Canım Ülkem
Üniversiteden mezun olduktan sonra, hemen çalışmaya başladım. O yıllarda öyle çok hayaller kurardım ki. Çok başarılı bir iş kadını olacağım. Çok para kazanacağım. Okullar yaptırıp, özellikle kız çocuklarının okumasını sağlayacağım.
Okuldan sonraki ilk yurt dışı iş gezim de, ki 1990 yılıydı, tanıştığım yabancıların, Türk olduğumu öğrenince şaşırmalarına ben daha çok şaşırmıştım. Beni “Avrupalı” zannetmişlerdi. Ben de sabırla ve heyecanla; Türkiye’nin de Avrupa gibi olduğunu ve Türk kadınlarını tanımadıklarını, sadece kendi ülkelerindeki haberlerden gördükleriyle yorum yapamayacaklarını ve dolayısıyla da algılarının yanlış olduğunu vurgulamıştım. Biz çağdaş ve modern bir ülkede yaşıyoruz diye nutuk atmıştım. Canım Atatürk’ümden bahsetmiş ve onun ilkelerini sıralamıştım gururla. Ülkeme döndüğümde de Türklüğü ve Türk kadınını gönderdiğim yazılar ve fotoğraflarla tanıtmaya devam etmiştim. O genç ve toy halimle çok üzülmüştüm. Çok.
Türk olmak bir ayrıcalıktır. Ben göğsümü gere gere Türk’üm diyorum. Ama hala ne yazıktır ki, canım ülkemde “çalışan kadın oranı” çok düşük. Türk kadını, projeler geliştirebilmeli ve üretmeye odaklanmalı diye düşünüyorum.
Pozitif düşünen bir bireyim. Her farklılığa, konu ne olursa olsun, güzel gözlerle bakıyorum. Benim için, Allah tarafından yaratılmış olan her canlı eşit ve dost. Her din saygı duyulası, her insan farklı farklı güzellikler paylaşılası ve canım ülkem ise en yaşanılası.
Yıllaaar yıllaaar içinde, fark ettiğim en belirgin özelliklerimden birisi ise; yaradılış sebebime en çok yaklaştığım veya anlamlandırdığım zamanlarda, yemek yemeyi azaltmam. Çünkü o zaman yarattıklarımla beslenebiliyorum. Şimdi de bu yazıyı yazarken çok mutluyum. Doyuyorum. Bir ney sesi, yan odadan bana eşlik ediyor. Ruhum sema gösterisinde. Yüreğim ise pır pır.
Eskiden benim için ülkem, Ankara, yazları gittiğim Antalya ve İzmir’di. Okuldan mezun olunca da İstanbul’u öğrenmiş ve bu dört şehirle sınırlı kalmıştım. Şimdi benim için ülkem hem doğu, hem de kuzey. Doğuyu gezmek için sabırsızlanıyorum. Mardin’li bir dostum var. Ona “Mardin kızı, Mardin’lim” diye sesleniyorum. O da bana “Türkiye’lim” diyor. Onların yöresel müziklerini dinlemek, ayaklarını yere sert sert vururken çektikleri halayı izlemek öylesine coşturuyor ki beni. Sanki ben de doğuluyum. Kuzey’de de görülesi yemyeşil Karadenizim “gel” diye beni çağırıyor. Şu anda 43 yaşındayım. Ve sanki bugün bu ülkede yeni doğmuşum gibi heyecanlanıyorum. Adıyaman, Bitlis, Diyarbakır, Gaziantep, Ordu, Trabzon ve diğerleri. Canım illerim. Sizleri nasıl ihmal etmişim. Nasıl güzelmişsiniz ve ne güzel insanları bana yollamışsınız. Çağrılarınız artık ulaşıyor. Hepinize aşığım. Ve iyi ki bu ülkede doğmuşum.
Geçen hafta başında İstanbul’a gittim. Allah’ım nasıl güzel bir şehir yaratmışsın. Her yeri ayrı güzel. Toplantım bittikten sonra Anadolu tarafından deniz otobüsüyle Avrupa tarafına geçtim. Kabataş’a. Gözümle taradığım her santimi beynime kazıdım. Ruhuma manzara ziyafeti çektirdim. Yaşlanınca sende yaşamak istiyorum İstanbuuuuuuuuuuul diye içimde rengarenk patlayan sessiz çığlıklar attım. Martılar duydular beni. “Buradayız bekleriz” diye neşeyle karşılk verdiler. Ankara’ya, doğduğumdan beri yaşadığım yuvama döndüğümde ertesi güne hazırlık yapmaya başladım. Ancak güzel Ankara’m kıskanmasın diye, onu sohbete çağırdım. Canım Ankara’m dedim. Sakın üzülme. Sen ilk göz ağrımsın. Bu yaşıma kadar içinde soluklandığım tüm hatıralarım sendedir. Sırdaşım sensin Ankara’m. Senin üstüne gül koklamam bilirsin dedim. Kar ile cevap verdi bana. Her tarafı beyaza boyadı. Sanki yeni başlangıçlar için bembeyaz bir sayfa sundu bana. Dur dedim dur. Daha sendeyim. Gitmem hiçbir yere. Allah ömür verirse sonra gideceğim İstanbul’a. Ama sağol duru beyazlığı sunduğun için. Küçükken, ilkokul sıralarında, “kaymak sayfa” dediğimiz bembeyaz karşı sayfaya başlamak çok hoşuma giderdi. Yazım bile o sayfada daha özenli ve güzel olurdu. Yeni başladığım kitap, yeni arkadaşlıklar, yeni öğrendiğim bilgiler, ilk defa gördüğüm yerler, ben de hep o “kaymak sayfa ” hissini ve özenini yaratmıştır.
Şimdi ise yepyeni gözlerle bakıyorum “canım ülkeme”. Sen ne güzelsin, ne kadar renklisin Türkiye’m.
Ertesi gün Konya’ya, Mevlana’mın 737. Vuslat Yıldönümüne (Şeb-i Arus; Farsça bir kelime. Şeb gece, Arus gelin demek, düğün gecesi), gideceğim için öyle heyecanlıydım ki, Ankara’ya içimde veda ettim. Uyuduğumda artık Konya’daydım. Şems-i Tebrizi ve Mevlana ile sohbet ettim sabaha kadar. O kadar çok kitap okumuştum ki onlarla ilgili, artık içselleştirme vakti gelmişti. Sabah olduğunda heyecanıma dur dedim. Dursun ki, göreceklerimi gölgelemesin. Henüz hızlı tren hizmete girmediği için, arabayla gittim. Yanımda çok sevdiğim iki derin arkadaşım. Derinlikleri, sohbetlerimizin ve hayata bakışımızın hızlı olgunlaşmasıyla ilintili. Ama sınırlı değil. Oraya vardığımızda, kalabalığı görünce şaşırdık. Hafta arası olduğu için, açıkçası bu kadar insan yoğunluğu beklemiyorduk. Hele bir de yabancıları görünce, değmeyin keyfimize, bir sevindik bin neşelendik. Mevlana’mızın çağrısına kulak verdikleri ve geldikleri için, hoş gelmişlerdi ülkemize.
Konya’ya uzun yıllar gitmediğim için, şehrin gelişimi beni çok şaşırttı ve mutlu etti. Hele bisiklet yollarını görünce, üniversite sonrası ilk yaptığım yurt dışı iş gezim tekrar aklıma geldi. Ve gülümsedim. Gittiğim ülkeye nasıl da özenmiştim. Bisikletlerine binen ve onlara ayrılmış yollarda giden Avrupa’lılara gıptayla bakmıştım. Ama şimdi Anadolu’da bir şehirde böyle bir manzara ile karşı karşıyaydım. Merhaba Konya. Çok şıksın ve görmeyeli de çok güzelleşmissin. Tanıyamadım seni. Mevlana’yı anmaya gelmiştim ama senin farklılaşmış siluetin de beni etkiledi. Hızlı tren hizmete girer girmez, söz veriyorum daha sık ziyaretine geleceğim. Ama şimdi gözlerimi daha fazla kamaştırma da “Mevlana Kültür Merkezi”ne gideyim.
Oraya vardığımızda, sema gösterisi için biletlerimizi alacağımız yeri aradık. Uzaktaki bir binayı gösterdiler. Oraya varana kadar ilgiyle etrafımıza baktık. Öğle yemeği için, yemeye daha Ankara’da karar verdiğimiz, tandır ve etli ekmek yapan yerleri göz ucuyla aradık. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne ulaştığımızda, bizi güler yüzlü personel karşıladı. Biletlerimizi alırken, bize afiş, katalog ve kitapçık sundular. Değmeyin keyfimize. Canım Mevlan’mızın tanıtımı çok güzel yapılıyordu. Üstelik içeri giren yabancılarla da ingilizce konuşuluyordu. Harika. Gösterinin yapılacağı yer çok güzeldi. Ama daha da güzelleştirilebilir. Mesela duvarlara sözler yazılabilir. Tuvaletlerin temizliğine daha fazla önem verilebilir. Güvenlik görevlileri, kalabalığa rağmen daha güler yüzlü olabilirler. Anlıyorum o kadar insanı içeriye belirli bir hızda almak ve gösteriyi zamanında başlatmak çok stresli bir iş. Ama hoşgörü İnsanına geliyor herkes. O zaman, organizasyondaki en birinci konu da “hoşgörülü davranmak” olmalıdır diye düşünüyorum. Ve diyorum ki; niye böyle özel bir gösteri böyle bir konunun gölgesinde kalsın?
Yerlerimizi aldık, salon doluydu ama sahneyi çok rahat görebiliyorduk ve Ahmet Özhan çıktı. Çocukluğumdan beri sesini çok beğendiğim o güzel insan, ilahiler okudu. Çok güzeldi. Veee sonra başladı. O ruha dokunan, o bambaşka dans başladı. Elim kalbimin üzerinde, bakışlarım semazenlerin o ritimli, o derin dönüşlerinde, başladım seyre. Çok özel ve güzeldi. Hele o ney sesleri. Ah o ney sesleri. Öğreneceğim seni üflemeyi “ney”.
Oradan çıktık. Mevlana Camii’nde kaybolduk. Öyle bir kayboluştu ki, içinde derin derin alınan nefesleri ve yeniden doğuşu da barındırıyordu. Sağol Mevlana’m. Çok kalabalıktın bugün. Mutlusundur, tahmin ediyorum. Ama ben tekrar geleceğim. Baş başa kalabilmek için. Bugün herkesi selamladın. Kıskanmadım. Kendimi doğru anlatmak isterim sana. Sadece ben ve sen olmak isterim bir gün. O zaman daha uzun sohbet edebilirim seninle. Senden sonra da Şems’in türbesine gideceğim. Seni anacağım onunla. İzninle orada da uzun kalmak isterim.
Mevlana Müzesindeki tanıtım materyallerinin satıldığı yere muhakkak gidin. Çok güzel hatıra eşantiyonları hazırlamışlar. Kaliteli malzemeden yapılmış ve iyi dizayn edilmiş semazenler, Mevlana’nın resminin olduğu defterler, buzdolabı süsleri, mumluklar ve daha neler var neler. Gidin, görün ve alış veriş yapın. Yabancıları o mağazada ilgiyle izledim. Beğeniyle bakıyorlar ve satın alıyorlardı. İçimden “alın alın, hatta arkadaşlarınız için de alın ve ülkenizde tanıtımını yapın. Hatta her buzdolabınızı açtığınızda, Mevlana’mın bir sözü hayatınızı değiştirsin, okuyun” dedim gururla:
• Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
• Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
• Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
• Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
• Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol.
• Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
• Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Oradan çıktıktan sonra, hava kararmış olmasına rağmen, Şems-i Tebrizi’nin türbesini ziyaret etmeden Ankara’ya gidemezdik. Ancak yol boyunca önümüzü kesen çocuklar, bir şeyler satmaya çalışıyorlardı. Çocuklar sadece bir şeyler satsalar sorun değil. Ama hayır denmesine rağmen sizi takip etmeleri ve ısrarla yakınınıza daha yakınınıza yaklaşmaları rahatsızlık vericiydi. Önce kızmamıza rağmen, sonra hüzünle yumuşadık. Yoksulluğun bir yansımasıydı bu. Bir tek bizim ülkemizde değil, dünyanın hemen hemen her yerinde rastlayabileceğimiz bir gerçeklikti. Sattıklarından birer tane alarak, yolumuza buruk bir şekilde devam ettik. Türbede Şems bizimleydi. Yine geleceğim ve tüylerimin diken diken oluşunun keyfini tekrar çıkartacağım. Kalbim bir başka attı. “Aşk” oradaydı. Yüce Allah, her ikisine de rahmet eylesin. Öğretileri için teşekkür ederiz. Hayatımıza uyarlamak için çok çalışıyoruz.
Bekle Yunus Emre’m seni de ziyaret edeceğim. Canım ülkemi karış karış dolaşacağım. Bu yazımda yerim olmadığı ve bilgim eksik olduğu için sayamadığım daha nice güzel insanları, öğrendikçe anacağım ve sizlere de büyük bir heyecanla aktaracağım.
Hayaller kurmaya devam ediyorum. Hep olumlu düşünerek bakıyorum hayata. Eleştirirken önce güzellikleri sıralayıp, sonra eksiklikleri söylemeye çalışıyorum. Yapamayacaklarıma değil, yapabileceklerime odaklanıyorum. Allah kısmet ederse de ölene kadar, güzellikler yaratmak ve katkıda bulunmak hevesindeyim.
Tatlı bir keyif ve ürpertiyle yazdığım bu yazıyı, okuyan gözlerinize teşekkür ederim. Sevgi ve saygıyla selamlıyorum sizleri.