor. Evler genellikle sade ve fonksiyonel mobilyalarla donatılıyor. Türkiye’de ise özellikle aile yapısı gereği yaşam alanlarında çok işlevli mekânlar ve zengin iç dekor detayları yaygın olabiliyor. Kanada’nın sert kışları ve geniş açık alanları, tasarımda enerji verimliliği ve doğayla bütünleşmeye odaklı çözümleri öne çıkarıyor. Kanadalı müşteriler genellikle pasif ev standartları, güneş panelleri, yoğun yalıtım gibi sürdürülebilirlik unsurlarını istiyor. Buna karşılık Türkiye’de iklim çeşitliliği daha fazla, dolayısıyla yalıtım ve cephe çözümleri projeden projeye değişiyor. Ancak son yıllarda Türkiye’de de çevre dostu mimariye ilgi artıyor. Kanada’da ağırlıklı olarak ahşap çerçeve sistemlere, modüler yapılara rastlıyoruz; orman ürünlerinin bolluğu, bu kültürü besliyor. Türkiye’de ise betonarme karkas yapı sistemi ve yerel taş ya da tuğla uygulamaları geleneksel. Bu durum, mimari form dili ve iç mekân detaylarında farklılıklara yol açıyor. Örneğin; bir Kanadalı proje genellikle ahşap dokulu sıcak tonları öne çıkarırken, Türkiye’de mermer ve taş kullanımıyla soğuk-zengin bir atmosfer yaratılabiliyor. Standartlar ve yönetmeliklerde farklılara şahit olduk. Kanada’da inşaat yönetmelikleri çok sıkı ve detaylı, bu da tasarımın başından itibaren pek çok kuralı gözetmeyi gerektiriyor. Türkiye’de ise son dönemlerde yönetmelikler sıkılaşsa da daha esnek bir tasarım süreci deneyimi olabiliyor. Bu fark, projeye yaklaşımımızı belirliyor; Kanada’da her adımı kodlarla uyumlu planlamak gerekebilir.