Sanat, Özgün ve Tekildir
Bugüne kadar birçok ülkede 50’nin üzerinde kişisel sergi düzenleyen ve birçok yeni nesil sanatçıya ilham kaynağı olan özgün Sanatçı Onay Akbaş ile eserlerine, sanat anlayışına ve yeni sanat disiplinlerine dair keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
1988 yılında Paris’e yerleşerek atölyenizi açtınız. Hala Paris’te çok güzel bir atölyeye sahipsiniz. Bu süre zarfında 50’den fazla kişisel sergi, sanat fuarı danışmanlığı, birincilikler, jüri üyelikleri ve bir çok ödül.. Onay Akbaş kimdir, neler düşünür, neler yapar? Sizden dinleyelim…
Yaşayan her birey gibi varoluş yolculuğunda “Kimiz, nereden geldik, nereye gidiyoruz? Sorusunu kendine sorarken kendi kuyusuna inip oradan kendine ve varlığına dair ipuçları arayan ve yine bunu yaparken “kendine” ve “ötekine” ulaşmak için sanatın dilini seçen biridir. Varoluşa dair dışa vurum aracı olarak sanatın dilini seçerek “kültür çanağındaki eriğin” içine kendini atmaktan da çekinmez aynı zamanda. Anonimleştirilip değersizleştirilmekten nefret eder. Farkında olmak ve farkında olunmak ister. Dışa vurum dili olarak resim yapmayı, bilinç ve ruha en yakın disiplin olarak kabul eder. Sanatı, bir tür “bilinçaltı örgütlenmesi” olarak kabul ederken oradan bilginin kılavuzluğunda form, biçim ve estetiğe dair yeni fikirler ve öneriler çıkmasını titizlikle önceler. 32 yıldır Paris’te yaşar ve üretir. Ancak yine de “Vatanım sanatımdır.” der. Resimde çizgiyi önemser. Her çizginin bir nevi “sınır” olduğunun bilincindeyken insanlar arasına çizilen tüm sınırların anlamsızlığı ve saçmalığına inanır.
Özgün bir sanatçısınız. Primitif sanattan, grafiti sanata kadar uzanan geniş bir yelpaze içerisinde eser üretiyorsunuz. Eser üretmenin bir başkaldırı, bilinçaltı örgütlenmenin bir yansıması olduğunu söylüyorsunuz. Bu neyin başkaldırısı, neyi sorguluyorsunuz çalışmalarınızda?
Bireyin kendine bile yabancı olan bilinçaltının anlam yükleme macerası olarak sanatı, her türlü “kalıbı” reddederek varoluş hezeyanlarını ve gölgelerini insanlığın ortak duvarına düşürebilmenin dışa vurum eylemliliği olarak kabul ederim. Bu eylemlilikten bana kalan tortunun beni tedavi ederken evrilmemi, dönüşmemi sağladığını düşünürüm. Anlamın dehlizinde dolaşırken sanatın yol gösterici el fenerim olduğunu, cebime sığdırdığım “memleketim çocukluğumdur” referanslarından biri olduğunu peşinen kabul ederim. Bilginin önemine ve gücüne inanır; ancak ham bilginin fikre dönüştürülüp öneri haline getirilmesi evresinde sanat ve yeteneğin çok özel ve nadir gerekliliğini kabul ederim. Sanat yapma eyleminin temelinde kabulü aramak yatmaktadır. Sanat eseri yaradılışı gereği tekil ve özel bir nesnedir. Onun anonimleştirilip kimliksizleştirilmesini ve değersizleştirilmesini reddederim. Sanatçı eserini niçin imzalamaya başlamıştır? Bunu ben yaptım diyebilmek için. Peki sanatçı yaptığı yapıta tarih atmaya niçin başlamıştır? Bunu senden önce yaptım demek için. Bu tavır, anonimleştirilip kimliksizleştirilmeye karşı koyuşun bir tür ispatıdır.
Türkiye’de yurt dışında yaşayan sanatçılar sayıldığında ilk sıralarda sizin isminiz geçer. Dünya’nın birçok yerinde festivaller, sergiler açan ve hiç durmayan, yorulmayan bir sanatçı var karşımızda. Hedeflerinize ulaştınız mı, sanat alanında ne başarmak istiyorsunuz?
Ben “röprodüksiyon” kuşağıyım. Nedir röprodüksiyon kuşağı? Bizler eğitimimizi ustaların eserlerini ancak kitap ve röprodüksiyonları izleyerek ve el yordamı ile yol almaya çalışarak tamamlamaya çalıştık. Benim ilk orijinal Da Vinci, Rembrant , Gauguin Picosso, Van Gogh eserleriyle karşılaşmam ancak 24 yaşında Paris’e yerleşmem ile gerçekleşti. Bizim için Paris’e gitmek, hele hele oraya yerleşebilmek bir Müslümanın Mekke’den hacca gitme arzusu kadar güçlü bir duyguydu. Ancak 32 yıl sonra zaman ve mekan kavramlarına yüklediğimiz içerik çok değişti. Çağımız artık hız, teknoloji ve dijital çağı. Bu gerçek, sanat yapma biçim ve yöntemlerimizi değiştirdiği gibi yeni sanat disiplinlerini de var etti. Örneğin, “Art Digital” diye bir disiplin var artık. Tasarım ise başlı başına bir disiplin… “Art video” ve ”Instalation” yine keza öyle. Yani sanat yapma yöntem ve teknikleri evrilip gelişirken teknolojik ilerlemeler de sanat paylaşımının, mekan ve hızını da tamamen değiştirdi. Artık bence sanat yapma ve bunu izleyiciye sunan platformlara ulaşma açısından Paris’te, Londra’da veya Berlin’de olmanın çok büyük avantajları yok. Dünyanın bir ucunda yaşayıp üreten bir sanatçının eserlerinin çok daha hızlı ve çok daha büyük bir kitleye ulaşması mümkün. Artık sanat eserinin tekilliği, özgünlüğü ve bir fikri olması çok daha belirleyici birer kriter. Teknoloji, sanat eserinin dağıtım sorununu mekana bağımlı kılmaksızın daha da demokratikleştirmeye yardım etmektedir. Tabii ki müzelerin ve sanat galerilerinin önemini de teslim ederek.
Türkiye’deki sanatçıların, akademisyenlerin ve hatta yurt dışında yaşamını sürdüren sanatçılarımızın birçoğu sizi örnek alıyor. Sizi rehber olarak görenler için önerileriniz var mı?
Türk resim sanatı, ya paşa ressamlar (cartographe) ya da maaşlı, burslu profesörlerin elinde biçimlendi. Bu gerçek; edebiyat, siyaset ve tıp dünyası için de geçerli. Ne zamandır ki Fikret Mualla, Abidin Dino, Selim Turan, Mübin Orhon, Yüksel Arslanlar bağımsız özgün sanatçılar olarak sanat yapma eylemliliğine atılmışlar işte o zaman bu kuşak bize, sanat yaparak sanat üreterek özgür bir sanatçı olarak var olma cesaretini aşıladı. 32 yıldır Paris’te yaşıyor ve üretiyorum. Eğer bizden, bizim kuşağımıza ve sonrakilere özgür bir sanatçı olarak yaşama düşüncesini bir nebze de olsa hissettirebilmişsek bundan çok mutlu olurum. Ancak her kişilik ve karakterin kendine has özellikleri vardır ve bu özellik sayesinde yaptığınız iş, özgün olabildiği gibi yine bu özellikleriniz sayesinde hayatta ve sanattaki yerinizi de belirleyebilirsiniz. “Taşı delen damlanın gücü değil, sürekliliğidir.” der bir Çin atasözü. Evet süreklilik, çok önemli bir etken. Sanat tarihini dikiz aynanızdan kaybetmeden özgün bakış eylemini yapıtlarınıza yansıtmak, meşakkatli bir süreç. Yaşam bir deneydir aslında. Sanat üretme eylemi de buna benzer. Sanat, sorunlu ve sorumlu ruhların sesli sessiz feryatlarının biçim ve form buldukları paralel bir gerçekliktir. Ben sanat yaparak mutlu olduğum hiçbir anımı hatırlamıyorum. Sürekli anlam yükleme dürtüsünün tatmin olmaz eylemlilik hali olarak sanat vazgeçemediğim mutsuzluk kaynağım herhalde.
Onay Akbaş ne tür müzikler dinler, ne tür kitaplar okur? Bize bir gününüzü anlatır mısınız? MAG okuyucuları olarak size çok teşekkür ederiz, fırçanız hiç ama hiç kurumasın…
Benim resim yapmamın referansı, yaşadığım ruh haline uygun bir kavram seçmekle başlar. Daha sonra bu konsepte uygun olan altyapıyı oluşturmak için okumalar ve araştırmalar yaparım. Bu psikolojik altyapı oluştuktan sonra eskizler ve desenler çizerim. Bu periyod aylarca sürebilir. Daha sonra da çizilen bu seri desenlerin tuval üzerine montajları başlar ve bu süreç de bazen birkaç yıla yayılabilir. Bu zamana kadar içerikleri felsefeden beslenen kelebek avcıları, kuklalar, korkuluklar, ruh çağıran ruhsuzlar, sahte peygamberler, an ve bellek, varoluş karnavalı, kıyısız dalgalar vs. gibi başlıklarla seri resimler ürettim. Hayatın içinde kalma ve okuma çok önemli. Yine maalesef Marxistimiz Kapital”i, Müslümanımız Kur’an’ı, tarihçimiz ise Heredotos Tarihi’ni okumamıştır.