Anjelika Akbar
Onun için “dahi” kelimesini kullanmak abartılı olmaz sanırım. Küçük yaşta başlayan müzik macerasını bilenler ve az sonra okuyacak olanlar, ona neden “dahi”
sıfatını uygun gördüğümü anlayacaklar. Hangi çocuğun ilk tanıştığı obje piyanodur acaba diye sormadan duramıyor insan. O, daha çok küçük yaşlarda, bugünkü başarısının sinyallerini vermiş aslında. Dünyaca ünlü besteci ve piyano virtüözü Anjelika Akbar bu ay MAG’ın özel konuğu olarak karşınızda. TİKAV’ın 11.yıl kutlamaları sebebiyle 22 Şubat’ta vakıf yararına bir konser verecek olan Akbar, mükemmel bir sanatçı olmasının yanı sıra TİKAV’a verdiği destekle sosyal sorumluluk projelerinde yer almak isteyen hatta kendi deyimiyle “can atan” vicdanlı bir insan…
Dört yaşınıza geldiğinizde “mutlak kulak” yeteneğiniz fark edildi ve daha beş yaşındayken üstün yetenekli öğrencilerin okuduğu okula kabul edildiniz. Ailenizin faktörü burada büyük olsa gerek…
Tabi ki. Evet, annem müzisyen, koro şefi ve piyanist. Babam da orkestra şefi, bütün enstrümanları çalar ve aynı zamanda felsefe profesörü. Böyle bir ailede doğmak çok büyük şanstır benim için yani ikisinin de bilinçli olması. Annem ve babam ben birkaç aylıkken müziğe aşırı reaksiyonumu görünce piyanoyu karyolama yaklaştırmışlar örneğin. İlk tanıştığım obje piyanoydu. İki buçuk yaşına geldiğimde notaları biliyordum. Annem bana oyunlarla notaları öğretti. Ve sonra ikisi de fark ettiler ki ben de mutlak kulak sinyalleri veriyorum. Bu çok özel bir şey, çok seyrek bulunan bir yetenek. Ve beni de profesörlere götürdükleri zaman anlaşıldı ki gerçekten öyle. Benim bu ekstra yeteneğimi görüyorlar ve beni iyi hocalara yönlendiriyorlar.
Hatta meşhur bir Rus bestecisi, daha siz beş yaşındayken sizin eserlerinizi dinlediğinde bu eserlerin babanıza ait olduğunu düşünüp “Çok yeteneklisiniz, sizi çok parlak bir bestecilik geleceği bekliyor’’ demiş…
Babam o besteleri yazılmış vaziyette nota olarak kendisine gösterdi, babam ona çaldı ve zannetti ki bu babamın besteleri. Ve demiş ki “Siz beyefendi çok yeteneklisiniz mutlaka devam etmelisiniz.” Babam da demiş ki “Bu benim bestelerim değil, benim küçük kızımın besteleri.”
Melodileriniz mistik, kozmik kökenli bir felsefeyi takip ediyor ve eserlerinizde bunu hissettirecek bir müzik var… Eserlerinizin bazıları ruhsalve psikolojik terapi seanslarında kullanılıyormuş. Bu nasıl oluyor?
Müziği çok özel bir olgu olarak algılıyorum. Müzik, insan beyninde başlıyor ve bitmiyor. Müzik her yerde var… Bizim bildiğimiz büyük patlamadan sonra doğan bir titreşim. Bütün dinlerde kullanılan “amin”, “amen”, “aum” sözcükleri doğdu ve bunlar aslında bu frekanstır… Bu frekans bütün bedenlerimizde olduğu gibi bütün gezegenlerde de var, kozmik boşluk dediğimiz yerde de var. Müzisyenler daha hassas olurlar. İyi bir müzisyen o kozmik, evrensel müziği tam anlamıyla, gezegensel anlamda değil de evrende var olan frekansı kendi yeteneğine ve almış olduğu eğitimine göre algılıyor ve tercüme ediyor bir nevi… Yani dünyada yaşayan diğer insanlara onların duyamayacağı sesleri anlayabileceği şekle getiriyor. Dünyadaki enstrümanlar için yazıp ya da insan sesi için besteleyip, dolayısıyla insanlar da her yerde var olan ama duyamadıkları müziği algılayabilir hallerde geliyorlar. Böyle yaklaştığın zaman, müziğin farklı bir tınısı, farkı bir niteliği oluşuyor ve o insanlara çok huzur veriyor. Huzur veren bestelerim sadece sakinlik veren, uyutan besteler değil. Hareketli, çok ateşli eserlerim bile insanlara yine huzur veriyor. Onun için terapilerde kullanılabiliyor. Doktorlar, birçok albümümü, ilacın yanında ya da ilaç yerine tavsiye ediyorlar.
Türkiye’de yaşıyor ve çalışıyorsunuz. İkinci bir şansınız olsaydı aynı yerde aynı şartlarda yaşamayı mı seçerdiniz, yoksa farklı bir hayatı mı tercih ederdiniz?
Güzel bir soru… Şuna da inanıyorum; aslında şansımızı biz kendimiz yaratıyoruz. Ve burada yaşamak tamamıyla benim kendi seçimim. Bu halen böyle devam ediyor. On dokuz yıl zarfında ben birçok ülkeye gidebilirdim. Rusya’ya dönebilirdim. Rusya’ya gidebilirdim ki biliyorsunuz Rusya’da şu anda oldukça rahat bir dönem var her şeye rağmen. Onun dışında Avrupa’nın birçok ülkesine gidebilirdim. Amerika’ya gidebilirdim. Her yerde akrabalarım, dostlarım var ama ben Türkiye’yi gerçekten bilinçli olarak seçtim. Belki bilinçsiz bir şekilde geldim, ben buraya aslında ilk olarak UNESCO üyesi olarak geldim, kalmak zorunda kaldım ama sonra bu ülkeyi seçmemde önemli nedenlerim oldu. Çok güzel insanlar var bu ülkede. Bu insanlar bana o kadar yakın geldi ki, akraba hissi verdiler. Bu benim için çok önemli bir şey. Tabi ki klasik müzik anlamında bu ülke çok elverişli değil. Ama birilerinin de burada kalıp çalışması gerektiğine inandığım için ben buradayım.
Peki, siz bugünlerde ne tür parçaları ve hangi sanatçıları dinlemeyi tercih ediyorsunuz?
Benim için her zaman birinci sırada klasik müzik var. En çok sevdiğim sanatçıları aslında saymam zor. Günden güne değişiyor. Ama klasik müziğin en güzel yaratıcıları, bestecileri, hem de modern ya da eski yorumcuları seviyorum. İsim vermek aslında kısıtlıyor. Diğer yandan halk müziği çok seviyorum. Türkiye’ye bakılırsa, Karadeniz müziğini çok seviyorum. Çok neşeli melodileriniz var. Arada sırada onları da dinliyorum.
“İçimdeki Türkiyem” konserler dizisi ile “Türkiye İnsan Kaynakları Vakfı” kuruluşunun 11. yıl kutlamaları için 22 Şubat’ta Ankara’da bir konser vereceksiniz. Bize TİKAV’dan biraz bahseder misiniz? Bir de TİKAV ile olan işbirliğinizi ve TİKAV’ı tercih etme nedenlerinizi anlatır mısınız?
Sevgili Şafak Akın ile tanıştım ve dost olduk. Böyle bir vakfın varlığını öğrenmiş oldum ve inanılmaz etkilendim. Günlerce anlattıklarının etkisinde kaldım. Çünkü bu herhangi bir vakıf değil. Yani tabi ki bütün vakıflar ihtiyacı olan çocuklara para toplamak üzere harika bir görev üstleniyor ve o çocukları okutuyorlar. Ama bu vakfın niteliği biraz farklı. Zaten hali hazırda üniversitede okuyan öğrencileri farklı bir hayat okuluna alıyorlar. Yeteneklerine göre onları yönlendiriyorlar ve dünya insanı yapmak üzere yola çıkıyorlar. Özellikle Türkiye’nin Doğu bölümlerinde bu çocukların böyle bir imkanı asla yokken, onlar çocuklara yoğun İngilizce eğitimi veriyorlar, davranış bilimleri, dans, sinema, siyaset… Çok önemli insanlarla bir araya getiriyorlar. Dünya yöneticileri ya da iş adamları oluyor. Bu çocuklar dört yıllık üniversitelerini bitirdikten sonra bir de TİKAV üniversitesini bitirip, inanılmaz vizyonu geniş ve derinliği hakikaten etkileyici genç insanlar haline geliyorlar. Bundan dolayı çok heyecan duyuyorum. Bu vakfa katkıda bulunmak için can attım resmen. Çok güzel bir fırsat oldu benim için de.
Benim de ismimle umuyorum ki vakfın ismi daha çok duyulur olacak ve insanlar, hayırseverler de bu vakfa katkıda bulunmak isteyecekler.
Bir de sizin kurmuş olduğunuz bir internet sitesi var. “Bilinçli Anne” adında. Biraz bu siteden bahseder misiniz?
Evet, benim kurduğum ve yönettiğim bir internet sitesi var. Bilinclianne.com adında. Çok faydalı bir site ve elim hep onun üzerinde. Özellikle çevre bilinci, unuttuğumuz değerleri canlandırmak üzere sadece annelere değil, babalara da, yaşlılara da, çocuklara da, herkese hitap ediyor. Ama isimde “bilinçli anne” kelimesini özellikle kullandım. Anneler çok daha hızlı bilgileri alıyorlar ve bütün çevreye çok yapıcı bir şekilde yaydıkları için annelerden başlamak gerektiğini düşündüm.
Peki, son olarak MAG Okurları için ne söylemek istersiniz?
Hayatımız hiçbir zaman kolay değil. Yalnız hayatın çok güzel yönleri var. Olumsuz değil olumlu şeylere odaklanıp, her küçük şeyde mutluluk bulmaya çalışırsak, hem kendimize hem çevremize çok daha faydalı olabileceğimizi düşünüyorum.