İnternetin Yarattığı Medya Akımı: Bloglar!

Andy Warhol, “Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” dediğinde aslında bu zamanları kast ediyormuş. İnternetin yarattığı yeni medya dalı “Blog”, sayıları giderek artan bir grup insan için haber almanın, okumanın, kendini ifade etmenin, eğlencenin, yeni trendleri takip etmenin, kısaca dünyada olup bitene bağlanmanın yeni yolu oldu.

Birçok blogun on binlere ulaşan günlük takipçi sayısı, Türkiye’nin yüksek tirajlı yayın organlarını bile geride bırakıyor. Birkaç yıl önce adını bile duymadığımız bloglardan, artık sonsuz internet boşluğunda milyonlarca adet var (Tam sayıyı bilmek mümkün olmamakla beraber, bu sayının yüz milyon civarı olduğu olduğu tahmin ediliyor).  Peki, nedir bu bloglar, bunları kim yazıyor, kimler okuyor, bloglar neden birden bu kadar popüler oldu?

Türkçe’ye internet günlüğü olarak çevirebileceğimiz blog sözcüğü, İngilizce “web” ve “log” sözcüklerinin birleşiminden oluşuyor. Ücretli ya da ücretsiz blog servis sağlayıcıların birinden edineceğiniz bir kullanıcı adı ve şifre sayesinde yepyeni bir dünyaya giriş yapmış oluyorsunuz. İnternetin, başka herhangi bir yayının baş edemeyeceği erişim gücü arkanızda, bembeyaz sayfanız önünüzde… Kendinizi ortaya koyup koymama kararı sizin. İster takma bir adla, ister kendi adınızla sahip çıkabilirsiniz sayfanıza. O sayfayı nasıl dolduracağınız, dünya ile ne paylaşmak istediğiniz tamamen sizin bileceğiniz iş. Yapabileceklerinizin sınırı yok. İster yazılarınızı paylaşın, ister çektiğiniz fotoğrafları, ister beğendiğiniz videoları, kullanıp memnun kaldığınız ürünleri, yaptığınız yemekleri, dinlediklerinizi, tariflerinizi…

Blog yazarı yelpazesi yediden yetmişe, doktordan mühendise, ünlüsünden sade vatandaşına kadar uzanıyor. Çünkü her telden çalmak mümkün. Bazı bloglar belli bir konuya ev sahipliği yaparken (yemek, moda, müzik, siyaset, futbol…), bazısı tamamen gündelik hayattan bahsediyor. İnsan önce “Başka birinin gündelik hayatından bana ne?” diye düşünse de kimileri öyle akıcı, öyle güzel anlatıyor ki, siz de bir süre sonra onların hayatlarına ortak oluyor, duygularını paylaşıyorsunuz. Kimisi açtığı blogla pek oralı olmuyor, iki üç ayda bir yeni bir giriş yapıyor, kimisi bir köşe yazarı duyarlılığıyla, hiç aksatmadan haftanın birkaç günü blogunu güncelliyor. Elbette sık güncellenen blogların daha sadık takipçileri oluyor. Blogun interaktif yapısı gereği yazılarınıza, girişlerinize yorumlar geliyor. Siz de takipçileriniz sayesinde nasıl bir iş yaptığınızı, yazdıklarınızın insanlar üzerinde yarattığı etkiyi tespit edebiliyorsunuz.

Blogları hiç de hafife almamak gerekiyor. Bu dünya artık kendi ünlülerini yaratmakla kalmıyor, birçok kişinin amaçlarına, hayallerine, hatta bazen hayal ettiğini bile bilmediği yeni ufuklara ulaşmasını da sağlıyor. Yazdıkları beğenilip bir gazetede köşe yazarı olarak çalışmaya başlayanlar, yemek tarifleri ilgi görüp yemek kitabı çıkaranlar, moda yazıları sayesinde ünlü firmaların yüzü olanlar ya da futbol yorumlarını ekrana taşıyanların sayısı artık hiç de azımsanacak gibi değil. Sinema endüstrisi de blogların artan gücünü fark etmiş olacak ki, geçen yıl gerçek hikaye uyarlaması olan, Meryl Streep’in baş rolünü oynadığu Julie and Julia, bloglar hakkındaki ilk sinema filmi olarak çıtayı çok yükseklere yerleştirdi. Yemek yapmaya tutkun bir genç kızın, ilgi duyduğu bir aşçının Fransız Mutfağı üzerine olan yemek kitabından esinlenip, her gün kitaptan uyguladığı bir tarifi hazırlayarak, tüm bu süreci paylaşmak için bir blog açışını ve bu projenin vardığı yerleri, blog yazarı ve esinlenilen aşçının hayatlarından kesitler de vererek, bu iki hayatı yer yer kesiştirerek anlatan inanılmaz keyifli bir film. Keyfili olduğu kadar başarılı olan bu yapım, Meryl Streep’e bir Oscar adaylığı getirdi.

Benim blog dünyası ile tanışıklığım 4 yıl öncesine dayanıyor. İtalya’da öğrenci olduğum zamanlar karşıma sürekli o kadar güzel şeyler çıkıyordu ki, bunları bir yere kaydetmemenin haksızlık olacağına karar verdim (Leonard Cohen’in Famous Blue Raincoat’da dediği gibi: You’re living for nothing now, I hope you’re keeping some kind of record!) ve bir blog açtım. İtalya’dan kesin dönüş yapalı 3 yılı geçti, blogumda aynı heyecanla yazmaya devam ediyorum. İlgi alanıma giren ne varsa onlar hakkında yazıyorum: Sinema, yemek, seyahat, kitap… Bazen sadece günlük hayat. Yazılarım sayesinde birçok okuyucu ile tanışıp, güzel arkadaşlıklar kurdum, birçok güzel restorandan, hatta radyo programından davet aldım, ayrıca unutmamak gerekir ki bu sayede elinizdeki dergide yazmaya başladım! Soyadımı gizli tuttuğum ve kendime ait fotoğrafları yayınlamadığım için kimi zaman blogumu takip edip de, onun ben olduğumu bilmeyenler bile olduğunu öğrenip, zaman zaman çok şaşırdım. Yazmak her zaman hayatımda olan bir şeydi ama bu keyfin buralara varacağını tahmin edemezdim. Şimdi ise bu konuda hayaller kurmaya daha fazla cesaretim var. Blog dünyası bana, uzak görünen beklentilerin aslında yakın olabileceğini gösterdi.

Eğer dünya ile paylaşacak şeyleriniz olduğunu düşünüyorsanız, siz de bir blog adresi edinip, işe koyulabilirsiniz. İşin en güzel tarafı da ne, biliyor musunuz? Yazdıklarınız biriktikçe geri dönüp okumak, belki “Bunları ben mi yazmıştım?” diye şaşırmak, keyifli zamanlarınızı gülümseyerek hatırlamak, keyifsiz zamanları nasıl da geride bıraktığınıza kendi gözünüzle, kendi kaleminizle (tuşunuzla?), kendi yazdıklarınızla şahitlik edebilmek. Kişisel serüveninize istediğiniz zaman dönüp bakabilmek, bu serüveni bir zaman makinesine çevirebilmek bana göre paha biçilemez bir imkan.

BLOG SORU-CEVAP
1.    Nereden bir blog adresi edinebilirim?
Aslında birçok yerden ama öne çıkan adresler şu şekilde:
•    www.blogger.com (İnternetin imparatoru Google’ın bir blog sağlayıcısı var, şu an en çok rağbet gören ücretsiz sağlayıcı bu)
•    www.wordpress.com
•    www.tumblr.com
2.    Ben önce biraz okumak, görmek, anlamak istiyorum blog konusunu. Nereden başlamalıyım?
Blog adresine direk tıklayarak başlamak da bir yöntem olmasına rağmen, ben size kolay yolu önereceğim: Bir gmail hesabı ediniyorsunuz, Google’ın fonksiyonlarından biri olan Reader’a üye oluyorsunuz. Daha sonra oradan oraya atlayarak sürprizlerle karşılaşmaya başlıyorsunuz. Reader, bloglar güncellendikçe size haber veriyor; böylece siz de takip ettiğiniz bloglara her gün tıklayıp yeni bir şey var mı diye bakmak zorunda kalmıyorsunuz.
•    Torpilli başlangıç: aysesworld.blogspot.com benim blog adresim. İyi bir başlangıç noktası olacağını söyleyebilirim!
•    Deniz Berdan’ın blogu deniz-berdan.blogspot.com ilgi gören bloglardan.
•    Yemek tarifleri için www.portakalagaci.com internetin en geniş kaynağı sayılabilir. www.evcini.com ise hem damağa hem göze hitap ediyor, tarifler hep tutuyor.
•    goop.com, Gwenyth Paltrow’un blog adresi. Gezi tavsiyelerinden, yemek tariflerine paylaştıkları ile Hollywood yıldızı bizi şaşırtıyor!
•    Newyorkmuhtari.blogspot.com New York’ta yaşayan bir Türk’ün fotoğraf blogu. Bana senelerdir hayaller kurduruyor!
•    Passiflora-rapunzel.blogspot.com. Kim olduğunu bilmediğimiz Pucca, takma adıya yazıyor. Yazıları herkese hitap etmeyebilir, argo düzeyi kimileri için rahatsız edici olabilir ama blog içeriği hem direkt hayatın içinden, hem de okuyanlar için çok şaşırtıcı. Ve bu blog geçen ay kitaba dönüştürüp, piyasaya sürüldü! İşte bu bir başarı öyküsü!
3.    İnsanlara nasıl ulaşacağım?
Sevdiğiniz, beğendiğiniz bloglara yorum bırakmak bunun en kısa yolu. Böylelikle onlar da sizin varlığınızdan haberdar olup, sizin yazdıklarınıza göz atma imkanına sahip olurlar. Zincir öyle çabuk ilerliyor ki, bir bakmışsınız bir sürü okuyucunuz olmuş!
Ayşe’nin önerileri:
Film: Julie and Julia (Elbette!)
Kitap: Stephen King – Yazma Sanatı (Gerilim ustasının yazı yazmak isteyenlere önerilerinden oluşan kitap benim başucu kitaplarımdan biri. )
Müzik: Tori Amos ve Suzanne Vega’nın tüm parçaları (İlham perileri!)