Büyük Patron Rahmi Koç
Yayıncılık hayatımda ilk defa bir röportaj yaptım. Yaptığım kişi çok değerli büyüğüm Rahmi Koç oldu.
Ülkemizde sanayiden eğitime, sağlık hizmetlerinden turizme, kültür sanattan çevre bilincinin yayılmasına ve daha birçok konuda Türkiye Cumhuriyeti’nin gelişimine büyük katkıları olan Koç Ailesi fertleri her zaman örnek aldığım kişilerdir. Rahmi Bey ile vakit geçirmek benim için adeta bir okul gibidir… Her seferinde yeni birşeyler öğrenir, farklı tecrübeler edinirim.
Desteklerini benden hiçbir zaman esirgemeyen Rahmi Bey ile sizler için keyifli, bir o kadar da bilgilendirici bir sohbet gerçekleştirdim.
Başarılarından, çocuk yetiştirmeye, iş yaşamından, özel yaşamına dek merak edilenler ve pek çok deneyimi paylaşma nezaketini gösteren Rahmi Bey; tavsiyeleri, değerlendirmeleri ve vazgeçilmez kuralları ile MAG sayfalarında sizlerle…
Bir işi sıcağı sıcağına, anında yapmazsanız altından kalkamazsınız.
Öncelikle bu kadar yoğun birisi olarak, güne kaç gibi başlıyorsunuz?
Güne saat 07.00’de başlarım. Yarım saat sabah hazırlığım sürer, saat 08.00 gibi kahvaltıya otururum. Kahvaltıdan sonra evdeki yardımcımla yapılacak işleri planlarız. Daha sonra o günkü programa göre hazırlanıp saat 09.00’da otomobile biner, şirkete giderim. Akşam yazıhaneden çıkmadan evvel 18.00-20.00 arası 1 km. yüzerim. Gece 24.00’den önce de uyumaya çalışırım. Sabaha karşı 02.30 ile 03.00 gibi kalkar 1 saat idman yaparım ve tekrar yatarım.
Gün arasında bir saat uyuduğunuz söyleniyor?
Benim buna alışmam yedi ay sürdü. Vehbi Koç bunu İsmet Paşa’dan, İsmet Paşa ise Churchill’den öğrenmiş. Vehbi Bey, Mösyö Burla’ya öğretmiş ben de Mösyö Burla’dan öğrendim. Dolayısıyla iki elim kanda da olsa öğlenleri bir saat uyurum. Böylelikle günü ikiye böleriz ve tekrar kalktığınızda sanki güne yeni başlamış gibi taze hissedersiniz kendinizi, insanın vücudu da makine gibidir, hor kullanılırsa ilerde cezası çekilir. Onun için her şeyi dikkatli ve ölçülü yapmak ve vücuda bakmak önemlidir. Unutmayalım ki, en büyük kapitalimiz, sağlığımızdır.
Siz bize yemeğe geldikten sonra biz 2-3 ay yediğimize içtiğimize çok dikkat ettik. “Rahmi Bey bunu yiyorsa biz de bundan yiyelim bir bildiği vardır” dedik…
Rahmi Koç her şeyi yer. Diyet yapmam, şunu, bunu yemem demem. Vücudun her türlü gıdaya ihtiyacı var ama ölçülü olmak kaydıyla. Hiçbir zaman mideyi tıka basa doldurmamak ve imkanı varsa akşam 20.00’den sonra yemek yememek lazım.
Öyle ince şeylere değer verip öyle detayları hatırlıyorsunuz ki, bu kadar yoğunlukta nasıl unutmadığınıza çok şaşırıyor ve hayranlık duyuyorum. Tüm Koç ailesi için de bu geçerli. Her seferinde “İşte büyüklük budur” diyorum. Bu kadar yoğun iş temponuzun arasında insanların acı veya tatlı anlarından nasıl haberdar oluyorsunuz? İncecik detaylarla nasıl bu kadar özenle ilgilenebiliyorsunuz?
Bizim eş, dost çevremiz, bayi ağımız çok geniş olduğu için her gelişmeden anında haberdar oluruz. Beni hemen bulurlar, ilgili haberi verirler ve benden talimat beklerler. Ben de ne yapılması lazım geldiğine karar veririm. Geri kalanını şirketlerimiz, müdürlerimiz yahut dostlarımız yaparlar. Bir işi sıcağı sıcağına, anında yapmazsanız altından kalkamazsınız. Çünkü her gün, her an bir şeyler oluyor.
Mesela, Amerikan Hastanesi’ne gelen her hastadan, Koç Üniversitesi’ne yazılan talebelerin, kimlerin çocuğu olduğundan haberim olur. Bayilerin durumlarının bilgisi gelir. Kimin bir sıkıntısı, bir problemi varsa öğreniriz. Deprem veya yangın olduğu, sel bastığı zaman; “bu bölgelerde şu bayilerimiz var” diye arkadaşlardan haber gelir. Onları hemen arar, sorarız, bir sıkıntısı, problemi varsa çözeriz, vadeli çeki varsa erteleriz, senedi varsa yeni bir senet yaparız, parası yoksa ürünlerimizi veririz, “Sen bunları sat, sonradan ödersin” diye hem yardımda bulunur hem de sıkıntılarını gidermeye çalışırız.
Ankaralı ve Keçiörenli olduğunuz için hepimiz iftihar ediyoruz .
Bir dönem yönetimden tamamen çekilip her şeyi Mustafa Koç’a bıraktınız ve ardından geri döndünüz… O dönemlerde ne gibi bir durum yaşandı?
Holdingden çekildiğimde sosyal işlere daha çok vakit ayırabildim, ülkemize faydalı olacağını düşündüğüm konulara daha fazla ağırlık ve zaman verebildim. Koç Holding’deki günlük işlerin hepsini Mustafa Koç ve teşkilat götürüyor fakat Şeref Başkanı olarak fikrim sorulursa, görüşümü almak isterlerse memnuniyetle yardımcı olmaya çalışıyorum.
Bu çatıyı kurmayı nasıl başardınız? Holding ve buraya bağlı bir sürü şirket var…
Rahmetli Vehbi Koç yurt dışındaki şirketlerin ve bilhassa aile şirketlerinin devamlılığını tetkik etmiş ve öncelikle şirketlerin kurumsal bir yapıda olmasına inanmış. Bunun üzerine Koç Holding’i kurduk ve diğer şirketleri buraya bağladık.
Koç Holding’in bir idare meclisi ve onun altında bir CEO’muz var.
*Ayrıca buraya bağlı;
*Bankacılık ve Sigorta Grubu,
*Dayanıklı Tüketim Grubu,
*Enerji Grubu,
*Otomotiv Grubu,
*Savunma Sanayi, Diğer Otomotiv ve Bilgi Grubu,
*Turizm, Gıda ve Perakende Grubu ve
*Direkt Yönetim Kurulu Başkanına bağlı Denetim Grubu
*Başkanlıklarımız mevcuttur.
*Bunların dışında bir de Hukuk Büromuz vardır.
Henry Ford’a “Hayatta en özlediğin nedir?” diye sormuşlar, o da: “Kapıyı kendim açmamdır.” demiş.
Holdingin web sitesine baktığımda benim yaşımda işe girenlerin daha sonra CEO olduğunu gördüm…
Koç Holding’in kurumsal yapısından dolayı buraya küçük bir memur olarak girenler en tepeye kadar çıkabilirler. Elverir ki, iyi çalışsınlar, başarılı olsunlar, iyi performans göstersinler, Koç kültürünün içinde yoğrulsunlar ve de iyi eleman yetiştirsinler.
Vehbi Koç’un oğlu olmak…
Vehbi Bey nevi, şahsına münhasır bir insandı. Bütün yaşamı ve hobisi sadece çalışmaktı. Sporu bile (at binme) iş gibi yapardı. Onun dışında masraflara ve sarf etmeye karşıydı, insanlarla arasına daima mesafe koyardı. Onun yapısına göre ben çocuklarımla daha içli dışlı bir şekilde samimiyim. Belki de onun getirdiği bir reaksiyondur bu.
Vehbi Bey vatanını çok severdi. “Hayatımda en zor iş insan idare etmek” derdi, haklıymış da… İnsanları iyi idare etmek, onlardan yeterli randımanı almak, onları heyecanlandırmak, onları harekete geçirmek çok zordur.
Vehbi Bey’in başka bir özelliği etrafındaki insanları dinlerdi, fikirlerini alırdı ve hadiseyi o hale getirirdi ki onlar Vehbi Bey’in istediğini aynen Vehbi Bey’e teklif ederlerdi. Bende o sabır yok mesela, ben arkadaşlarla konuşup onları dinledikten sonra bunu böyle yapalım derim. Peki, derler ama Vehbi Bey o teklifi karşıdan getirttirirdi. O da bir sanat. Çok takipçiydi, herhangi bir konuyu sonuna kadar takip eder ve işin ucunu hiç bırakmazdı.
Her şeyi not alırmış…
Onu biz de yapıyoruz, zira her şeyi hafızada tutmak zor, kafayı lüzumsuz şeylerle meşgul etmemek lazım. Şimdi herkes telefon taşıyor ama ben telefon taşımadığım için numaraları deftere kaydederim. Ayrıca küçük notlar alırım, sabah bunları sekreterlerime veririm. Onlar da takip eder ve o işleri o gün hallederler.
Ankara ve Ankaralılar’a özel bir ilginiz olduğunu biliyorum, bununla ilgili neler söylemek istersiniz? İstanbul’da da en başarılı yöneticilerin Ankaralı olduğu biliniyor bununla ilgili nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
Ankaralılar tabiri caizse çok farklı insanlar, İstanbul’da bir “Ankaralılar Kulübü” var. Biz babamızın zamanından beri oranın üyesiyiz.
Her yıl düzenli olarak bir davet verirlerdi, bir araya gelmek için oraya giderdik. Ama kendi içinde bazı sorunlar yaşandı, bazı sıkıntılar oldu. Dolayısı ile İstanbul’daki Ankaralılar Kulübü hiçbir zaman arzu edildiği gibi birbirlerine kenetlenemediler ve bir güç oluşturamadılar. Adres değişikliklerini dahi kulübe bildirmeye üşenirlerdi.
Ankaralılar’ın hepsi birebir görüşmelerde iyi, sevecen, tatlı ve görüşülmesi rahat insanlardır ama bir araya geldikleri zaman ne hikmetse bir güç, bir yumruk, bir kuvvet olamıyorlar, bu duruma ben de çok üzülüyorum.
Ankaralı ve Keçiörenli olduğumuz için hepimiz iftihar ediyoruz.
Sosyal hayatınızda yapmaktan en çok keyif aldığınız şey nedir?
Hazzetmediğim davetlerden ve yemeklerden bir an önce kurtulup eve gidip yatmak.
Henry Ford’a
“Hayatta en özlediğin nedir?” diye sormuşlar,
o da: “Kapıyı kendim açmamdır.” demiş. (Kahkahalar)
Şimdi sıkça davetler veriliyor… Eskiden de bu kadar çok davet oluyor muydu?
Davetler her zaman olurdu, ama bu kadar hayhuylu davetler olmadı hiç… Davet dediğiniz zaman aileniz, akraba-i taallukat, yakın dostlarınız, iş arkadaşlarınız ve yurtdışından gelen misafirler var… İstanbul’da mukim oturan yabancılar ve de kordiplomatikler var. Her gün birinden birinde bir davet, ziyafet, toplantı vs. oluyor. İşin enteresan tarafı bana sorarak gün alıyorlar. Öyle olduğu zaman da gitmek mecburiyeti hasıl oluyor. Eş, dost bizlerin hatırını sayıyor, biz de onların hatırını saymak mecburiyetindeyiz.
Benim için en büyük lüks, evde ayağımı uzatıp boğaza karşı bir yemek yemek. Mesela, seyahate çıkacağım günlerin bir önceki akşamı davet kabul etmiyorum. Bir başka prensibim de çok mecbur kalmadıkça, Pazar akşamları dışarı çıkmıyorum.
Yatınız “Nazenin” ile ilgili yeni projeleriniz var mı?
“Nazenin” ile Alaska’ya gidecektik, Japonya’da olan nükleer santral patlamasından sonra gerek deniz akıntıları, gerek hava cereyanları radyasyon getirmiş. O yüzden Alaska’ya seyahati gerçekleştiremedik. Ama gelecek sene uçakla gidip oraları görmek, bir tekne kiralayıpbalık tutmak istiyorum.
Bu sene Beşiktaş’tan umudunuz var mı?
Beşiktaş’ın yeni Başkanı Fikret Bey ile tanıştım. Halisane bir kararla bu yükün altına girmiş. Masraflarda ve futbolculara ödenen rakamlarda büyük tasarruf sağladı, güzel bir takım kurdu, tabi bu işin müspet tarafı, öteki tarafı da Beşiktaş’ın ağır borç yükü.
Tam rakamı bilemiyorum fakat muhtelif mercilerden çeşitli rakamlar duyuyorum, ne var ki, bugünkü gelirleri ile Beşiktaş’ın o borçları nasıl ödeyeceği beni endişeye sevk ediyor.
Oyuncularda moral var, ahenkli oynuyorlar, gol de atıyorlar, bu da işin güzel tarafı. Dolayısı ile bu sene ben Beşiktaş’tan umutluyum.
Rahmi Bey ile gerçekleştirdiğimiz doyumsuz sohbete önümüzdeki sayıda kaldığımız yerden devam edeceğiz…
“Ağızdan çıkan söz, yaydan çıkan ok, geçmiş zaman
ve kaybedilen fırsat hiç bir zaman geri gelmez.”
Rahmi M. Koç
Koç Üniversitesi Mezuniyet
Töreni Konuşması