Kırmızı Gece PÜRLEN KIYAT KARAKUŞ
Küçük yaşlarda ebeveynlerin kız çocuklarını yetiştirirken yanlış davranışları, bilgilendirmelerindeki hataları ve sonucunda genç bir kadının evliliğinde yaşadığı travmayı gözler önüne seren etkileyici ve bilgilendirici bir kitap olan Kırmızı Gece’nin ortaya çıkış sürecini, konusunu, gelen tepkileri yazarı Pürlen Kıyat Karakuş’tani dinliyoruz…
Kitabınız hakkında konuşmadan önce sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Memnuniyetle. 1969 yılı İzmir doğumluyum. Orta ve lise eğitimimi İzmir’de tamamladıktan sonra Üniversite eğitimimi Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Rus Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladım. En derin dostluklarımın oluştuğu Ankara’nın benim yüreğimde çok önemli yeri vardır. Evliyim ve 20 yaşında bir oğlum var. Çok uzun yıllar dış ticaret ile uğraştım ve mesleğim gereği Avrupa’dan tutun da Orta Doğu, Afrika hatta Avustralya’ya kadar birçok ülkeye seyahat etme şansım oldu. 11 yıl önce eşim ile beraber yatırım danışmanlığı firması kurduk ve halen bu mesleğe devam etmekteyim.
Kaç yaşından beri yazı yazıyorsunuz? Yazı yazmak size kendinizi nasıl hissettiriyor?
Bu cevabım sanırım okurları biraz şaşırtacak. Yazmaya 2012 yılında başladım. Yazma eylemine başlamamdaki neden, oğlumun doğumsal kalp hastalığı ile dünyaya gelmesiydi. Oğlum Doruk, 1996 yılında Arteriel Switch ameliyatını atlatan yedi bebekten biri idi. Ve tıp literatürüne girdi. Pek tabii ki bu süreci yaşarken darmadağın olmuştuk. Dahası doğumu yapmamla birlikte, oğlumda bir anomali yani doğumsal bir bozukluk olduğunu anlayan sadece annemdi. Oğlumun dudakları, parmakları, topuk ve kulak çevresindeki morlukları işaret ediyor ve durmaksızın doktorları uyarıyordu. Zira her şeyin normal olduğunu belirtilerek taburcu edildik. Doğumun üçüncü günün sabahı başka bir hastaneye gittik ve oğlumun yarım günlük ömrü kaldığını, derhal müdahale edilmesi gerektiğini öğrendik.
Tahmin edebileceğiniz gibi aynı anda yaşanması neredeyse mümkün olmayan pek çok duyguyu aynı anda yaşadım. 3 günlükten başlayarak 16 yaşına kadar toplam 5 ameliyat geçirdi oğlum. Bu gün 20 yaşında ve son derece sağlıklı.
Yazmaya tam da bu nedenlerden ötürü karar verdim. Çocuk Kalp hastalıkları konusunda toplumsal bir farkındalık yaratmaktı amacım. Bu yolda, Çocuk Kalp Vakfı ile birlikte yürüttük bu projeyi. Amacımız bilinçlendirmek, farkındalık yaratmak ve benzer olaylar yaşayan ailelerin yalnız olmadığını hissettirebilmekti. Ve ”Benim Küçük Kalbim” adlı kitap doğdu.
Yazarken yazmaya aşık olanlardanım ben. Yazmama ve yazma eylemi sırasında kendimle yüzleşmeme, biriktirdiğim üzüntüleri akıtmama, hayata başka bir çerçeveden bakmama neden olan da yine oğlumdur…
Özel hayatınızda da kendinizi konuşmaktan çok yazarak ifade eden bir insan mısınız?
Tam olarak değil. Aslında konuşmayı çok severim. Zira yazma eylemine başladığımdan beri dinlemeyi daha çok sever oldum. Yazabilmek için empati kurabilmek gerekli. Empati kurmak da ancak dinlemeyip, karşınızdaki kişi veya kişileri özümsemekle mümkün olabiliyor.
Kitaplarınızda genel olarak ne tür konuları işliyorsunuz?
Şu ana kadar kaleme aldığım gerek gerçek yaşam öykülerinde, gerekse romanda kitabın omurgasını oluştururken mutlaka farkındalık yaratacak konuları seçmeye dikkat ettim. Bundan sonra da aynı tarzda devam edeceğimi düşünüyorum. Lakin biraz evvel de söylediğim gibi yazma eylemi insanı çok derinlere götürebiliyor. Bu nedenle de sorunuza çok iddialı bir cevap vermem de hatalı olur.
Siz ne tür kitaplar okumayı seviyorsunuz? Ve hangi yazarları okumaktan keyif alıyorsunuz?
Roman ve psikoloji kitaplarını çok severek okuyorum. İnsan psikolojisini anlamaksızın empati yeteneğinin gelişmesinin hayli zor olduğunu düşünüyorum.
Türk yazarlardan Zülfü Livaneli vazgeçilmezim. Yabancı yazarlardan Khaled Hosseini, Debbir Fort, Ayn Rand sevdiğim yazarlar arasında.
Kendi yaşanmışlıklarınızdan ilham alarak mı yazıyorsunuz?
Yaşanmışlıklar pek tabii ki yazılarıma yansıyor. Fakat ben kendimi daha çok araştırmacı yazar olarak nitelendiriyorum. Bu nedenle yazdığım kitabın omurgasına karar verdikten sonra, o konuya dair çok derin araştırmalar yapıyorum. Seçtiğim konuya dair kişilerle irtibata geçerek onları uzun uzun dinliyorum. Ardından kurguyu oluşturarak empati sanatını ortaya çıkarıyorum. Yani; konum bir akıl hastası ise, neredeyse bir akıl hastasıymışçasına klavye ile ruhum birleşiyor.
Okuyucularınızdan nasıl tepkiler alıyorsunuz?
”Çok Sahici” olduğuma dair gelen yorumlar belki de beni çok mutlu eden yorumlardan biriydi. Ayrıca birçok farklı okurdan benzer yorumlar aldım. ”Bitmesini hiç istemezken bitti, bitmesin diye sindire sindire okudum romanınızı” gibi yorumlar da beni bir o kadar mutlu eden yorumlar arasında. Kapak çalışmasına bir takım olumsuz tepkiler geldi. Fakat kapak çalışması çok uzun saatler düşünülerek hazırlanmış bir eser. Vermek istediğim mesaj kadın vücudunun cinsel obje olarak değil, bir sanat eseri gibi algılanması idi. Beklediğim tepkileri aldığım gibi, ağır tepkiler de aldım. Fakat algı öylesine derin bir konudur ki, okur ile roman arasına yazarın girmeye hakkı yoktur. Artık o eser sizin değil, herkesindir. Dolayısıyla yazarın görevi bu noktada geri de durabilmeyi başarabilmektir.
Gündeme damga vuran son kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Kırmızı Gece ilk romanım. Roman yazmayı istememin nedeni spritüel dünyada sınır tanımadan sörf yapabilme arzumdu. Çünkü yazma eylemi öylesi engin bir denize sokuyor ki sizi; orada sınır yok, yasak yok, engel yok. Ruhunuz ve içsel şifacınızla baş başasınız. Kırmızı Gece cinsiyet ayrımı, bekaret namus algısı sonuçlarını anlatan bir roman. Toplumumuzda kadın olmanın zorlukları yanında, hayatın ve varoluşun birçok alanına temas eden bir eser.Kırmızı Gece’de karakterler adeta birbiriyle yarışıyor. Ana Kahraman Nil Soylu, anne ve eşinin ifadesiyle kadın bedeninde yaşayan bir erkek. Hayatı bir erkek gibi göğüslüyor, korkudan azat gibi görünse de, genç kızlığından itibaren annesinin yoğun baskıları genç kızın geriye dönüşü çok zor olan bir yola sapmasına neden olur. Tüm yaşamını etkileyen vajinismus vakası ile karşı karşıya kalır. (Yani cinsel ilişkiye girememe hali. Diğer taraftan babası İrlandalı annesi Türk olan Rachel Dow iki kültür arasında sıkışmışlık yaşar ve çıkış yolu arar. Zira alabildiğine renkli bir karakter olan Rachel romanın başından sonuna kadar etkili bir roldedir. Bir diğer karakter ise, Rus asıllı Polina’dır. Polina’nın ani gelişi, romanda yer alan tüm diğer kadın karakterlerin dişiliğini sorgulamasına neden olur. Çünkü benzer toplumsal ve aile baskısınından her bir karakter öyle ya da böyle nasibini almıştır. Daha fazla sır vermesem sanırım iyi olacak.
Yeni projeleriniz var mı?
Kırmızı Gece şu anda İngilizce’ye çevriliyor. Ümidim, bu eserin hem Avrupa hem Orta-Doğu’ya da ulaşması.