Symi’nin Renklerine Yolculuk
Hepimizin heyecanla beklediği tatil ayları başladı işte! Temmuz ve Ağustos ayları, bütün bir yılın yorgunluğunu atmak için bir an önce gelmesini iple çektiğimiz keyif ve tabii ki gezme ayları…
Bu ayki rotamızı, rengarenk ve sevimli mi sevimli bir ada olan Symi adasına çeviriyoruz. Yunanistan’ın Dodecanese (Oniki Adalar) adalar grubuna ait olan bu şirin ada, bizde Sömbeki Adası olarak da biliniyor. Bozburun’a 6,5 km, Datça’ya 8 km, Rodos’a 41 km olan Symi’ye, bizim kıyılarımızdan ulaşmak çok daha kısa sürüyor.
Symi isminin nereden geldiği ile ilgili birbirinden ilginç hikayeler var. Bunlardan en çok bilinenine göre, bu ada ismini Yunan Mitolojisindeki denizler tanrısı Poseidon ile evlenen peri Syme’den almıştır. Syme aynı zamanda adanın lideri olan Hithonios’un annesidir. Diğer bir efsaneye göre Symi adası, tanrıların tanrısı Zeus’un, tüm suların tanrısı olan Okeanos’un kızı Eurynome ile ilişkisinden olan üç kızının doğduğu yerdir. Üç güzeller olarak bilinen, güzellik, çekicilik ve zarafetin simgesi olarak kabul edilen bu üç kız kardeş; Aglaia, Euphrosyne ve Thalia’nın, aynı zamanda insanlara aşk, mutluluk, bilgelik ve iyilik getirdiğine inanılır.
Homeros’un İlyada’sında da Symi adasından, Troya Savaşı’nı anlatırken söz edilmektedir. Symi kralı Nereus, bu savaşa üç gemisiyle katılır. Symi’de yapılan gemiler o dönemin en hızlı ve iyileridir. Kral Nereus, Troya savaşına Yunanlıların tarafında katılmıştır. Akhilleus’tan sonra Yunanistan’ın en yakışıklı adamı olan Nereus, ne yazık ki bu savaşta hayatını kaybeder ve adasına geri dönemez…
Eski Romalı doğa bilgini ve ansiklopedi yazarı Büyük Plinius ve daha sonraki yıllarda ondan etkilenen Floransalı coğrafyacı ve gezgin Buondelmonti’ye göre, bu ada, Prometheus’un ünlü efsanesine ev sahipliği yapan yerdir. Haydi bu ünlü hikayeyi hatırlayalım; Yunan mitolojisinin başlangıcında sonsuz bir boşluk olan (evren) ‘’Kaos’’ vardır. Kaos sonradan Gaia (toprak ana), Tartaros (ölüler alemi), Eros (aşk), Erebos(yeraltı karanlığı), Nkys (gece), Esir (dünyayı saran ışıklı tabaka) ve Hemera’yı (gün) yaratır. Gaia tek başına Uranüs (gökyüzü) ve Pontus’u (denizler) doğurur. Daha sonra Uranüs ile birleşmesinden Titanlar doğar. Uranüs kötü bir babadır, kendi çocukları olan Titanları doğar doğmaz onlardan iğrenerek toprağın derinliklerine gönderir. Fakat Gaia, oğullarından Kronos’un yardımıyla, Uranüs’ü uzaklaştırır. Kronos, dünyanın en güçlü tanrısı olmuştur. Kız kardeşi Rhea ile evlenir ve çocukları olur. Fakat kendi çocuklarının da ona aynı şeyi yapmasından korktuğu için, doğan çocuklarını diri diri yemeye başlar. Bu durumdan bıkıp usanan Rhea, son doğurduğu çocuğunu bir mağaraya saklar. Yıllar sonra büyüyüp güçlenen çocuk Zeus’tur. O da aynı babasının yaptığı gibi, babası Kronos’u yok eder. Tüm diğer kardeşlerini ve Titanları serbest bırakır ve artık Olymposlu yeni tanrılar ve tanrıçalar başa geçer. Prometheus Titanların çocuğu olarak ölümsüz olmasına rağmen, tanrısal düzene kafa tutar. Tanrılar karşısında insanlardan yana olarak, zekası ve kurnazlığıyla tanrılardan ateşi çaldıktan sonra, Symi’nin sahiline getirir ve burada insanlara verir. Adanın yerlilerine nasıl daha uzun yaşayacaklarını öğreterek Zeus’un gazabına neden olur. Zeus ceza olarak Prometheus’u maymuna dönüştürür. Antik Yunan’da ‘’Simeia‘’, ‘’maymun’’ anlamına gelir. Simeia ismi zamanla değişime uğrayarak “Symi” olur. Bu hikayeyi de öğrendikten sonra, Simi adasının bizim için çok daha özel bir yeri oldu.
Biraz daha yakın ve bizimle ilgili tarihine bakalım… 1522 yılında Rodos’un fethinden sonra, Symi bölge sakinleri ve şövalyeler Osmanlı Türklerine teslim olur. Bu dönemde deniz ticareti için önemli bir liman olan Symi adası, serbest liman olmuş, balıkçılık ve özellikle sünger avcılığı adanın önemli geçim kaynakları haline gelmiş. 17. Yüzyıla gelindiğinde On iki Ada’nın en zengini haline gelmişler. Tekne yapımındaki üstünlükleri ve ünleri bu dönemde de devam etmiş. Sümbek (simbequirs) adı verilen hızlı ve küçük tekneler sebebiyle Osmanlılar bu adaya Sömbeki ismini vermişler. Daha sonra tekrar Yunanlılar ve İtalyanlara geçen bu ada, son olarak II. Dünya savaşından sonra İtalyanlardan Yunanlılara verilmiş. Bu kadar farklı kültürlerin etkisi altında kalmasının en güzel sonucu mimariye yansımış…
Symi adasının ana limanına yaklaşırken ilk dikkatinizi çeken adanın kendine özgü mimarisi oluyor. Diğer tüm Yunan adalarında görmeye alıştığımız mavi-beyaz renk kombinasyonu, burada yerini pastel tonlardaki renkliliğe bırakmış. Yukarıdan görünüşü ‘’C’’ harfine benzeyen ana limanı çevreleyen tepeler, bu rengarenk sevimli evlerle kaplanmış. Denizden limana doğru yaklaştıkça ne tarafa bakacağımızı şaşırıyoruz. Kartpostal güzelliğindeki bu masalsı liman, adeta bir tiyatro dekorunu andırıyor. Her şey tertemiz, bakımlı, düzenli ve güzel. Buraya ulaşım diğer popüler adalara ulaşım kadar kolay olmadığı için, akın akın insan kalabalıklarından eser yok. Dolayısıyla yazın en yoğun aylarında bile, sakin sakin gezebiliyorsunuz.
Şehrin merkezini birbirine bitişik iki koy olarak düşünebiliriz, ana limanın olduğu bölgenin ismi Yialos. Adaya ayak bastığınız ilk anda genel bir fikriniz olması ve ada moduna girebilmeniz için trenle küçük bir Symi turuna katılmanızı öneririm. Tren deyince gerçek bir tren beklemeyin. Bu tren, süslü bir oyuncak trenin büyütülmüş versiyonu gibi, sarı-kırmızı renklerde 15-20 kişilik şirin bir şey. Ada küçük olduğu için, araba sayısı kısıtlı. Bu nedenle de, lunapark treniyle yarım saatlik ada turu yapmak oldukça keyifli hale geliyor… Bizim treni kullanan şoförümüz kap kalın kaşlarıyla Antony Quinn’in mavi gözlü ve Yunan versiyonuydu diyebilirim. Yola çıkar çıkmaz Zorba filminin meşhur müziğini açtı ve arada gaza gelerek coşkulu Yunan şarkıları söyledi bize. Tam arkasında oturduğumuz için, ada ile ilgili genel bilgi bile dinledik kendisinden. Hatta tepede bir ara treni durdurdu. Hemen biraz üzerimizde süzüle süzüle uçan bir kuşu seyretmemizi istedi. Hepimizin gördüğünden emin olmadan da tekrar çalıştırmadı trenini! Umarım burayı gezerken siz de bu neşeli şoföre denk gelirsiniz…
Adada yerleşimin en yoğun olduğu bölge olan Yialos, limandan başlayıp, limanın etrafındaki tepelere kadar yayılıyor. Ön sırada bol bol hediyelik eşya dükkanları, kafeler, restoranlar, butikler ve sünger dükkanları sıralanmış. Koyun en dikkat çekici yapıları, pastel sarı renkte dış cephesi ve kırmızı kubbesi ile evlerin arasından yükselen iki güzel kilise; St. John ve Evangelismos, bir de koyu ikiye bölen saat kulesi…
Adanın en ünlü restoranı, teknecilerin arasında çok popüler olan Manos. Prens Charles’tan Kraliçe Rania’ya, Abba’dan Robert De Niro’ya ve Bill Gates’e, kısacası dünyanın her yerinden ve her sektöründen ünlüyü ağırlamış olan bu küçük balıkçıda, sezonda rezervasyon yapmadan masa bulabilmeniz imkansız. Symi’de her gece başlayıp, sabahlara kadar süren, Uzo eşliğinde, sirtakiyle tabakların şangır şungur un ufak olduğu taverna eğlenceleri, Manos’ta da bir klasik… Manos kadar popüler olmasa da lezzet konusunda onlarla yarışabilecek diğer bir restoran ise Mythos.
Sömbeki karidesleri adanın en meşhur yemeği. Yağda kızartılmış bu küçük ve lezzetli karideslerle dolu tabak masanıza geldiğinde, önce çok fazla gibi görünse de, kabuklarını ayıklamadan yediğiniz için, bir kaç dakika içinde çekirdek gibi bitiveriyor. Tüm deniz ürünleri taptaze, yanında “cacıki”, bizim mücvere benzeyen kabak topları ve “saganaki”, meze siparişinizin olmazsa olmazları olmalı…
Adanın en eski pastanesi, 1925 yılında yapılmış olan Nicholas’ın pastanesi, adanın en güzel tatlılarını yapıyor. Sahibi olan Nicholas’ın ölümünden sonra bir süre kapalı kalmış. Sonra balıkçı Manos burayı alarak restore etmiş. Pastanenin tereyağlı çöreğinin müdavimleri pek çokmuş. Bir de bizdeki laz böreğine benzeyen, kremayla yapılan “galaktoboureko” (süt böreği) ile ünlüler.
Gezimize tepedeki bölüm “Chorio” (Ano Symi) ile devam ediyoruz.
“Chorio” ismini tepede bulunan kaleden alıyor. 1700’lü yıllarda pek çok korsan saldırısına uğradığı için, adalılar kaleyi en tepeye yapmayı uygun görmüşler. Limandan 200 metre daha yukarıda konumlanan “Chorio”ya, adanın en eski ticaret yolu olan, “Kali Strata” (bizim dilimize güzel yol olarak çevrilmiş) adı verilen yaklaşık 500 adet merdiveni tırmanarak ulaşıyorsunuz. Bu sayıyı görünce sakın gözünüz korkmasın; çünkü yol boyunca birbirinden güzel evlerin arasından geçiyorsunuz. Biz her 5-10 merdivende bir durarak Symi limanının büyülü manzarasını hayran hayran seyredip, sonra da her güzel evin önünde fotoğraf çektiğimiz için, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan, kendimizi bir anda tepede buluverdik. Tepeden seyrettiğimiz manzarayı ise anlatmaya gerçekten kelimeler yetmez… Burada diğer dikkat çeken yapılar ise St. John Şövalyeleri Kalesi, Arkeoloji müzesi, eski yel değirmenlerinin bulunduğu “Pontikokastro” ve 19. yüzyıldan kalma, içinde hala eski ilaç şişelerinin olduğu, eski eczane (Spetsaria).
Symi adasının diğer en çok ziyaret edilen koyu ise Panormitis koyu; çünkü burada bulunan Archangel Michael(Baş melek Mikael) Kilisesi olarak da bilinen “Monastery of Taxiarchis Mihail Panormitis” (Moni Taksiharki Mikhail Kilisesi) Ortodokslar için en kutsal kiliselerden biri. Adanın en görkemli yapılarından biri olmakla beraber, kilisenin ilk inşasının kesin tarihi bilinmiyor. Milattan sonra 450 yılında, Yunan tanrısı Apollo’ya adanan eski bir tapınak üzerine inşa edildiği söyleniyor. Daha sonra 18. Yüzyılda Venedik stilinde yenilenerek, bu günkü görünümüne kavuşturulmuş. Dünyanın en yüksek Barok çan kulesine sahip kilisenin iç duvarları Bizans freskleriyle kaplı.
Tüm dinlerin kabul ettiği dört melekten biri olan Baş Melek Mikail, evrenin düzeninden ve koruyuculuğundan sorumludur. Kötü enerjiyi temizleyen güçlü ve koruyucu bir enerjiye sahiptir. Çok parlak koyu mavi renkte bir ışığı vardır. Hatta hem bizde, hem Yunanlarda kullanılan nazar boncuğunun renginin ve anlamının buradan geldiği söylenir.
Yunan denizciler Mikail’in On İki adalar ve Symi’nin koruyucusu olduğuna inandıkları için, bu kilise hac yeri olarak kabul ediliyor.
İnanışa göre Archangel Michael’dan dilediğiniz her şey gerçek oluyor, ama siz de karşılığında bir iyilik yapmak zorundasınız. Bir de eski Yunanlı denizcilerden kalma, şişenin içine dua yazıp, denize atma geleneği burada hala devam ediyor. Eğer teknenizle Ege denizinde kaybolursanız, Mikail’den yardım istediğiniz zaman, bir şekilde ertesi sabah teknenizi bu kilisenin önünde buluyormuşsunuz. Acemi yelkencilere duyurulur!
Gelelim plajlara… Plaj deyince, öyle bizdeki gibi konforlu plajları unutun. Çoğunda yeterli sayıda şemsiye ve şezlong bile yok. Limandan, dolmuş gibi kalkan deniz-taksilere binerek tüm koyları dolaşabiliyorsunuz. Keyfine düşkün olanlar, hemen limanın yanı başındaki Nos plajını deneyebilir. Sakin bir plaj isteyenler, dibinde parıldayan çakıl taşlarının tek tek sayılabileceği turkuaz renkli Nanou plajını sevebilir. En güzel plajlardan olan Agia Marina plajı, akvaryum gibi tertemiz bir denize sahip. Kumlu sahili de olduğu için çocuklu ailelerin de tercih edebileceği bir plaj. Pedi plajı adanın en popüler plajlarından biri ama diğer plajlarla kıyaslanınca bence sönük kalıyor. Marathounda plajı ise adanın en uzağında kalan, sahilde güneşlenirken, size sevimli keçilerin eşlik edeceği bir plaj.
Evet Symi adası o alıştığımız popüler Yunan adalarının tersine, kalabalıklardan uzak, huzurlu bir ada. Büyük şehirlerin kaosundan ve koşuşturmacasından bunalanların hep bir hayali vardır ya, küçük bir adaya taşınıp, basit bir hayat yaşamakla ilgili… Neden o ada, bu ada olmasın? Orda bir küçük ada vardı uzakta… Rengarenk evleri vardı, tertemiz… Kedileri mutlu, yemekleri taze ve güzel… Bu adada sadece kafa dinleniyordu, hayal kuruluyor, güneş en güzel nereden batacak diye sabırsızlanılıyor, uzun uykular çekiliyor, dinlenmiş dipdiri uyanılıyor, yüzünüze vuran rüzgar ve onun peşi sıra gelen deniz kokusu içe çekiliyor ve hayat, yüze sabitlenen bir gülümsemeyle geçiyordu…
Yeni rotalarda görüşmek üzere,
Sevgi ve sağlıkla kalın…