Başka Türlü Birşey O’nun İstediği
Yönetmenliğini Görkem Turgut’un üstlendiği, politik dram türünde 2008’in en iddialı yapımları arasında gösterilen “Yağmurdan Sonra”, geçtiğimiz ay seyirci ile buluştu.
Osman Şahin’in “Üzüm Bağları” adlı öyküsünden esinlenilerek yazılan ve çekimleri Gökçeada’da gerçekleştirilen film; 12 Eylül 1980 darbesinin toplum ve bireyler üzerindeki etkilerini, yasak bir aşkın hüznü eşliğinde anlatıyor.
Oyuncu kadrosunda Serhan Yavaş, Turan Özdemir, Nilgün Belgün ve Demir Karahan gibi başarılı isimlerin de yer aldığı “Yağmurdan Sonra”nın başrol oyuncularından Pelin Batu ile bir araya geldik. Kişisel konulardan başladık konuşmaya; “Yağmurdan Sonra” ve Türk sinemasına kadar uzandı sohbetimiz…
Yazarlık, oyunculuk, televizyon programcılığı… Bu meslekler içinde hangisi seni daha iyi yansıtıyor? Hangisinde daha başarılı olduğunu düşünüyorsun?
Pelin Batu: Kendimi en iyi yazı yazarken ifade ettiğimi düşünüyorum. Kelimelerle oynamayı çok seviyorum. Oyunculuk ise yaptığım en “sosyal” iş. Sette, hepimiz bir bütünün parçalarıyız ve kolektif halde bir şeyler yaratmaya çalışıyoruz. Bunun zevkleri ve zorlukları var. Yazarlık ve oyunculuk birbirini tamamlayan işler benim için. Televizyonculuk ise çok yeni ve bambaşka kriterlerin devreye girdiği bir iş. Başarı izleyenlerin takdirine kalmış.
Oyunculuk nasıl girdi, hayatına? Başlangıçta ne gibi beklentilerin vardı bu alanda?
P.B: Tiyatroya çok küçük yaşlarda ilgi duymaya başlamıştım. Yedi yaşından itibaren konservatuarda piyano bölümünde okudum. O yüzdem sahne sanatlarıyla ilgili bir şeyler yapmak istediğimi biliyordum. Ama sinema Roma’da Ferzan Özpetek’le tanıştıktan sonra başladı. İyi ki de başlamış, hayatıma renk girdi. İtiraf edeyim, çok fazla beklentim hiç olmadı ama çok memnun olduğumu da söyleyemem. Periyodik olarak beni heyecanlandıran işler yapmaya gayret ediyorum.
Oyuncu olarak hedeflediğin yerde misin?
P.B: Evet ve hayır. Kendimi şanslı hissediyorum. Her sene bir sürü film senaryosu okuyorum, bunların arasından seçim yapıyorum. Bu Türkiye’de bir oyuncu için bir lüks, bunun farkındayım. Ama sinema, takdir edersiniz ki yönetmen işi ve bu iş çok zor bir iş. Dolayısıyla hep istediğiniz, beklediğiniz projelerle karşı karşıya gelemeyebilirsiniz. Bu beklenti; oyunculuğun en yorucu tarafı, pasif hissetmek.
Sektördeki birçok insandan farklı bir duruşun var. Medyaya karşı biraz yabancı ve ilgisiz duruyorsun. Hatta bu piyasanın içinde olmaktan rahatsız gibisin çoğu zaman. Bunun sebebi nedir?
P.B: Tanınıyor olmak, iltifatlar ve yergiler gerçekten çok etkilemiyor beni. Yaptığım işleri seviyorum. Bazen hayal kırıklıkları oluyor, olacak. Ama en nihayetinde sevdiğim işlerle meşgul olduğum için onlarla birlikte doğan avantajları ve dezavantajları çok fazla irdelemiyorum. Bu anlamda sektörün oyunları ki bunun içinde doğru yerde doğru zamanda olmaktan tutun, görünürlük oyunları oynamaya kadar bir sürü çaba var; bana çok itici gelebiliyor. İşin bu sahte tarafları aslında önemli, bunun farkındayım ama yapamıyorum. O anlamda biraz uzaktan seyretmek, dışında kalmak gibi sonuçları oluyor ama o sayede daha huzurlu bir insan olduğumu fark ettim.
Yaptığın işler gereği göz önünde olmak zorundasın. Bu çelişki seni rahatsız ediyor mu?
P.B: Ediyor! Dediğim gibi yaptığınız işi sevince, bazı dikenlere de katlanmak zorundasınız. Duymazlıktan gelmeye çalışmak zor ama zamanla koruma mekanizmaları geliştirmeye başlıyorsunuz.
Son olarak “Yağmurdan Sonra” filminde başrolde izledik seni. “Yağmurdan Sonra” ana hatlarıyla bir “yasak aşk” filmi mi?
P.B: Hayatlarındaki eksikleri başka insanlarla doldurmaya çalışan insanlar var bu filmde. Evli bir çift var ama evlilikleri çoktan bitmiş. Bu ikisinin arasına bir karakter giriyor ve bu karakterin kaybettiği birçok şey var. Hayatı hapishanelerde geçtiği için kızını hiç görememiş mesela. Film, bu insanların hikayesini anlatıyor. “Yasak aşk” bana hiç yasak gibi gelmedi sadece legalite anlamında yasak. Ama öbür tarafta zaten aşk çoktan bitmiş, o yüzden benim canlandırdığım “Sumru” karakterinin bu gibi etik sorunsalları olduğunu düşünmüyorum.
Serhan Yavaş ile nasıl bir ikili oldunuz? Çekimler nasıl geçti?
P.B: Ekipten çok memnunum. Serhan çok profesyoneldi, arada bol bol sinema sohbeti yaptık. Turan Özdemir ile çalışmak büyük zevkti, onunla senaryonun üstünden geçtiğimiz günlerden inanılmaz bir haz aldım. Nilgün Belgün ve Demir Karahan’ı tanıdığım için çok mutluyum, ikisi de muhteşem insanlar.
Pelin Batu’ya kişisel anlamda neler kazandırdı bu proje?
P.B: Son yıllarda hep “genç kız” hikayeleri geliyordu. İlk defa olgun bir kadını canlandırdım. Karakter benim ilgimi çekti. O anlamda her film, yeni bir karakter yaratma anlamında bir ders oluyor benim için.
Film, gişede beklediği başarıyı elde etti mi?
P.B: İnan, işin bu tarafını hiç düşünmüyorum. Biz işimizi yaptık; seven sever, yeren yerer ama artık bizden çıktı film.
Türk sinemasında son dönemde yaşanan hareketliliği nasıl değerlendiriyorsun? 2008’de gösterime giren filmler içinde hangilerini beğendin?
P.B: Bu hareket hepimiz için iyi tabi. Sektörün gelişmesi anlamında da mühim. Çünkü teknik açıdan ne kadar çok iş olursa, o kadar çok gelişme olur. Hareketliliğin nedeni sanıyorum artık insanlar kendilerine yakın gelen hikayelere ilgi duyuyorlar. 2008, benim için bir sinema seyircisi olarak çok parlak değildi. Aklımda kalan ve güzel bir tat bırakan bir film yok ne yazık ki.