Şantiyede Bir Entelektüel
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Serdar İnan: 1965 Erzincan doğumluyum. 1969 yılında Türkiye’nin genel tahammüllerine uyarak ailemle birlikte Anadolu’dan İstanbul’a taşınmışız.
1969’dan sonra İstanbul’da Robert Koleji’ni ve İstanbul Teknik Üniversitesi mimarlığı bitirdim. Babamızın mesleği de müteahhitlik olduğu için biz de meslek olarak müteahhitlik firmasının sahibiyiz. Bu güne kadar yaklaşık iki yüz proje gerçekleştirdik. Bunların yüz tanesi babamızın döneminde, yüz tanesi ise bizim dönemimizde gerçekleşti. Bugüne kadar yaptığımız projelerin çoğunu yap-sat olarak gerçekleştirdik. Çok az taahhüt usulü proje gerçekleştirmişizdir. Bu işleri de genellikle kendi sermayemizi kullanarak yaptık. Hemen hemen her çeşit projeye imza attık. Çarşı, rezidans, konut, apartman, işyeri, büro, dükkanlar, hastane, otel, fabrika, depo…
Yurt dışında herhangi bir girişiminiz oldu mu?
S.İ: Yurtdışı ile ilgili herhangi bir girişimde bulunmadık. Suudi Arabistan’da bir şirket kurduk. Bir de Türkmenistan’da ve Ukrayna’da takip ettiğimiz iki proje var. Tabi Türkiye’nin şöyle bir konumu var; Türkler kurucu bir millettir. On yedi tane ülke kurmuşuz ama on altı tanesini de batırmışız. Türkler demek ki kurmayı iyi bilen fakat devam ettirmekte sorunları olan bir millet. Türk Milleti’nin bu yapısından dolayı da zaten dünyada Türk firmaları genel ortalamanın çok üzerinde bir pazara sahip. O yüzden yakın gelecekte Türkiye’nin öneminin de artacağını düşündüğümüz için yurt dışını takip ediyoruz. 2008 krizinde Batı’nın güç kaybedeceği, bunun yerine, Rusya’nın, Hindistan’ın, Brezilya’nın, Çin’in, ben onun yanına beşinci ülke olarak Türkiye’yi de koyuyorum, bu beş ülkenin yıldızının parlayacağı hemen hemen belli oldu.
Beşinci Ülke olsak daha ne isteriz…
S.İ: Olacağız olacağız inanın. Türkiye’nin Dünya üzerindeki gelişimine bakarsanız, nereye gideceğini tahmin edebilirsiniz. Dünya üzerindeki hemen hemen her yerde etkin olduğunu görebiliyoruz. Orta Asya üzerindeki ülkelerle millet olarak bağımız var, dinsel olarak Afrika’da ve Orta Asya’daki ülkelerle bağımız var. Zamanında çok fazla Türk Avrupa’ya yerleşmiş. Avrupa’yla da o anlamda bir bağımız var. Türklerin küresel anlamda genel bir yayılması mevcut. Bu akıllı yönetimlerle pekiştirilirse eğer çok da öyle hayal gibi değil. Deriz ki “Türkiye yetmiş milyon nüfusla nasıl dünyada ilk beşe girecek?”. Neticede şu an seksen milyon nüfus ile Almanya dünyanın dördüncü ülkesi. Yapılabileceğine inanırsak, doğru planlamayla bunu gerçekleştirebiliriz. Hüseyin Bolt 9:58’de koştu mesela. 9.58 gibi bir sürede koşması, “insanoğlu her şeyi yapar” adına güzel bir şey. “İnanırsak yapabiliriz”in karşılığı bu.
Başarılarınızda ailenizle aynı meslekten gelmiş olmanızın ve önceki yıllarınızda yine onlarla çalışmış olmanızın bir etkisi olabilir mi?
S.İ: Tabi ailenin etkisi yadsınamaz. Ben her zaman da tavsiye ederim. Yapabiliyorlarsa ve seviyorlarsa, çocukların babalarının mesleğini devam ettirmelerinde fayda var. Babanın yaptığı işi devam ettirdiğin zaman hep artı bir ile başlıyorsun. Onun tecrübeleriyle başlıyorsun ya da onun yaptığı hataları başında bizzat görüyorsun, yaşıyorsun tecrübe aktarımı çok önemli. Bunun memlekette maalesef eksik olduğunu görüyorum. Tecrübe yaşamış insanların kitapları az. Aktarılan tecrübeleri de insanlar okuyor veya dinliyor fakat pas geçiyor. Hâlbuki hayat tekerrürden ibaret.
Sizce bu sektördeki en büyük hata nedir?
S.İ: Doğru yere, doğru projenin yapılması çok önemli… Mesela bazı inşaatçıların yaptığı hatalardan biri; on sene sonrasının binasını bugün yapmak. Ancak onun alıcısı yok bugün. Belki ileride kitaplarda adınız geçer, büyük iş yaptı, ilerisini gördü, ilk o yapmıştı diye. Öldükten sonra tabloları milyarlar eden ama yaşarken pula muhtaç olan ressamlar gibi. Bu da çok mantıklı değil. Günü kurtarıp, işimizi yaparken bir yandan insanlara vizyon veren örnekler de yapalım. Ama hayatımızın bütün ürünleri hep vizyoner olursa, o zaman da günü kaçırırız. Ben onun için diyorum ki, mutlaka her yöne yayılmak lazım. Müteahhitlik birçok açıdan zor bir meslek. Birincisi çevre kirliliği yaratan bir sektördür. Önlerine binalar gelmesinden dolayı insanları rahatsız edebilir. Ayrıca bu işte müşteriye önce imaj satarsınız. Müşteriye başta sattığınız imajla, sonra teslim ettiğiniz ürünün birbirini tutması lazım. Bu da zor bir iş. Yani adama ceketi giydirip de ceketi satmıyorsun. Ceketi önce çiziyorsunuz, diyorsun ki “Ben sana şöyle bir kumaştan, böyle bir ceket yapacağım”. Adam da “Tamam” diyor, hayatının bütün birikimini çıkartıyor, sana veriyor. Aradan iki sene geçiyor, proje bitiyor, adam “Benim kafamda böyle bir şey yoktu” diyor. Siz belki de dediğinizden daha iyi bir şey yaptınız ama beğenmiyor. Böyle çapraşık ilişkileri olan bir sektör.
Mimar olmasaydınız başka hangi mesleği seçerdiniz?
S.İ: Gemi mühendisliğini yazacaktım ben. Özgürlük var, ticaret var, seyahat var diye gemi mühendisliğini yazacaktım, sonradan vazgeçtim, mimarlık yazdım ve çok memnunum. Mimarlık benimle çok örtüşen, hem madden, hem manen beni çok doyuran bir meslek. Ayrıca insanın ufkunu açan ve hayatın bütün öğeleri ile de ilişkisi olan bir sektör. Bu anlamda çok memnunum. Ama bu olmasaydı, manen beni besleyecek iş anlamında, psikoloji, sosyoloji, felsefe diye düşünürdüm. Ama onların da kazanç anlamında insanları çok tatmin eden işler olmadığını düşündüm. Film sektörü, senaristlik, yönetmenlik, yapımcılık da beni cezbeden diğer meslekler diye söyleyebilirim.
Peki kendi projelerinizi kendiniz mi çiziyorsunuz? Veya siz mimar olarak ne kadar rol alıyorsunuz?
S.İ: Kimi projelerde yüzde seksene varan bir oranda rol alırken, kimi projelerde yüzde yirmide kalıyoruz. Ama tabii her zaman aşçıbaşılık denen bir rolümüz var. Değişik dinamikleri bir arada tutuyoruz. Mimarlar çiziyor, biz mimarlara fikrimizi söylüyoruz. Ticari anlamda, inşaatın yapımı, satışı anlamında fikrimizi söylüyoruz. Orkestra şefliği yapıyoruz, çalınacak parçalara karar veriyoruz. Ama neticede parçayı çalan biz değiliz.
Otomotiv, enerji ve turizm sektöründe de olduğunuzu biliyoruz. O sektördeki faaliyetleriniz neler?
S.İ: Onlar da bizim inşaat sektörümüz dışında yaptığımız yatırımlar. Otomotiv sektöründe şirketlerimiz var, enerji sektöründe de bir şirketimiz var. Güneyde, Tarsus’ta 50 megawatt gücünde bir hidroelektrik santrali yapıyoruz. Şu an inşaatı devam ediyor. Ama tabi esas işimiz inşaattır, inşaata devam ediyoruz.
Kendinizi inşaat sektörünün neresinde görüyorsunuz? Kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?
S.İ: Kendimi hem toplumsal mesaj verme gayreti içinde olan, hem de ileriye yönelik, vizyoner projeler gerçekleştiren bir firma olarak konumlandırıyorum.
Makaleleriniz ve dört tane şiir kitabınız var. Sonuncusu bu yıl içerisinde çıkacak öyle değil mi?
S.İ: Yansımalar diye bir kitap. Hemen hemen bitirdik. Son okumaları da yapıldı. İnşallah bu ay içerisinde çıkaracağız. Şimdiye kadar yazdığım tüm makaleleri ve önceki üç şiir kitabını içeren bir kitap oluyor. Makale ve şiirlerde genelde insanların ufkunu açan, toplumsal konular işleniyor.
Tasavvufla ilgilendiğinizi şiirlerinizden biliyoruz. Sizin etkilendiğiniz tasavvufçular kimler?
S.İ: Benim etkilenmediğim bir şey hemen hemen yok. Etkilendiklerimi sayarsam burada herhalde bitmez. Aklınıza gelen ne varsa hepsinden alırım. Önemli olan hayatı okumak. Hayata merakım var benim, her şeye merakım var. Bir tek İslam tasavvufuna değil aklınıza ne geliyorsa… Tarih kitapları çok okurum. Mesela Stalingrad ile ilgili bir kitap okudum. Çok büyük zevk aldım, çok hoşuma gitti. İnsan hırslarının nereye vardığı, karşıdaki insanların size karşı neler yapabileceği, sizin ben artık piştim, oldum dediğiniz günün, aslında her şeyinizi kaybettiğiniz gün olduğuna dair…
Mimar Sinan Vakfından bahsetmek ister misiniz?
S.İ: 1996 yılından beri toplumsal, sosyal sorumluluk olarak da vakıf faaliyetinde de bulunuyoruz ağabeyimle beraber. Bizim “Son Çare” diye bir vakfımız vardı. Sonradan “Son Çare” yerine başka bir vakfa geçmek istedik. Aradık, Mimar Sinan adında vakıf varmış, onu aldık. Her gün bu vakıfta on sekiz bin sekiz yüz elli kişiye yemek dağıtıyoruz. Sağlık ocağı yaptık bitirdik, yeni açtık. Bir yurt binası yaptık, inşallah onu da bu yıl bitirip açacağız.
İnanlar İnşaat mı yaptı?
S.İ: Hayır, Mimar Sinan Vakfı olarak yapıldı. Aile vakfı gibi bir vakıftır. Vakıfların devamlılığına inanıyoruz. İleride de mal varlığımızın büyük kısmını vakıflaştırmayı düşünüyoruz.
Siz isimden dolayı mı burayı tercih ettiniz?
S.İ: Hayır, tesadüf. Bu Mimar Sinan beldesinin gelişimi için kurulmuş bir vakıfmış. Aldıktan sonra dediler ki “Bu Mimar Sinan beldesinin gelişimi için kurulmuş bir vakıf. Sen başka bir iş yapamazsın, kuruluş gayesini aşamazsın. Onu mutlaka yapmakla mükellefsin. “Allah Allah” dedik, “Vakfı geri mi vereceğiz“ falan derken, öğrendik ki bizim eski vakfın, “Son Çare”nin olduğu mahallenin adı da Mimar Sinan’mış. O zaman dediler ki “Vakfı değiştirmene falan gerek yok”. Şimdi bizim yurdu yaptığımız, sağlık ocağını yaptığımız yer, Mimar Sinan Mahallesi.
Bir enteresan tesadüf daha söyleyeyim mi? Adım Serdar, soyadım da İnan biliyor. S nokta İnan öyle değil mi? Mimar S nokta İnan okuduğunda ne oluyor? Mimar Sinan!!!
Denk gelmiş…
Herkesin de bir sosyal sorumluluk peşinde olması gerekiyor diye düşünüyorum ben. Kendimize insaniyet atfediyorsak…