Kışla baş etme rehberi!
Güneşle şarj olan bir insansanız ve Ankara’da yaşıyorsanız, sonbaharın yerini kışa teslim etmesiyle sizin için renklerin eksikliğini hissedeceğiniz bir dönem başlıyor demektir.
Biz Ankara’da Kasım itibariyle güneşi, kendisini uzun süre çok nadir göreceğimizin bilincinde, Mart ortasına kadar görüşmemek üzere yolcu ederiz. Şehir grinin çeşitli tonlarını cömertçe sunmaya hazırlanırken, ben de ne yapsam da kışa alışma dönemini daha hafif atlatsam diye düşünmeye başlarım. Aslında pek de sevmediğim bu mevsimin moralimi bozmasına izin vermek istemem. Keyifli kış günleri geçirmek ise elbette yaza göre biraz daha fazla gayret ister ama bana inanın, göründüğü kadar da zor değildir. Artık Kasım’dayız. Uzun süredir sırasını bekleyen kalın kazaklar, pardösüler ve çizmelerle beraber, kendi kışlık versiyonumuzu da tozlandığı yerden çıkarmanın vakti geldi. Bir kış düşmanından Ankara’da güzel bir kış geçirmek için öneriler dinlemek isteyen elime mum diksin!
Serin ve yağmurlu akşamları pofuduk terlikler ve elde sıcak bir kupa eşliliğinde güzel bir kitap ile karşılamak, kışa en güzel girizgâhtır. Bazı kitaplar en çok kışa yakışır. Belirlenecek birkaç yazarın tüm literatürünü hatmetmek, kış için belirlenebilecek misyonların en kutsalıdır ve elbette değeri paha biçilemezdir. Laptoptan yayılan Emiliana Torrini, Josh Groban ve Charlotte Gainsbourg melodileri ise doping görevi görür; bizi kışın çok da fena olmadığına ikna eder. Evde sıcak şarap yapmak tahmin ettiğinizden çok daha kolaydır. Kokusu bütün evi, sıcaklığının keyfi de sizi hücrelerinize kadar sarar. İş çıkışı saatlerinde Tunalı cafelerinde köşesini kıvırdığımız yerden kitabımıza devam etmek, belki Café Bien ya da Café Lins’e uğrayıp bir kadeh kırmızı şarap eşliğinde arkadaşlarımızla sohbet etmek, kapalı mekânlarda olmanın dayanılmaz ağırlığına en yumuşak geçişi yapmamızı sağlar. Tunalı Pasajı’nın altındaki sahaf kelimenin tam anlamıyla define avı için idealdir. Daha önce başkalarının hayatından geçmiş, belki özensizce altı çizilmiş cümeleri ile aklınızı hiç tanımadığınız birinin aklına uçuracak sayısız kitap orada bekler. Aslında geçmişi olan her kitap, yeni basım bir kitaba göre daha fazla macera vadeder.
Soğuğa aldırış etmeden Seğmenler Parkı’nda ya da hep yanından yürüyüp geçtiğimiz ama banklarında oturup çay içmeyi akıl etmediğimiz Kuğulu Park’ta bir yürüyüş yapmak, “Biz küçükken buralar hep tıklım tıklım olurdu. Acaba şimdi insanlar çocuklarını nereye götürüyorlar?” diye düşünmek, içerdiği hüzne rağmen hep bir keyif verir. Bu sorunun cevabının “Alışveriş merkezlerine..” olduğunu bilmek ise hüznü aşar; belki de cevapsız kalması daha iyi olan sorulardandır bu.
Hemcinslerim için bir de renkli şemsiye önerim var. O fosforlu pembe şemsiyenin şehrin grisiyle oluşturduğu kontrast, kişisel motivasyonunuz üzerinde sezonun trend renklerinden çok daha önemli bir etki yapar aslında. Sizin hayata olan uyumunuz, ayakkabınızın bluzunuzla olan uyumundan daha önemlidir, değil mi? Varsın trendlerden haberiniz olmasın, siz beni dinleyin, o pembe şemsiyeyi satın alın.
Ankara Kalesi tarafına yol düşürmek, yaşadığımız şehrin bilmediğimiz bir yönüyle tanışmamıza vesile olabilir. Civar dükkânlara göz gezdirip, baharatçılardan safran almak, şahane bir yapı olan Çengelhan Rahmi Koç Müzesi içinde konuşlanmış Divan Cafe’de soluklanıp sıcak bir şeyler içmek, içinizde şehrin bu taraflarında daha sık bulunma isteği uyandıracaktır. Oralardayken Ankara’nın tahmin ettiğiniz ya da söylendiği kadar küçük olmadığını görür, 15 dakika mesafede bambaşka bir şehre gitmiş gibi olursunuz.
Havaların soğumasının getirdiği en güzel değişikliklerden biri de vizyona giren filmlerin artmasıdır. Heyecanla beklediğim öyle çok film var ki, bütün mevsimi sinema salonunda geçirebilirim. Ben patlamış mısırdan sıkıldıkça bana yemek getirirseniz şikâyet etmem; belki arada bir frigo da isterim. Kadrosu ve fragmanı ile büyüleyen Nine müzikali, benim Lars Von Trier delisi olarak vizyondan önce seyrettiğim Antichrist, yine sabredemeyip evde izlediğim bilim kurgu tarihinde hep hatırlanacak District-9, modanın duayeni Coco Chanel’in hayatını merak edenler için Coco avant Chanel ve Zeki Demirkubuz’dan Kıskanmak bu ay için ilk akla gelenlerden. Yetkililer sesimizi duysa da If Film Festivali gibi, Filmekimi’ni de Ankara’ya getirseler… Ben Ankaralılar adına söz veriyorum, upuzun bilet kuyrukları oluşturup salonları tıklım tıklım dolduracağız; sizi hayal kırıklığına uğratmayacağız!
Renklenen bir başka perde de tiyatroya ait. Ankara seyircisi tiyatrosuna öyle bir sahip çıkıyor ki, gösteriden neredeyse iki hafta önceden satışa çıkan biletler ilk on beş dakikada tükeniveriyor. Efsanevi Akün Sahne’sinde bir oyun seyretmek şart. Biletler kapışılıyor, benden söylemesi. Suçlu Yürekler ise bu sezon tekrar Şinasi Sahnesi’nde. 13- 23 Kasım arası ise 14. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali var. Oyunlar birçok farklı sahnede sergilenecek.
Gece hayatımız da hız kesmiyor. Efes Blues Festivali 13–14 Kasım günleri Bilkent Otel’de olacak. Yıllardır çok başarılı organizasyonlarla düzenlenen bu festival, bu sene de mutlaka yoğun bir katılımla gerçekleşecek. Müzik türü ile çok alakadar olmasanız bile eğlenceye katılmanızı tavsiye ederim. Nada’da fındıklı shotlar ve Hok’s’ta eğlenmek ise mevsim tanımayan, kışın da devam edeceğimiz eğlencelerimiz.
Ankara’da sonbaharın en çok yakıştığı yer ODTÜ ve Eymir’dir bana göre. Yeşilin, kahvenin, sarının tüm tonlarını görmek, ayaklarınızın altında yaprak çıtırdatmak, sonbaharın tüm güzelliklerine şahit olmak için bu ikisinden uygun yer yok. Açık havada oturmanın sınırlarını zorlarken bir Türk kahvesini hak ediyor olmalı herkes…
Soğuk ve kapalı mekânlara mahkûm günler, hobilerimize ya da hobi haline getirmek istediğimiz aktivitelerimize zaman ayırmak için de fırsattır. Hemen şimdi bir yemek kursuna başlarsanız yaza kadar bu konuda çok yol alabilirsiniz. Cook and Fun’da dünya mutfağı ya da Quick China’da Uzak Doğu mutfağı öğrencisi olabilir, dersler sonunda kendinizi sertifikalı bir usta olarak bulabilirsiniz! Bir dil kursunun kur başlangıcına denk gelip, güneş yüzünü tekrar gösterdiğinde siz, yepyeni bir dili çat pat konuşmaya başlamış olabilirsiniz. Dans kursları, yazı seminerleri de ilgilenenleri bekliyor. Belki de kış hiç gelmeyip, hep yaz olsaydı biz de sürekli rehavete kapılmış bir halde yuvarlanıp gider, kendimize yeni bir şeyler katmayı düşünmezdik. Züğürt tesellisi diyenler olabilir evet, ama gerçek!
Belki şehrimiz sonbaharı en güzel yaşayan şehirlerden biri değildir ama bu bizim de gri olmamızı gerektirmez! Kısalan günlere aldırmadan küçük keyif zamanları yaratmak, günlük hayatta kullanmadığımız bir yolu kullanarak yeni bir şeyler görmek, güneşin kendisini görmesek de günümüzü aydınlatmak için ufak manevralar yapmak mutlaka bir fark yaratacaktır. Benim gibi atalarının muhakkak ki tropik iklim kuşağında bir yerlerden geldiğine inanan birinde bile işe yarıyorsa, eminim sizin için de yarayacaktır. O zaman bahara kadar motto: Kim korkar hain kıştan!
Ayşe’nin önerileri:
Kitap: Jonathan Safran Foer- Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın
Müzik: Emiliana Torrini – Heartstopper
Film: Antichrist