Anlayana Sivrisinek…
Bu köşe bugüne kadar politikaya bulaşmamıştı. Hatta bu köşede politika ile ilgili tek kelime etmeyeceğime dair kendime söz vermiştim, ama olmuyor. Ülkemizin içinde bulunduğu dönem, yaşananlar bizleri politikaya ilgisiz bırakmıyor. Ben gene de sözümün bir ucunu yakalayıp uygun olup olmadığını size bıraktığım birkaç fıkra ile günümüz politikacılarına gönderme yapayım. Politikasız yazılarla metnimi anlatmaya çalışayım, anlayan anlasın. Yüzümüzde bir gülümseme oluşsun. Gerçi şairin bir zamanlar söylediği gibi: “Güleriz ağlanacak halimize” dizesinde belki gerçeği anlatsa da bugün artık bizim ağlanacak halimize değil gülmek, ağlamaya dahi gücümüz kalmadı. Ama ne de olsa insanın gülmeye ihtiyacı var.
Bir avuç ayrık kökü, günün birinde büyük bir tarlanın kenarına gelip, sığınmış:
– Bana şuradan bir avuç yer verir misin ulu tarla? Ne olur?
Tarla desen ucu bucağı yok; alabildiğine geniş ve verimli… Dönüp bakmadan, olağanca heybetiyle:
– Pekala! Sen de oraya bir yere iliş, demiş.
Çok değil birkaç yıl sonra ayrık kökü, kötü huyu gereği bütün tarlaya yayılmış ve her yeri kaplamış. Ekin ekecek yer kalmamış. Tarla bu kez:
– Sen benden bir karış yer istedin ama şimdi bütün tarlaya yayıldın. Hadi biraz toparlan… diye sesini çıkaracak olmuş. Ayrık kökü hemen cevap vermiş:
– Ben yerimden memnunum! Rahatsız olan gitsin!
Ve tarla önce otluk, sonra otlak olmuş…
Beğenmeyen başka ülkeye gitsin diye “ya sev ya da terk et” politikalarını bize sunan eleştiriye tahammülsüz politikacılara…
xxx
Adamın biri sürekli kirli bir gömlek giyermiş. Yakın bir arkadaşı gömleğin siyahlaşmaya yakın yakasını görünce dayanamamış, bir gün aralarında şu diyalog geçmiş:
– Yahu nedir bu gömleğin hali? Yakışıyor mu sana? Kirden simsiyah olmuş bir yaka. Yıkasana şunu!
– Yıkıyorum!
- E,neden kirli?
- Tabi giydikçe kirleniyor
- Kirlenince yine yıkarsın.
- Yine kirleniyor.
- Tabi kardeşim, gömlek bu. Giydikçe kirlenir, kirlendikçe de yıkarsın.
- Yahu! Ben dünyaya gömlek yıkamaya mı geldim.
Asker sevgisini darbe sevgisi ile karıştırıp onları göreve çağıran, öteden beri hep asker düzeltsin diyen, demokrasiyi sürekli zaafa uğratan sivillere ithaf olur.
xxx
Bir Amerikalı yola gidecek. Arkadaşı da onu uğurlamaya gelmiş. İstasyonda tren bekliyorlar. Gar şefine sormuşlar:
– Bir saat kadar bekleyeceksiniz, cevabı üzerine:
– Gel bir parti kağıt oynayalım, vakit geçiririz demişler ve oyuna öylesine dalmışlar ki, düdük sesini işitip dışarı fırladıkları zaman tren hareket etmiş.
– Hay Allah! Ne olacak şimdi? derken, şef:
– Bir saat sonra bir tren daha var, demiş.
– Öyleyse gel kağıt oyununa devam edelim. Ama bu sefer dikkat edelim. Treni kaçırmayalım, diyen iki kafadar bir saat sonra trenin geldiğini duymuş.
– Ben valizi götürüyorum. Sen de koş gel, diyen iki kişiden biri fırlamış, hareket etmek üzere olan trene koşmuş, atlamış ve tren hareket etmiş. Peronda kalan da kendi kendine gülüp duruyormuş, şef dayanamamış ve sormuş:
– Sonunda yetişti değil mi? Neye gülüyorsunuz?
– Hayır, demiş yolcu. Trene binecek bendim. Beni uğurlamaya gelen arkadaştı da ona gülüyorum. Ben treni yine kaçırdım.
Suni gündem rüzgarına kapılıp somut öneriler sunamayan, parti içinde birbirini yiyen muhalefete söylüyoruz: “Sakın treni kaçırmayın!”
xxx
Mahallenin belli başlı sakinlerinden bir zat gece yarısı zil zurna olarak sokak lambasına tutunmuş bekliyorken, komşusu ile karşılaşmış:
– Ne o üstat, ne bekliyorsun? Eve gitsene, diyecek olmuş. Adam da cevap vermiş:
– Ooo, komşum iyi geceler. Gideceğim, gitmesine ama bekliyorum.
– Neyi bekliyorsun?
– Mahalle fırfır dönüyor. Bizim kapı önüne gelince vurup içeri gireceğim.
İktidar olduktan sonra başı dönüp hizmeti unutanlara… Ne bekliyorsunuz beyler? Evin kapısının önünüze gelmesini mi? O kapının git gide uzaklaşmakta olduğunun farkında değil misiniz?
xxx
Zamanında çok zengin bir adam varmış. O zamanlarda özel terzisi, ayakkabıcısı evine gelerek onu giydirirmiş. Adamda da resim yapma merakı varmış. Konağın duvarları kendi yaptığı tablolarla doluymuş. Bu zengin ressama ısmarladığı ayakkabıları giydirmek veya yeni ayakkabı ölçüsü almak için bir gün ayakkabıcısı gelmiş. Ayakkabı ustası işini bitirdikten sonra ev sahibi ile oturup, kahve içiyorlarmış. Ev sahibi aniden:
– Gel sana son yaptığım tabloyu göstereyim. Büyük babamın general üniformasıyla bir resmi, demiş. Almış terziyi büyük merdivenleri çıkarmış ve tam da karşıda duran adam boyu tabloyu göstermiş. Yağlı boya bir general resmi. Kunduracı resme bakmış, bakmış, bakmış ve demiş ki:
– Çok güzel, tıpkı canlı gibi… Aşkolsun beyefendi. Yalnız affedersiniz bir şey söyleyeceğim.
Zengin ressam duraklamış:
– Ne gibi?
– Affedersiniz bizim sanatımızdır da onun için söylüyorum, çizmenin ölçüsü mahmuz takılmak için biraz çıkık olmalıydı. Bir de çizmenin koncunu çekecek kulağı, dışarıda yapmamışsınız o içeride kalır görünmez, deyince adam hak vermiş:
– Bravo, ben onlara dikkat etmemiştim. Teşekkür ederim, yarın hemen düzeltirim, demiş. Ama ayyakkabıcı devam etmiş:
– Bir de elbisenin yakası biraz daha mı… demeye kalmamış ki, ressam:
– Ustam, sen affedersin ama çizmeden yukarı çıkma. Olmaz mı? diye adamı susturmuş.
Somut projeleri olmadığı halde yalnızca laf kalabalığı için televizyondaki tartışma programlarına çıkan, sığ açıklamalar ile milleti uyutan politikacıların ve haddini aşanların bu fıkradan çıkaracakları çok ders var sanırım.
xxx
Gemi giderken kaptan ölmüş. Geminin sahibi de içeride, olur ya yolculara seslenmiş:
– Kaptan sizlere ömür. İçinizde gemicilikten anlayan varsa yönetimi ele alsın da yola devam edelim demiş. Bir adam çıkmış:
– Ben kaptanlıktan anlarım diye, geçmiş dümenin başına. Gemi yola devam ederken gece yarısı aniden bir patırtı, gürültü çatır çatır karaya vurmaz mı? Herkes sahile dökülmüş. Sabah olmuş, gemi sahibi harıl harıl koşturarak:
– Hani o kaptanlıktan anlayan adam nerede? diye sormuş. Adam bir kayanın kuytusuna büzülmüş, oturuyormuş. Seslenmiş gemi sahibine:
– Buradayım.
– Yahu, sen ne biçim kaptansın? Hani gemicilikten anlardın? Nedir bu hal? Karaya çarptık.
– Benim ne kabahatim var beyefendi? Ben gemiyi güzel güzel idare ediyordum ama görüyorsun deniz bitti. Ben ne yaparım biterse? cevabını vermiş.
Ülkenin bütün kaynaklarını yabancılara satanlara bir çift sözümüz var. Aman dikkat edin de Allah denizi bitirmesin, yoksa karaya toslarsınız.
xxx
Tilki ile karganın hikayesini herkes biliyor. Karga peyniri ağzına almış. Ağaca konmuş. Tilki de o ağacın altında:
– Aman, karga bey ne olur biraz öt de sesinden faydalanalım, diye ağzını açtırıp, peyniri yere düşürtmek istemiş. Karga, Tilki’yi dinlemiş ve peyniri bir ayağı ile ağzından alıp, aşağıya düşmesini önledikten sonra:
– Ben La Fontaine’in o hikayesini okumuştum, cevabını vermiş. Kargalar bile artık La Fontaine’i biliyor. Naber?
Yıllarca icraatın içinden programı ile evimize konuk olarak aynı hikayeleri anlatan, halkı meşgul eden politikacılara; biz de bu hikayeleri biliyoruz…
xxx
Fıkralar aldı başını gitti, devam etsek gerisi gelecek. Yazıyı bir İngiliz’in bana söylediği söz ile bitirelim ve hani anlayana sivrisinek deyişiyle birilerine yollayalım.
- Ne zaman insan düşüyor, düşüyor, bir şey olmuyor. Ama ne zaman kıç üstü oturuyor, yere vuruyor o zaman çok acıyor.
Bana bir şey olmaz diyenler, unutmayın! Düşmez kalkmaz bir Allah!
Erol ÇINAR