Habip Aydoğdu ile Evde Sanat
Ressam Habip Aydoğdu için evde kaldığımız günler sanatla, yarım kalan işlerle ve geleceğe yönelik hayallerle geçiyor. Geleceğe olan ümidini hep taze tutan Aydoğdu, yaşamın içinden anekdotlarını ve korona günlüğünü bizlerle paylaşıyor…
Röportaj: Siret Uyanık
Tam tamına 16 Mart’tan bugüne atölyeme gidemiyorum. Benim gibi 65 yaş üstlerine dışarı çıkmak bildiğiniz gibi yasak. Evet biraz moralsizim. Gerçekleşir gerçekleşmez onu bilemiyorum, ama bol bol hayal kuruyorum. En azından hayal kurmaya henüz yasak gelmiş değil. Bu korana canavarından sağ salim bir kurtulabilirsek, umarım bu hayallerimin bazılarının olsun gerçekleştiğini görebilirim.
Şu an durum hepimizin bildiği gibi çok ciddi. Gidişat da pek iç açıcı değil. Bu aralar, eskiden koşuşturma içerisinde ne de çok şeyi kaçırmış olduğumu fark ediyorum. Ülkelerin de, insanların da, maskelerinin birer birer düştüğünü ibretle izliyorum. Çok gelişmiş sandığım ülkelerin o kadar da gelişmiş olmadığını, çok iyi olduğunu zannettiğim sağlık sistemlerinin ne kadar da hazırlıksız olduğunu, sosyal devlet anlayışının önemini, insan ömrünün ne kadar uzatılmış olsa da yine de çok kısa olduğuyla bir bir yüzleşiyorum. Arada bir televizyona bakıyorum. Hangi kanalı izlersem, kalp çarpıntım artar gibi oluyor. Bu virüsle cebelleşenler, ölenler ve onların yakınları aklıma düşünce bir garip oluyorum… Kafamın içinde bin bir düşünce; cevaplı-cevapsız yüzlerce sorular, sorular, sorular… Bu iş nasıl çözülecek? Bu ölüm oyunu ne zaman son bulacak? Bu arada sadece sanatıyla yaşamaya çalışan sanat insanlarının, özellikle genç sanatçıların gelecekleri ne olacak, garibanlar ne yapacak? İnsanlar sevdiklerine korkusuzca ne zaman sarılabilecekler? Gerçekten çok merak ediyorum.
Çocuklarımı, torunlarımı, kardeşlerimi, dostlarımı şimdi daha çok özlüyorum sanki. Görüşemeyeceğini bilmek, özlemi kabartıyor. Mapus olma hali, evinde de olsan, dikkatini değiştiriyor. Ulaşamayacağını bilmek insanı çıldırtıyor. Evhamlarını arttırıyor, korkularını büyütüyor. Bu evhamlar, korkular arasında bense; her zaman yaptığım şeyi yapmaya devam ediyorum. Kağıtlarımla, defterlerimle, kalemlerimle, mürekkeplerimle ve boyalarımla avutuyorum kendimi. Atölyeme gidemiyorum ama düzenli olarak defterlere, kağıtlara çiziyor; boyuyor; güncel notlar düşmeye devam ediyorum. Bu yöntemi ilk sergimden bu yana (1976) düzenli olmamakla birlikte sürdüre geldim. Böylece yaşadığım ömrü, ülkeyi, coğrafyayı kayda aldım; almaya da devam ediyorum. Benim asıl hazinem olan ve hiçbiri eskiz olmayan bu resimli günlükler, görsel notlar, defterler, kağıtlar; büyük tuvallerimin asıl esin, beslenme kaynağıdır diyebilirim.
Bu günlüklerin bir bölümünü; uzun zamandır sergilerimde gerek dijital, gerekse orijinal halleriyle izleyiciyle paylaşıyor; insanların o günlükleri okuyuşundan, görsel notları kavrayışından büyük keyif alıyorum. İş Bankası’nın Ankara Ulus’taki tarihi binasında açılması planlanan, ancak korona nedeniyle ertelenen “Kırmızı Yolculuk” isimli sergimde bu günlüklere yer verecektim. Tekrar açmak kısmet olursa hepimizi zorunlu izne çıkartan, bütün dünyamızı karartıp kırmızıya boyayan koronavirüs için de bir duvar ayırmak istiyorum.
Bu arada evdeki vakit çoğalınca kütüphanemi yeniden düzenleme fırsatı buldum. İzleyemediğim Oscar’lı filmlerden bazılarını izlemeye başladım. Okuyamadığım kitapları, dergileri, yazıları okudum. Ama henüz evimin çatı ve bodrum katındaki dağınıklığa el atamadım. Gözüm yemedi. Ne zaman niyetlenip kapılarından şöyle bir baksam hep moralim bozuluyor. Her an çöp eve dönüşecek hale gelmişiz sanki… Ne kadar çok şey birikmiş; kitaplar, kataloglar, nesneler, dergiler, arşiv… Her şey iç içe, ayıklanma zamanımız gelmiş de geçmiş sanki. Süreç uzarsa, biz de Fikriye’yle bir gayret bodrumdaki ve çatı katındaki birikmiş dağınığımızı toplayabilirsek, korona gerçekten çok işe yaramış olacak.
Yine de gün ve günler nasıl bitiyor, inanın pek anlayamıyorum. Sanki hemen akşam oluveriyormuş gibi bir duygu yaşıyorum. Hüzünlü zamanlardayız. Yalnızlığımızı yalnızlığımızla çoğaltmaya çabalıyoruz. Gerçekten garip bir süreçten geçiyoruz. Bu yaşadığımız yalnızlığın, dünyayı yeniden yorumlamamız için bir başlangıç olacağını düşünüyorum. Sanata sığınmamız gerektiğine, sanatın en büyük umut olduğuna inanmak istiyorum; çünkü ben inancın gücünün inanılmaz olduğuna inanan birisiyim.
En güçlü imgelerin, en yaratıcı yapıtların bu sıkıntılı süreçler ve sonrasında çıktığını biliyoruz. Çünkü bütün acılar, yaşanan büyük sıkıntılar en son noktada sanatı da, sanat insanlarını da yaratıcı anlamda besliyor ve zenginleştiriyor. Bunu da biliyoruz. Böylesi durumlarda “Sizi öldürmeyen şey güçlendirirmiş” ya da “Her şerde bir hayır vardır” sözleri aklıma geliveriyor hemen. Göreceksiniz; korona sonrası hep birlikte, yepyeni başlangıçlar yaşayacağız. Yaratıcı, sıra dışı yapıtlara, sergilere gebeyiz bence. Ben buna inanıyor, umuyor ve bekliyorum. Değişimin kapıda olduğunu hissediyorum. Önümüzdeki günlerin, senelerin bambaşka olacağını; belki de bir korona gençliğinden söz edileceğini seziyorum. Gençliğe çok inanıyorum. Okuyan, araştıran, izleyen, deneysellikten korkmayan, biat etmeyen, risk alabilen, cesur ve yaratıcı bir kuşağın doğmak üzere olduğunu hissediyorum. Çok umutluyum. Umarım değişimi hep birlikte, sağ salim yaşamak ve görmek hepimize nasip olur.