Sanatıyla Var Olan Büyük İsim Yusuf Bilge
Çok küçük yaşlarda resim yeteneğini keşfeden ve bu yeteneği en üst seviyeye
taşımak için hep çalışan, birçok önemli okulda eğitim gören Yusuf Bilge ile
sanattaki başarılarını konu alan hoş bir sohbet gerçekleştirdik.
Yusuf Bilge kimdir? Bu mesleğe başlama hikayenizi öğrenebilir miyiz?
1959 yılında Edremit’te doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Ayvalık’ta tamamladım. Bu arada Ayvalık’ta orta ve lise öğrenimimi tamamlarken resim yeteneğimi keşfeden hocalarım tarafından desteklendim hep teşvik edildim. Daha sonra Güzel Sanatlar’da öğrenim görmeye ve yeteneğimi pekiştirmeye karar verdim. 1980 yılında Almanya’ya gittim ve orada 1986 yılına kadar Bremen’de Hochschule für Künste’de öğrenimini ustalık sınıfında bitirip sanat hayatına girdim… İlk atölyemi de Bremen’de 1988 yılında açtım ve bu arada Alman devlet kanalı ARD’de de mahkeme ressamlığına başladım. Daha sonra da ilk sergilerim geldi…
Bize biraz eserlerinizden bahseder misiniz? Ne tür konuları resmediyorsunuz?
Bir çocuk doğduğu zaman ilk kokuları, renkleri, sesleri algılar ve bulunduğu kültürünün içinde insan olmaya başlar… Tabii ki o muhteşem Ege kasabası, mimarisiyle, insanlarıyla, renkleriyle bana çok şey katmıştır. Yanında yetiştiğim beni büyüten babaannemin masalları ve Bektaşilik kültürü sanatımın belirleyici temel taşı olmuştur. Anadolu kültürünü kendi desenlerim ve algılarımla yorumluyorum…
İlk atölyenizi 1988 yılında kurmuşsunuz o yıldan bu yıla kadar neler değişti? Yapmak istediklerinize, amaçlarınıza ulaştınız mı ?
Evet, ilk atölyemi 1988 yılında Bremen’de eski bir okulun içinde açtım. O arada Alman devletinden burs almıştım. Bu burs sayesinde birçok projelerimi, özellikle heykel projelerimi gerçekleştirebildim. Sanatçılar Birliği Derneği’nin kuruluşunda da aktif rol aldım ve tabii ki mahkeme ressamlığına devam ettim. 1995 yılında, 1896 yılından kalma bir demirci imalat hanesini restore edip ikinci atölyeme taşındım. Orayı hem atölye hem bir sanat merkezi haline getirdim… Bu arada Berlin’de bayağı yoğun sergiler ve oradaki akademilerle yoğun sanatsal iş birliği içerisindeydim. İnsan hiç bir zaman sanatta amaçlarına ulaşamaz hep yeni projeler vardır bir sanatçının kafasında ve 2008 yılında Türkiye’ye dönüş yaptım. Türkiye’de ilk atölyemii İstanbul Kuzguncuk’ta kurdum. Bir senelik İstanbul maceramdan sonra Ankara’ya taşındım. Ankara beni düzenli bir atölye hayatına kavuşturdu ve halen Çankaya’daki atölyemde hem de Bilkent Center Sanat Sokağı’nda haftada iki gün çalışmalarıma devam ediyorum..
Bugüne kadar kaç sergi açtınız? Eserlerinizden, koleksiyonunuzdan bahsetmenizi istesek neler söylersiniz?
Bu güne kadar sayısızz sergiler açtım, burada hepsini kronolojik olarak saymam mümkün değil ama esrelerim Kuzey Avrupa dışında Arjantin’de, Brezilya’da, Japonya’da ve tabii ki Türkiye’de özel koleksiyonlarda ve kurum koleksiyonlarında yerini aldı… Hala hazırda Ankara Bilkent Center Sanat Sokağı’nda daimi sergim Ankaralı sanat severlerin beğenisine sunulmaktadır.
Eserlerinizi yaparken neler hissediyorsunuz, duygularınızı bize anlatır mısınız?
Bir eseri meydana getirirken, başarılı olabilmek hissetmekten geçer… Soğuğu, sıcağı, korkuyu, sevgiyi, nefreti insanı insan yapan hislerin hepsini hissetmek lazım. Bir eseri kurgularken hep şöyle bir metot kullanırım; tuval tiyatro sahnesidir, figürlerim desenlerim, oyuncularım ise revizelerimdir ve ben de rejisörümdür. Dünyayı sığdırmaya çalışırım çalıştığım düzeyin üstüne, dünya tiyatrosunu acısıyla, tatlısıyla…
Son olarak geleceğe dair projeleriniz ve planlarınızı dinlemek isteriz…Geleceğe ait planlarım üretmek, üretmek, üretmek… Çünkü sanatımı icra ettiğim sürece ben yaşarım, yaşadığımı anlarım…
[nggallery id=1097]