Kahkahaların Gizli Kahramanı
Ünlü komedyen Cem Yılmaz’ın abisi olarak tanınan ancak kaleme aldığı kitaplar ile okurlarının gönlünde taht kuran Can Yılmaz ile Kitap Fuarı için geldiği Ankara’da keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Samimi cevapları ile bir kere daha kendine hayran bırakan Can Yılmaz, kardeşini, kitaplarının serüvenini, yazarlık hakkında olmazsa olmazları MAG okurları için anlattı. Yazarlık konusunda kendisini üstad kabul etmese de yıllardır yazdığı metinler, skeçler ve senaryolar ile evlerimize konuk olan, tebessümlerimizin mimarı bu güzel yazarı gelin bir de yakından tanıyalım…
Can Yılmaz’ı bir de kendi kelimeleri ile yakından tanımak isteriz?
Dünyanın en zor sorusu budur herhalde; insanın kendi kelimeleri ile kendisini anlatması. Ne diyebilirim ki? Sıradan bir adamım, çok fazla bir özelliğim yok; yazar, çizerim, okurum. Keşke daha acayip bir hikayem olsaydı. Everest’e iki kere çıktım gibi mesela… Ama öyle hikayelerim yok. Normal sıradan bir standart aile yaşantısı olan. 1968 doğumluyum, 3 kardeşli bir ailede büyümüş bir insanım. Çok süslü bir şey yok maalesef.
Herkes sizi Cem Yılmaz’ın abisi olarak biliyor, ancak siz uzun yıllardır metin yazarlığı yapıyorsunuz? Hatta Komedi Dükkanı programının da gizli yazarlığını üstlendiniz. Yazma yeteneğinizi nasıl keşfettiniz?
Evet televizyon açısından baktığınızda “en son ne yaptık?” dersen iyi bir şey Komedi Dükkanı’nı yaptık iki – iki buçuk sene. Ben aslında birinci kitapta, “Yeni Başlayanlar için Klişe Hayatlar Matbaası”nda uzun uzun anlattım. Çok klişe olacak ama hep “çocuk yaşta başladım” derler ya. Doğal olarak da çocuk yaşta başlanması lazım. Aslında 45 yaşında da başlayabilir insan yazmaya ama genelde insan çocuk yaştayken neleri yapabildiğini fark ediyor. Ben de artık kendi başıma yazmaya başladığım andan itibaren küçük küçük hikayeler koymaya çalışırdım. Neredeyse kalem tutmaya başladığımdan beri yazıyorum. “8 yaşından beri yazıyorsan neden ilk kitabın 47 yaşında çıktı diyebilirsin?” O aradaki şey aslında birinci kitapta da yer alıyor. Bazen söyleşilere gittiğimde okullarda, üniversitelerde söylüyorum. O zamanlar şöyle bir duygu vardı; yazıp yazıp kenara atıyordum, kimseye göstermezdim yazdıklarımı. O zamanlar kafa şuydu: “Birisi niye okusun ki?” ve hatta “niye beğensinler ki benim yazdıklarımı?” O zamanki, çocuk kafası ile çok saçma bir şeydi ama ne yazık ki ben o çocuk kafasını biraz abarttım. Bu durumu 20li yaşlarıma kadar uzattım. Şöyle düşünüyordum: “tamam sen kendince bir şey yazmış olabilirsin, herkes bir şey yazıyor zaten. Niye birileri bu yazdıklarını okuyup da “aa ne güzel!” desin ki? Çok sıradan şeyler diyordum. Ta ki bir gün gelene kadar… Aslında yazdıklarımın o kadar da sıradan şeyler olmadığını birileri bana hatırlattı. O zaman bir televizyon dizisi için konuşuyorduk arkadaşlarla. Ben bir bölüm yazdım konuşulanlar üzerine. Çok kısa bir sürede yazdım, getirdim. Çok beğenildi. “Aaaa benim umduğumdan çok daha iyiymiş meğer” dedim. Hemen çok çabuk bir sürede bunu hemen bir dizi yapalım dedik ve yaptık sekiz on bölüm civarı yanlış hatırlamıyorsam oynadı dizimiz ama ne yazık ki reyting kurbanı oldu. Gerçekten de o kadar iyi değilmiş herhalde! (gülüyor) Neyse o zaman fark ettik ki aslında yazdıklarım o kadar da kötü değilmiş. Şu hataya da düşmemek lazım; bir şeyler yaparsanız onları ortaya çıkartın. “Kim ne der? Acaba öteki ne der? Bana inanırlar mı? Bana güvenirler mi veya yazdıklarımı beğenirler mi? Çizdiğim resme ne derler?” diye frenlemesinler kendilerini. Gençler okuyorsa onlara bir harita olsun. Bu neye mal oluyor? Senin birkaç yılının heba olmasına… Çünkü aslında daha iyi şeyler yapabilirsin. Nasıl yapabilirsin? Yazdıkların beğenildikçe sen daha yükselirsin, mutlu olursun, enerjik olursun. Bunlar o göstermediğin sürede olmuyor ve sen geç kalmış oluyorsun. Eğer gençler okuyorsa dediğim gibi yapmasınlar. Ne yaparlarsa yapsınlar resim, hikaye, şiir, öykü, resim veya herhangi bir şey maket de yapabilir insan. Yaptığı maketi çıkarsın ortaya desin ki: “Ben bu maketi yaptım”, “Bu öyküyü yazdım”, “Bu resmi yaptım, kağıttan kuş yaptım” falan neyse bunu söylesinler. Böyle yıllarca kendine saklamasın hikayesini. O zaman böyle yıllarca kendine saklamış oluyorsun hikayeni. Yıllar sonra ortaya çıktığında da “Bu adam nereden çıktı birden bire?” diyorlar. Benim hikayemde de öyle bir şey var. “Nereden çıktı ki şimdi Can Yılmaz?” diye soruyor insanlar. Bir yerden çıkmadım, ben zaten vardım. Sorunun en başına dönecek olursak. Ben zaten Cem Yılmaz’ın abisiyim. Buna yapılacak bir şey yok, kayıtlarda öyle de gözüküyor. Buna karşılık “hayır değilim” demenin de bir alemi yok. Bunu ne yapabilirsin iyi bir şekilde. Cem Yılmaz ne yapıyor? Senaryo yazıyor, film yapıyor. O zaman sen de senaryolara katkı sağlayabilirsin, hikayelerine ekleme yapabilirsin, stand up yapıyorsa belki esprilerine katkıda bulunabilirsin. Karşılıklı bir şeyler sağlayarak faydayı artırabilirsin. Bunu reddetmek çok saçma olur. “Hayır, Cem benim kardeşim değil” demek saçmalık olur.
Yazdıklarınızı kitaplaştırma süreci nasıl başladı, nasıl karar verdiniz?
2014’ün galiba ortasındaydı… Candaş Tolga Işık Kafa Dergisi’ni çıkartıyordu, beni aradı. Neden aradı? Komedi Dükkanı’ndaki yapımcı onun arkadaşıymış. Bana ulaşmaya çalışıyorlarmış yazdığımı bildikleri için ve en sonunda ulaştılar. Kafa Dergisi’nin bir ya da iki sayısı galiba çıkmıştı. Dedi ki: “Bir şeyler yazar mısın bizim dergimize?” ben de “Öyle siyasi ya da çok ahkam kesen, akıl veren şeyler yazamam insanlara ama küçük hikayelerim var. Yazabilirim böyle şeyler.” Candaş Tolga da “Fark etmez abi sen yaz da senin dergide olmanı istiyoruz” dedi, öyle başladı. Kafa Dergisi’nin ikinci sayısından itibaren iki buçuk sene oldu öykülerim yayınlanmaya başladı. O öyküleri İnkılap Kitapevi bir şekilde görüyor ve bu öykülerinizi neden kitaplaştırmıyorsunuz diyor. Çünkü, okurun ilgisini çekeceğini düşünüyorlar. Ki Kafa Dergisi’nde de gerçekten ilgi çekiyor. Kafa Dergisi’nde o zamana kadar çıkmış hikayeleri koyabilirdik ama ben öyle olsun istemedim, öyle yapmadım. Bir – iki tanesini koydum. Kitapta yirmi tane varsa üç tanesini galiba dergiden, diğerleri yayınlanmayan öykülerden. Birinci kitap güzel geri dönüşler almaya başlayınca şöyle bir şey oluyor; bir tane kitap yazıp üzerine yatarsanız okurun sizinle buluşması öteleniyor. Eğer senin çizgin, anlatım dilin hoşuna gittiyse onu tekrar tekrar sunmak lazım çok da vakit kaybetmeden. Esas olan devamlılık… Benim yaşım da kemale erdiği için 7 yılda bir, bir şey yazmak istemem açıkçası. Geçenlerde bir okur demiş “kitaplar çok hızlı çıkmadı mı?” aslında hızlı değil. Klişe Hayatlar Matbaası 2016 Şubat, Yap Bi Babalık 2017 Şubat, Bilinmeyen Numaralar 2018 Şubat olarak okurla buluştu, sürekli olmak lazım. Bu hızla da devam etmek istiyorum açıkçası. Geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz Aydın Boysan 65 yaşında kitap yazmaya başladı ve 33 tane kitabı var, bu müthiş bir şey! Allah uzun ömür verdi ve 65’ten sonra 30 daha yaşadığı için bu imkanı olabildi ama benim belki öyle bir şansım olmayacağı için çok üretmem lazım ki kalsın. Kaybolan yıllar telafi edilsin.
Yeni kitabınız yayınlandı… “Yeni Başlayanlar İçin Klişe Hayatlar Matbaası” ardından “Yeni Alışanlar İçin Yap Bi Babalık” ve şimdi de “Yeni Keşfedenler İçin Bilinmeyen Numaralar”… Nedir bunların hikayesi?
Yeninin hikayesi şöyle: Televizyon ve sinemada senaryo yazarlığı yeni değil ama kitap ile okurun, eline kitap alan kişi için benim ile yeni buluşması. Yani insanlar ilk defa Can Yılmaz diye birinin kitap yazdığını görüyor. Çoğu insan da zaten beni pek bilmez. Metin yazarları pek bilinmez… Başroldeki insanı bilirsin birçok rolü bilirsin ama senaristi kim diye sorsanız Oscar adayı bir film de olsa senaristi kim desen kimse bilmez. Metin yazarlığı böyle bir şey olduğu için kitabı eline alan insan için yeni tanışma oluyor. O yüzden “Yeni Başlayanlar İçin” koymuştuk birincisini, üst başlığı oydu. İkincisinde de ikincisi neydi? (Gülüyor)…. “Yeni Alışanlar İçin Yap Bi Babalık”… İlkinde güzel bir başarı elde ettik. İkincisinde artık insanlar öğrendi ki “Can Yılmaz öykü yazarı aynı zamanda” Artık alışmışlardı ve yeni öykülere ihtiyaç vardı. Biz de yeni alışanlar için yazdık. Bu iki kitabı ıskalayıp yeni keşfedecekler için de üçüncü kitap “Yeni keşfedenler için”i yaptık.
Komik bir ailesiniz. Sizin kaleme aldığınız skeçleriniz, Cem Yılmaz’ın tiplemeleri, Tolga Çevik’in oyunculuğu… Bir araya geldiğiniz zamanlar stand up gösterisi şeklinde geçiyor mu?
Evet komik bir aile olduğumuz söyleniyor (gülüyor) Aile buluşmaları eğlenceli geçiyor tabii. Ama hani insanların hayalindeki kadar çok eğlenilmiyor açıkçası. Sonuçta işini yaparken takındığın tavır ile normal hayatta takındığın tavır aynı değil. Sosyal hayatın içinde veya ailenin içinde devamlı komiklik yapmıyoruz biz. Düşünsenize sürekli Cem bir şaka yapıyor, Tolga bir şaka yapıyor, arada ben bir şey söylüyorum falan… O zaman muhabbet olmaz. Sanıldığı gibi çok eğlenceli geçmiyor, normal aile muhabbeti oluyor. Şöyle bir şey de var; biz toplandığımız zaman “Aaa Tolga Çevik” demiyoruz ya da diğer taraftaki adam “Aaa Cem Yılmaz’a bak“ demiyor. Babam, Cem, Tolga, ben, Özge olarak sohbet ettiğimiz için “vay anasını” diyeceğimiz komiklikler olmuyor. Dışarıdan bakınca “bunlar yan yana gelince acayip komik olur” diyorsun ama o “Tolga Çevik” diye sohbet etmiyoruz. Normal akraba muhabbeti işte o kadar da komik değil….
Cem Yılmaz sizin için hep “o benden daha komiktir” dedi… Gerçekten ondan daha mı komiksiniz?
O göreceli bir kavram. Şimdi ne zaman ve nerede olduğu çok önemli bu noktada. Cem Yılmaz yok ise eğer ortalıkta evet en komik benim! (Gülüyor) Yani dün mesela en komik bendim. İnkılap Kitapevi ve dostlarımız ile yemeğe gittik, güldük, eğlendik, masanın en komiği bendim. Ama Cem Yılmaz gelseydi büyük ihtimal ile en komik o olurdu. Onun için nerede, ne zaman, kiminle olduğunun bir ölçüsü yok. Cem Yılmaz’ın olduğu bir yerde de çok komik olabilirsin. Acayip bir espri patlatırsın, sadece Cem Yılmaz olarak düşünmemek lazım, herhangi birisi de komik olabilir, o ortam ile ilgili bir şey. Nerede kiminle ile berabersin. Etrafında kim var? Senin şakalarına gülecek bir kalabalık mı? Yoksa senin şakalarını sevmeyen biri mi var? İşte bütün bu etkenler yan yana gelince evet Cem Yılmaz’dan daha komik olabilirsin. Sen de olabilirsin. Öyle bir ortam olur ki sen çok acayip bir şey yaparsın ve Cem Yılmaz’ı gölgede bırakabilirsin. Ama yüzdeye vurduğumuzda evet Cem Yılmaz yüzde olarak daha komik olabilir.
Abisinden Cem Yılmaz’ı dinlesek… Cem Yılmaz nasıl bir kardeş ?
Az evvel Can Yılmaz’ı dinlediysen tahmin ediyorum ki Cem Yılmaz’ı da öyle dinleyeceksin. (gülüyor) Televizyonlarda programlar ya da gazetelerde yazılar olur ya, “Cem Yılmaz’ın şimdiye kadar duymadığınız yönleri” diye başlıkları olur. Bakıyorsunuz sonra, 20 senedir aynı şey yazılıyor. Cem Yılmaz hakkında duymadığımız bir şey kalmadı artık ne yazabilirsin? Yeni bir şey yok. Ancak yeni bir filmi çıktığı zaman filmi hakkında konuşabilirsin. Adam hep aynı, “şöyle bir şey icat etmiş” denilecek bir şeyi de yok. Cem Yılmaz benim için önce kardeşim tabii ki ama kardeşimden de öte iyi biri olduğunu söyleyebilirim. Çok iyi biri. Dışarıdan nasıl biri olarak görüldüğünü bilemem ama bana göre iyi bir insan. İnsanları ve işini çok fazla seven bir adam. Hatta işini abartılı seven birisi. Özellikle film yapma aşamalarında bunu net görme şansınız oluyor. Bizim çünkü film yapma dediğimiz şey neredeyse bir buçuk senemizi alan bir şey. Arif V 216 5 Ocak’ta gösterime girdi ama biz geçen sene Eylül, Ekim ayı gibi başlamıştık yazmaya. Neredeyse bir buçuk senelik bir zaman dilimi. O zaman dilimi içerisinde gözlediğim zaman mesela Cem’i adamın işini çok ciddi yaptığını ve çok sevdiği için ciddi yaptığını, araştırmacı olduğunu, baştan savma hiçbir şey yapmadığını görüyorsun. O çok hayranlık uyandırıcı bir şey. Yani arkadan geçen bir figüranın desenine bile karışıyor mesela. Ona karışmasa ne olur? Kostümcü yapar bir gömlek, giydirir. Ama yok; “1969 yılında bu renk gömlek var mıydı?” diyor mesela. Aslında onu diyecek bir sürü adam var ama o içinde olmak, dahil olmak ve haberdar olmak istiyor. Alaka gösteriyor. Bir filmin A’sından Z’sine kadar boş kağıt aşamasından perdeye geldiği ana kadarki bütün aşamalar… Sesi, ışığı, miksajı ne varsa her aşamasında danışılan, sorulan, fikrini söyleyen ve işin ilginci bilen… Mesela fikrini söylersin ama “ya bu ne saçmalıyor” denilebilir bilenler tarafında. Bizde öyle bir şey olmuyor, hakikaten adam biliyor. Onun için işini iyi yapması çok hayranlık uyandıran en sevdiğim özelliklerindendir. İyi bir insandır…
Senaryo yazma süreçlerinizde hiç fikir ayrılığına düştüğünüz oluyor mu?
Senaryolar sırasında genelde benim öyle bir şeyim var. Ben itiraz eden taraftayım genelde. İyi polis -kötü polis diye bir şey vardır ya, ben genelde çok itiraz ederim nedense… Senaryolara yazım aşamasında da en çok itiraz eden, muhalif olan ben olurum. Belki de hani sonuçta, “abim bana bir şey demez”in rahatlığı da olabilir bu. Çalıştığımız arkadaşlarımızın tabii ki fikrini soruyoruz. Kooperatif bir iş sinema sonuçta. Öyle “ben yaptım oldu” denilecek bir şey değil bu. Mutlaka insanların fikirlerini almak gerekiyor. “Uçağı şuradan geçirmek istiyorum” dediğin zaman birilerine kağıda yazmadan evvel bu uçak buradan geçer mi? İşte bu aşamalarda evet benim muhalif kimliğimle çok itiraz eden bir yanım var. Genelde de beni çürütüp ikna ederler, bazen de ikna etmeye çalışmazlar. “Tamam öyle olacak” denir. “Bakalım komik mi görürüz perdede” diyoruz. Bazen ben ikna oluyorum, bazen onlar… Öyle hallediyoruz.