Üç Kuşak Sanat
Atölyeye girdiğimiz anda başımızı döndüren boya kokuları mı yoksa eşsiz tabloların güzelliği mi diye düşündük. Ama bu sorunun yanıtını fazla aramadık çünkü sanat eserlerinin başımızı döndürdüğü aşikardı. Üç kuşak sanatla iç içe büyüyen bir ailenin hikayesini keyifle dinlemeye başladığımızda iki yetenekli genç ressam bize eşlik etti. Tablolarıyla bugüne kadar birçok sergiye imzasını atan ressam Firdevsi Feyzullah ve kendisi gibi ressam olan ikiz oğulları ile birlikte bize yeni projelerini anlattı…
Firdevsi Feyzullah Kimdir? Bize kendinizden bahseder misiniz?
Roman ve şiirle harmanlanmış bir ortamda doğmuş, şanslı biri olarak hissediyorum kendimi. Annem şair Gülçehre ve babam yazar Seyyar’la 1963’te tanıştım. Çocukken hep resim yaparmışım, artık kağıdı geçip babamın biriktirdiği kitapları birer, birer boyamaya başlamışken bu çocuk ressam olur diye kararlarını vermişler. Böylece ailenin görsel boyutunu ben tamamlamış oldum. Bu macera ilkokuldan başlayan resim eğitimi ve sonrasında Güzel Sanatlar Akademisi ile devam etti.
Resime olan yeteneğinizi nasıl keşfettiniz?
Bendeki resim yeteneğini annemle babam keşfetmiş, şansımı onlara borçluyum. Belki de insanın hayatı o noktada başlar. Çok büyük etken de küçükken annemin portresini yapan bir ressam oldu. Onun çalışmasına bakarken beyaz tualin nasıl üç boyuta dönüşmesini görmekle hayaller orada başladı. Bende bir gün gelip bu rüya gibi renkli dünyada yer alabilir miyim? Bugün annemin portresini yaparken o hayaller yanı başımda beni o günlere götürüyor.
Resim yaparken nelerden ilham alıyorsunuz?
Şimdi hayaller ilhama dönüştü. Sanatçı ailede büyümem yaptığım resimlerde şiirsel lirizmin sürrealistik duygulara dönüşmesine sebep oldu. Sanatçılar çevreye olan hassaslığı ve duygusal yapıda olmaları her an, her şeyi eserindeki kahraman pozisyonuna geçirebilmeleridir. Soy ağacından gelen müzisyen, tiyatrocu, balerinlerin olması seçtiğim temalara yol açtı. Bale serisi uzun yıllardır üzerinde durduğum ve geliştirdiğim konulardan biri. O uçuşan şiirsel tüllerin arasındaki kah balerinlerin, kah bale pabuçlarının dansı gerçeküstü düşsü bir aleme götürüyor. Akşam ışığında
yanan mumların aşk mektupları ile örtülmüş geceleri, kitapların arasındaki kalan sırlar onların duygularını, tutkularını, üzüntülerini ve özlemlerini keman eşliğinde tamamlıyor…
Kadınlar ve ağaçlar arasında nasıl bir ilişki yakalıyorsunuz ve bunu tualinize döküyorsunuz?
“Kadınağaç” yarattığım temalardan biridir. Bir gün ormanda gezerken yapraklarını dökmüş soyunmuş dizi dizi ağaçlara bakarken, sanki kendimi amazonların ülkesinde hissettim. Sonra onların tualdeki kahramanlık rolleri başladı. Kadınların kollarını vücutta sürreal ağaçlara dönüşürken aşk entrika hikayelerini sürdürüyorlar. Yaprak detayı bu seride gelişti ve sembol olarak başka temalarda rolünü devam ettiriyor. Genelde yapraklar kurumuş halleri ile gözükmekte bu da mazide, yaşanmış havasını yansıtmakta.
Eserlerinizdeki üç boyut gerçekliğini nasıl yakalıyorsunuz?
En başta sizin seçtiğiniz tarza bağlı o da Sürrealizim ve Hipperralizim. Bu akımlar sizi teknik olarak her şeyi form, perspektif, anatomi, renk bilgisi bilmek zorunda bırakıyor. Bunun altında çok büyük emek yatıyor. Üçüncü boyut geçmişten günümüze insanların hep ilgisini çekmiştir. Dokunabilme hissetme sanatçıların tasarladığı ortama dahil olma boyutunu yaşatır. Rönesans döneminde yapılmış klasikleşmiş dediğimiz realist çalışmalar bugüne dek hayran kitlesini koruyor.
Eserlerinizi oluştururken hangi sanat akımlarından esinleniyorsunuz?
Akademik eğitim süresince dönem dönem sanat akımlarına olan hayranlık değişiyor.
Kendinizi dahil edeceğiniz sanat akımı yıllar sonra netleşmeye başlar. Benim de
denemediğim teknik ve tarz kalmadı ama hayata olan net bakışım detayların
anlamını geliştirdi. Hayatın anlamı belki de o ayrıntılarda saklı. Sonra başlayan
Natürmort çalışmalarım beni hipperrealizim yolunda ilerlememi sağladı. Sürrealizm, Sembolizm ve Hipperrealizm günümüzde beni çerçevesine esir almış akımlardır. Resimlerimi oluşturan lirizm ve romantizm bu üç akımın sentezidir.
Çalışmalarınızda yaprak ve satranç figürlerini bolca görüyoruz. Bunun özel bir nedeni var mı?
Çoğu çalışmalarımda yaprak veya satranç taşlarına rastlarsınız. Bu figürler artık imza sıfatını taşıyor. Tüm yarattığım serilerde bu iki detayın yeri ve görevi var. Yaprağın anlamını daha önceki sorularda yanıtladım, satranç taşları da erkekleri temsil ediyor.
“Bale” serisine ara verip “Satranç” serisini geliştirerek gündeme getirmek çabasındayım. Hayatımız bir oyun ve hepimiz orada bir oyuncuyuz. Asırlarca bu böyle gelmiş, böyle de gidecek. Değişen sadece mekan ve zaman. Satranç oyununda hayatımızın oyunu sanki, bir yanlış müdahale her şeyi alt üst eder. Yarattığım kompozisyonlarda satranç figürlerine dönüşen kadınlar yine bir biriyle olan kurnaz oyunlarını sergileyecekler.
Sanatın ve sanatçılığın okulda kazanabileceğini düşünüyor musunuz, yoksa doğuştan bir yetenek midir?
Soydan soya sanat anlayışı ve o ortamda büyümenin, hele genetik desteği varsa o insanın hayatta başarılı olması kaçınılmaz. Sanat okulları sanatçı yetiştirir diye yola çıkarsanız yanılabilirsiniz. Sanat okulları daha çok teknik altyapıyı verirken, sizi ressam olarak hazırlar.
Ama her ressam sanatçı olabilir mi?
Sanat kavramı farklı bir boyut. O tamamen yaratıcılıkla ilgili. Bu da doğurmaktır!
Sizin gibi yetenekli ve ressam olan ikiz oğullarınız var… Onlarla aynı projede yer almayı düşünüyor musunuz?
Evet, sanat çerçevesinin az çok tanıdıkları ikiz oğullarım var. İkisi de baba yolunu seçip Hacettepe Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okuyorlar. Behzat Feyzullah Grafik Tasarım Bölümü’nde 4. sınıf, Hüseyin Feyzullah ise Resim Bölümü’nde 4. sınıf okurken çok aktif şekilde fuarlara ve sergilere katılarak, kendi hayran kitlesi oluşturmuş durumda!
Üçlü bir konsept düşündük ve her birimiz kendi konularımızdan oluşan “Baba ve Oğulları” sergi projesine girdik. 2013 Ekim ayında Galeri Soyut’ta sanat severlerle buluşmaya hazırlanıyoruz!