Adil Yıldırım: Eski Türk Filmleri Geride Kaldı
Günümüzde en çok aldığım sorulardan bir tanesi: “Neden eski aşk filmlerini artık hayatımızda yaşayamıyoruz?” Buna kapsamlı olarak bir açıklama yapmak istiyorum. Bunun en büyük sebebi, insanların değişim olgusunu ve dünyadaki dinamikleri kabul etmiyor olmalarıdır.
Dünyanın değişim hızı, gittikçe artıyor. Şöyle bir örnek verebiliriz: 1920 senesinde doğmuş bir insanla 1960 senesinde doğmuş bir insan arasında dünyaya bakış açısı ve yaşam biçimi olarak çok büyük bir fark bulamayız; ancak bugün, yirmi sene arayla doğmuş iki insan arasında bile çok büyük bir bakış açısı ve anlayış farkı görüyoruz, çünkü özellikle teknoloji artık, insan algısının ötesinde noktalara doğru ulaşıyor.
Milenyum, henüz insanlık tarafından algılanamadı. 2000’li yıllar, özellikle 90’lı yılların melankolik ve samimi havasını ortadan kaldırdı. Yeni jenerasyonlar; dünyaya gelirken aynı zamanda kendilerine ait bir bakış açısını da getirdiler. Milenyum ile birlikte, dünya genelinde tüketim çılgınlığı başladı. Aslında bunun ilk ipuçlarını “Dövüş Kulübü” filminde insanlara gösterdiler. Herkesin sürekli harcama yapması ve ihtiyacı olmayan şeyleri almaya çalışması, milenyumun bize ilk getirisi oldu. Dolayısıyla bu tüketim odaklı toplum içerisinde, hayatımızın belki de en sıcak ve en korunaklı duygusu olan âşık olma duygusu da tüketime kurban edildi. İnsanlar, aşk içerisinde yapmaları gereken emek vermek ve fedakârlık yapmak, anlayışlı olmak gibi özelliklerini hızla yitirdiler, çünkü dünya değişirken bütün duygularımız da zarar görmeye başladı. İşte bütün bu sebeplerle; 80’li veya 90’lı yıllarda doğmuş insanlar bile 2000’li yılların atmosferini ve getirilerini anlayamadılar. Elbette yeni bir bin yıla girmek mutlaka bir insan için çok büyük bir deneyim. Dünya tarihine baktığımız zaman, çok az sayıda insan bin yıllık geçişlere şahit olmuştur.
Bunun maliyeti çok ağır oldu, çünkü duygusuz ve yüzeysel bir dünyada yaşamaya başladık. Bugün, “Aşk yaşıyoruz,” diyen bazı insanların bile yaşadıkları deneyim bir haftalık veya maksimum bir aylık flörtten ibaret. “Uzun bir ilişkim var hocam,” diye bana seslenen bazı danışanlarım, sadece bir aylık ilişkilerden bahsediyorlar. Özellikle Z Kuşağı, yani bugün yirmi ila yirmi beş yaş arasında olan gençler, aşkın kısa süreli bir deneyim olduğunu düşünüyorlar.
Eski Türk filmlerine baktığımız zaman, özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda, aşk için mücadele eden, emek veren, fedakârlık yapan insanlar görüyoruz, çünkü onlar, aşkın mücadele edilmesi gereken bir deneyim olduğunu biliyorlardı. Günümüzde ise fedakârlıktan eser yok, çünkü insanlar özellikle sosyal medya ve uygulamalar nedeniyle, kolaylıkla başka birisini bulacaklarını düşünüyorlar. Çok fazla alternatifi olan insan, asla bir şey için fazla mücadele etmek istemez. İşte bütün bu sebeplerle milenyumda aşka bakış açısı tamamen değişti. Shakespeare’den bugüne insanın en büyük sığınağı ve yaşam sevinci olan aşk duygusu, bugün hızlı tüketilen bir yemek haline geldi. Bazen kendime soruyorum “Belki de insanı robotlardan ayıran en birinci özellik aşk değil midir?” ve daha da kötüsü, korkarım, robotlar aşkı öğrenecekler ve biz çoktan unutmuş olacağız.
Bugün insanlara özellikle empoze edilen ve dünya genelinde bir çılgınlık haline gelen tüketim, sürekli lüks yaşam ve kesinlikle ihtiyacı olmayan şeyleri elde etme duygusu; insanları yaşama sevincinden uzaklaştırıyor. Maalesef bugün aşk, eski Türk filmlerinde kaldı ve o filmleri izledikçe sanki yüzyıllar öncesine gitmiş gibi hissediyoruz. Oysaki sadece kırk yıl öncesinden bahsediyoruz. Hızlı yaşamaya çalışan insanlar, kendilerinden kaçıyorlar. İnsanlık, kurtuluş için mutlaka tekrar aşka sığınacaktır.