Her Yaştan Çocuğun Gözdesi; Europa Park
Baharın büyük bir coşkuyla kendini göstermeye başladığı Nisan ayı, sonunda geldi! Sokağa çıkma yasakları, kısıtlamalar derken zor bir kışı arkamızda bıraktık. Bundan sonrası çok güzel olacak! Neden mi? Çünkü bundan sonra geride bıraktıklarımızdan ders alarak, her şeyin kıymetini bilerek doya doya yaşayacağız. Bu bahar çiçekler başka kokacak, kuşlar farklı cıvıldayacak… Kıymetini bilelim tüm güzelliklerin, sevdiklerimizin ve bizi sevenlerin. Doğaya ve hayata daha sıkı sarılalım, kendimizi daha çok dinleyelim… Bu bahar pırıl pırıl parladığımız, güzelliklerle dolu, bambaşka bir bahar olsun! Bu bahar, içimizdeki unuttuğumuz o çocuğu dinleyelim biraz…
Bu ay 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramının 101. Yılını gururla kutluyoruz. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara bayram olarak armağan ettiği bu günün, kalplerimizdeki yeri bambaşka. Ne kadar şanslıyız ki, dünyada hiç bir ülkenin böyle bir çocuk bayramı yok. Bu 23 Nisan, aynı küçüklüğümüzdeki gibi neşe dolacağımız bir 23 Nisan olsun. Bu ay tüm çocukları ve ruhu çocuk kalanları, neşe dolacakları bir yere götürüyorum; Europa Park’a. Türkiye’de henüz Disneyland kadar ünlü olmasa da burası, Avrupa’nın en ünlü parklarından bir tanesi. Şu an pandemi yüzünden kapalı olan Europa Park’ı, yasaklar kalkınca gitmek için listenize eklemeyi unutmayınız.
Almanya’nın güney batısında, Fransa sınırına çok yakın olan Rust’ta bulunan Europa Park’a, Almanya’da Stuttgart Havalimanından, İsviçre Basel’den veya Fransa Strasbourg’dan ulaşabilirsiniz. Biz Stuttgart’a uçup oradan araba kiralamaya karar verdik. Çünkü etraftaki diğer güzel yerleri de görmek istiyorduk. İndiğimiz gün, önce Fransa’nın Strasbourg şehrine geçtik. Strasbourg, Fransa’nın en sevimli şehirlerinden biri. Küçük olduğu için bir günde gezilebiliyor ve Europa Park’a olan uzaklığı bir saatten az. İyi ki bu geziyi parka girmeden önce yapmışız, çünkü Europa Park’a adımımızı attıktan sonra bir daha dışarı çıkamadık. İçerisi o kadar eğlenceli ki sonrası için yapılan bütün programları unutun!
Europa Park’ın tarihi 18. yüzyıla kadar gidiyor. O yıllar, vagon üreten Mack Ailesi, 20. yüzyılın başında, işlerini daha çok eğlence parkları için üretime kaydırırlar. 1972 yılında Franz Mack ve oğlu Roland Amerika’ya giderler. Bu, onlar için hayatlarını değiştirecek bir gezi olur ve dönüşte kendi tema parklarını kurmaya karar verirler. Sadece üç yıl gibi kısa bir zamanda, Europa Park ilk ziyaretçilerini ağırlar. İlk yıl 250.000 kişinin ziyaret ettiği parkın ziyaretçi sayısı, sonrasında katlana katlana artar. 2019 yılında 5,8 milyon ziyaretçiye ulaşan bu sayı, ne büyük bir başarı hikâyesi değil mi? On sekiz tema alanı ve sayısı yüzü geçen aktiviteyle gerçekten hem çocukları hem büyükleri mest eden bir eğlence cenneti burası.
Şimdi size genel olarak parkı biraz anlatayım. Çünkü doksan dönümlük, yemyeşil bir alanın ortasına kurulmuş bu devasa parkı, öncesinde bilgi sahibi olmadan gezmeniz zor. Öncelikle buraya minimum üç gününüzü ayırmanızı tavsiye ederim. İmkânınız varsa hafta içine denk getirmeye çalışın ve bu günlerin Avrupa’daki tatil günlerine denk gelmemesine de özen gösterin. Kuyruklar Disneyland’deki gibi bayıltıcı olmasa da popüler olan hız trenlerinde, ortalama otuz dakikalık bir bekleme süresini göze alın. Europa Park’ta, on üç hız treni (roller coaster) ve on sekiz temalı bölüm var. Temalı bölümlerin ilki olan İtalya 1981 yılında açılmış sonradan onu İsviçre, Fransa, İngiltere, Rusya, İskandinavya, İspanya, Hollanda, Yunanistan, İzlanda, Avusturya ve Portekiz izlemiş. Bu ülke temalı bölümler öylesine hoş olmuş ki, mesela İsviçre temalı bölüme girdiğiniz anda kendinizi bir İsviçre dağ köyünde buluveriyorsunuz ve etrafınızdaki her detay İsviçre ile ilgili oluyor. Taş döşenmiş daracık sokaklar, sağlı sollu ahşap kulübeler, hatta buradaki roller coasterlar bile bu temaya göre düzenlenmiş. Bu bölümdeki restoranlara girdiğinizde ise tabii ki İsviçre mutfağını buluyorsunuz. Aynı şekilde Yunanistan’a geçtiğiniz anda sanki Mykonos sokaklarında yürüyormuşçasına etrafınızda bir anda mavi panjurlu beyaz evler sıralanıyor. Burada da Yunan tavernaları şeklinde tasarlanmış restoranlarda Yunan yemekleri yiyebiliyorsunuz. Dakikalar içinde ülkeden ülkeye geçebilmek öylesine keyifli ki. Her detayın titizlikle işlendiği temalı bölümlerin bir de masal bölümleri var. Mesela Almanların ünlü Grimm kardeşler tarafından yazılmış, Grimm masallarından esinlenerek yapılmış “Grimm’in Büyülü Ormanı” bölümü, benim en çok sevdiğim bölümlerden biri oldu. Grimm masalları hangileriydi? derseniz, çocukluğumuzun neredeyse bütün masallarını sayabilirim; Kırmızı Başlıklı Kız, Pamuk Prenses, Hansel ile Gretel, Rapunzel, Kül Kedisi, Bremen Mızıkacıları, Çizmeli Kedi ve daha pek çok unutulmaz masal! Pek tabii ki bunca güzel masalın temasından harika bir masal diyarı yaratmışlar. Burada kendinizi adeta bir masal kahramanı gibi hissediyorsunuz. Cinderella’nın evine girip kristal ayakkabıyı denedikten sonra Hansel ve Gretel’in kurabiye evini ziyaret ediyorsunuz. Rapunzel’i hapsedildiği şatonun penceresinden baktırmak için türlü numaralar yaptıktan sonra Kırmızı Başlıklı Kız’ın büyükannesini yiyip sonra onun yatağında horuldayarak uyuyan kurda bir merhaba derken masaldan masala geçip bu sihirli ortamda gerçekten çocukluk günlerinize ışınlanıyorsunuz. Bir de unutmadan Arthur isimli bölümden bahsedeyim. Yönetmenliğini ve senaristliğini ünlü Luc Besson’un yaptığı, “Artur ve Minimoyları” isimli animasyon filmini sevenler bu bölümü sakın kaçırmasın. On yaşındaki Artur’un küçülerek iki milimetrelik bir boyla yaşadığı evin bahçesinde atıldığı maceraları size birebir yaşatan bu bölüm inanılmaz eğlenceli. Devasa bitkilerin arasında son sürat, bir sağa bir sola savrulurken, çocuklar gibi çığlık çığlığa bağırıyorsunuz. Tekrar tekrar sıraya girip çocuklardan daha çok binmiş olabilirim…
Eveet şimdi gelelim adrenalin canavarlarını ilgilendiren bölüme; hız trenleri! Bu parka sadece bu trenlere binmek için gelen deliler var. Daha önce de belirttiğim gibi burada on üç adet hız treni var. Fakat bunların özellikle birkaç tanesi, diğer parklardaki hız trenlerinden oldukça farklı.
Silver Star: Europa Park’ın en hızlısı ve yükseği olan Silver Star, tam bir felaket! Sizi yetmiş üç metre yüksekliğe çıkardıktan sonra neredeyse serbest düşüş yaptırır gibi 130 km hızla oradan aşağı bırakıveriyor. Zaten aşağıdan baktığınız anda bile o yükseklik ve hız, sizi dehşete düşürürken insanların çığlıkları buna eklenince, dizlerinizin titrediğini hissediyorsunuz. Mercedez-Benz’in sponsoru olduğu bu roller-coaster pek tabii ki son derece güvenli. Binmeden önce girişteki test koltuğuna oturuyorsunuz. Belli bir kilonun üzerindeyseniz veya boyunuz 140cm’nin altındaysa buna binemiyorsunuz. Kalp rahatsızlığınız veya hamilelik riskiniz varsa da hiç heveslenmemeniz en iyisi. Ama tüm testlerden geçtiyseniz hayatınızın sürüşü sizi bekliyor!
Blue Fire: Silver Star’dan sonra ikinci korkunç hız treni olan Blue Fire, parkın İzlanda bölümünde yer alıyor. Önce sakin sakin İzlanda’nın buzul mağaralarında ilerlerken sizi dumanlar içinde alarmların çaldığı bir alanda durduruveriyor ve sonra buum! İki buçuk saniye içinde sizi O km hızdan 100 km hıza çıkararak ilk şoku yaşattıktan sonra engebeli kayalıklar ve nefes kesen manzaraların arasında süper hızlı bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Ama kalbiniz ve mideniz ağzınıza gelmişken bunların hiçbirini göremiyorsunuz! Avrupa’nın en uzun döngüsüne sahip 360 derecelik dönüşlerde artık ruhunuzun vücudunuzdan ayrı bir yerde olduğunu bile hissedemezken, uçurumları geçip tekrar düzlüğe ulaşınca derin bir “oh” çekiyorsunuz.
Wodan: Adrenalin sıralamasında üçüncü gelen Wodan, Europa Park’ın ilk dev ahşap hız treni. 1050 metre uzunluğu, 40 metre yüksekliği ve 100km’lik hızıyla size üçüncülüğünü kanıtlamaya hazır olan bu tren, zaten görüntüsüyle bile içinizi ürpertiyor. Parkın yine İzlanda bölümünde yer alan bu tren, sizi tünellere sokup çıkarırken, yüreğinizi ağzınıza getirmekten geri kalmıyor.
Atlantica Super Splash: Adından da anlaşılacağı üzere sulu bir aktivite bu. Yine de diğerlerine göre daha insaflı bir heyecan yaratan bu tren, otuz metrelik bir yüksekliğe çıkıp arada sizi dokuz metrelik bir yükseklikten geriye doğru düşürüyor. Yolculuğun sonu sürprizli bitiyor; 80 km’lik hızla, dev bir havuzun içine düşüyorsunuz. Sırılsıklam olmak garanti. Yağmurlukla binmenizi tavsiye ediyorum.
Swiss Bob Run: Benim en sevdiğim! Zaten buna çoğunlukla sekiz ile on yaş grubu çocuklar biniyor. Diğerlerine göre oldukça sakin diyebileceğimiz bu trenle, İsviçre bölümünde olduğu için aynı zamanda etrafı seyretmenin de keyfine varıyorsunuz. Ahşap dağ evleri şeklinde tasarlanmış tünellerin içinden geçip fonda geleneksel İsviçre müzikleriyle tatlı bir yolculuk yapıyorsunuz.
Poseidon: Adı gibi sizi mitolojik bir yolculuğa çıkarıyor. Tabii ki mitolojinin vatanı olan Yunanistan bölgesinde bulunan bu roller coaster gezisi, suyun içinde başlayıp suyun içinde bitiyor. Ama diğerlerinden farkı, dekorların oldukça gösterişli olması. Antik Yunan tapınakları ve mitolojik deniz tanrılarının diyarlarında ailece keyif alacağınız bir macera olacak.
Bunlar dışında tavsiye edebileceklerim; African Queen ile parkın içinde güzel bir tekne gezintisine çıkabilirsiniz. Ghost Castle’da örümcek ağları ve hayalet fısıltıları arasında bir korku yolculuğu yapabilirsiniz. Volo da Vinci ile Leonardo da Vinci’nin tasarım ve hayal dünyasını gezebilirsiniz. Pegasus’un sırtında Yunan köyünün üzerinde keyifli bir uçuş yapabilirsiniz. Vienna Wave Swing ile çocuklarınızla salıncak keyfi yapabilirsiniz. Ejderhalar diyarından, Korsanların adasına geçip yorulunca da tüm parkı size sakin sakin gezdirecek olan Panorama trenine kendinizi atabilirsiniz.
Europa Park’ta eğlence trenleri ve ülke temalı alanlar dışında interaktif gösterilerin yapıldığı alanlar, çocuklar için özel oyun bölümleri, zeminden sular fışkıran meydanlar, buz pateni şovlarından, tarihi atlı şövalye şovlarına, her yaştan çocuğun ilgisini çekebilecek pek çok atraksiyon mevcut. Eğlenceyi ve adrenalini zirvede yaşamak isteyen 7’den 70’e tüm çocuklar haydi Europa Park’a!