Günlüklerden Hikaye Kitaplarına TUĞÇE MACİT
Günümüz çocuklarına ve bizlere umut ve bilinç dolu kapılar aralayacağına, hikayelerinde de bu kapılardan geçmemizi sağlayacağına inandığımız genç yazar Tuğçe Macit ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik…
Tuğçe merhaba, öncelikle seni biraz tanıyabilir miyiz?
Tabii… 2 Mart 1987 yılında Ankara’da doğdum, büyüdüm, okula başladım ve Bilkent Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümü’nü bitirdim. Mesleğim olan turizm ve otelciliğe gerçekten çok severek ve büyük bir özveri ile beş yıl boyunca devam ettim. Bu sürenin sonunda bir şeylerin beni yeterince beslemediğini, bir yerlerde tıkandığımı hissetmeye başladım ve her gün işe mutlu mesut giden Tuğçe artık o kadar da mutlu gitmemeye başladı. Tam bu sırada karşıma Uluslararası Ankara Caz Festivali çıktı. Festival ekibine katılma fikri bile müthiş bir duyguydu. Hiç tereddüt etmeden direktör yardımcısı olarak işe başladım ve festivalin koordinatörü olarak 3. festival deneyimimi yaşamaya hazırlanıyorum. ”Müziksiz yaşayamam diyen” biri olduğum için bence gayet tatmin edici bir işim var – Ne de olsa, “müzik ruhun gıdasıdır” derler.
Bu alana eğilimin olduğunu nasıl fark ettin? Yazı yazmak sana kendini nasıl hissettiriyor?
Çoğu genç kız gibi yazmaya günlüklerim ile başladım. İlkokuldan, üniversiteye kadar onlarcası oldu. Sonraları kalem ve kağıt kullanmayı bıraktım ve içimden başladım. Bir durum ile karşılaştığımda duygularım içimde sessizce satır satır dökülüyordu veya bir gözlem yaptığımda yorumlarım iç sesimle birleşip tüm beynimi kaplıyordu. Bu iç birikim yaklaşık 11 yıl sürdü. Ve bir gün, hiç plan yapmadan, düşünmeden, ansızın yazmaya başladım. Ama ne yazmak sanki birileri tüm içimi daktilo ediyor gibiydi. Evet aynen bu hisle başladım… Galiba faydalı bir patlama yaşadım. Hikayelerimin arasındaki dünyada kendimi çok güçlü ve olduğum gibi hissettim. Bu his benim için oldukça büyüleyici ve tarifsiz… O herkesten ayrı olan neşeli ve umut dolu dünyamda zaman geçirmek, iyi bir şeylere vesile olmam için beni teşvik ediyor.
Özel hayatında da konuşarak mı yoksa daha çok yazarak mı ifade edersin kendini?
Gerçekten öyle İtiraf edeyim; son birkaç aydır terapistim ile tam bu konu üzerinde çalışıyoruz diyebilirim. Tek çocuktum ve ailede de öyle kuzenler, yeğenler yoktu. Sanırım ben biraz susmayı öğrenmişim. Tabii ki iş hayatım bu durumun aksi, ancak özel hayatımda sözlü iletişimim biraz geri kalmış diyebilirim. Acı, tatlı ne yaşıyorsam içime atan bir yapı oluşturmuşum. Bunun beni ne kadar yorduğunu tarif edemem. O yüzden artık içimden gelerek konuşmaktan keyif almaya başladım. Hatta ciddi anlamda çalışmalara başladım. Ailemle, yakın çevremle paylaşmaya, anlatmaya başladım. Çünkü bizler insanız ve konuşmak gibi çok etkili bir yeteneğimiz var. Neden bunu göz ardı edelim ki?
Terapist dedin? Umarım zor bir dönem geçirmiyorsundur?
Hangimizinki kolay geçiyor ki… Evet dünyalar tatlısı, güzel, başarılı bir terapistim var. Dengeli olmam, mental olarak kaliteli yaşamam ve en önemlisi de iç dünyam ile gerçek hayat arasındaki iletişimi kuvvetlendirmem için bana destek oluyor. Bence bu kadar maddi-manevi tüketim odaklı bir hayatta çoğumuz böyle kişilerin desteğini zaman zaman alabiliriz.
Kitap yazma serüvenine nasıl atıldın?
Bir itirafta daha bulunmak istiyorum Çocuklar!.. Onlarla direk iletişim kurmakta çok iyi olduğumu söyleyemem ancak; çocuklarda gördüğüm, görünmez ve çok üstün bir algı var. Hatta bu algı her geçen yıl daha da artıyor. Bir bebek düşünün yeni doğmuş, elinize veriliyor ve istediğiniz gibi o bebeğe bu dünyada bir rol verebilirsiniz. Siz o çocuğu ister katil yaparsınız ister sporcu, sevgi ya da nefret dolu veya hiçbir şey dahi yapabilirsiniz. İşte bu yüzden onlara yönelik yazmaya başladım. 40 yaşındaki birine sabaha kadar yere çöp atma diye konuşsanız bir yere kadar etki eder. Ancak siz 2 yaşındaki çocuğunuza yere çöp atma dediğinizde, hayatının sonuna kadar atmaz hatta etrafına da etki eder. Sanırım bu kelebek etkisini yaratmak için bana çok uygun gelen bir yöntem.
Hikayelerinde genel olarak ne tür konulara değiniyorsun?
İç birikimim ile hikayelerimi tamamladığımda ortaya şöyle bir tablo çıktı: İnsan, hayvan ve doğa sevgisi. Bu üç konu hikayelerimin ve iletmek istediğim konuların temel direği oldu. Ve inanır mısınız çoğu bu yaşıma kadar okuduğum, gördüğüm, duyduğum hatta birebir şahit olduğum konulardan esinlenerek çıktı. Küçüklüğümden beri iç dünyam çevreme göre biraz daha organikti (canlı, güçlü) ve duyarlılık duygusu da en büyük besin kaynağım oldu. Bu duyarlılık hissimin gelişmesinde hayatımın belirli evrelerinde üç kişinin çok ciddi yeri olduğunu söyleyebilirim. Babam, ufacıkken yoldan geçen sokak köpeğini sevdirmeseydi, onu eve getirip, yıkayıp, karnını doyurmasaydık; hayvanlara başlayan sevgim o gün oluşmayacaktı. Annemin çevre bilinci ile yaşam alanlarımıza karşı saygı duymamız gerektiğini aşılaması ve eşimin insanlara karşı hoşgörü düzeyimi yükseltmesi tüm bunlar iç içe geçmiş farkındalık halkalarıdır benim için.
Ne tür kitaplar okumayı seversin? Ve hangi yazarları okumaktan keyif alırsın?
Galiba tüm röportajın en zor sorusu bu oldu Sevdiğim kitap türleri; roman, biyografi, tarih, kişisel gelişim ve zaman zaman siyasi-politik kitaplar… Keyif aldığım yazarlar ise; sonradan aklıma gelip de pişman olmadan kısaltışmış listemi paylaşayım o zaman: Elif Şafak, Sabahattin Ali, Oğuz Atay, Ayşe Kulin, Paulo Coelho, Gabriel Garcia Marquez ve Colin Falconer.
Peki tüm bu hikayeleri nereden, nasıl yazıyorsun? kendi yaşanmışlıkların da ilham veriyor diyebilir miyiz?
Çok doğru, aynen öyle yapıyorum. Yaşam alanlarım ( trafik, iş yeri, arkadaşımın evi, sokak, market, sinema vb..) benim için sonsuz bir gözlem arenası. Kafamda henüz kağıda aktaramadığım, işlemek istediğim birkaç tane daha hikayem var. Tüm bunların hepsini görmek için etrafımı, dünyayı takip etmem yeterli oluyor. Tabii bu arada içten gelen doğal bir kaynak da var. Bu şu demek; her kurguyu o kadar hevesle oluşturuyorum ki, çocuk okuyup bitirdiği zaman içselleştirsin, anlasın, gizli mesajı alsın ve hemen uygulamaya geçsin. Bu istek ve sonrasındaki geri bildirimler için her defasında yüreğim çarparak basit ifadeler kullanmaya özen göstererek; sihirli kelime tamlamaları ile o çekirdek temayı aktarmaya çaba sarf ediyorum.
Okuyucularından nasıl tepkiler aldın?
İlk hikaye kitabım “Semoş ve Çıtırkızlar” piyasaya çıkalı yaklaşık dört ay oldu. Hiç üşenmeden, çılgınlar gibi yorum ve eleştiri topluyorum. Bunlardan en belirgin olan bir tanesi “cinsiyet kamuflajı”. Bunu söyleyen genellikle erkek çocuk anneleri ki bu konuda ben ve yayınevim hem fikiriz. En başında kitabın kapağında ve adında çok fazla uygulayamadık. Ancak sonrakiler için dikkat etmemiz gereken çok faydalı bir eleştiri oldu. İkincisi ise hem annelerinden hem de okuyan çocuklardan; hikayenin barındırdığı gizli duyguları, mutluluk, empati kurma, canlıya zarar vermeme gibi olguları komut vermeden çocuğa yükleyebilmek. Geçtiğimiz aylarda Kocaeli Kitap Fuarı’ndaki imza günü etkinliğine gittiğimizde orada kitap ile beraber ufak zarflar içerisinde sardunya tohumları da dağıttık. Neden? Çünkü hikayedeki “Çıtırkızlar” aslında sardunya çiçekleri. Böylelikle o çocuklar da eve gittiklerinde tohumlarını ekecek, can suyunu verecek, merakla büyümesini rengarenk olmasını bekleyecek ve bir çiçeği olduğu zaman algısında en basitinden doğaya, çiçeğine karşı sevgi ve anlayış hissetmeye başlamış olacak. (Bu arada Çıtırkızlar gerçekten evimde yetiştirdiğim, konuştuğum rengarenk birbirinden işveli-cilveli çiçeklerim)
Yakın dönemde ne gibi projeler gerçekleştirmeyi düşünüyorsun?
İlk hikaye kitabım olan Semoş ve Çıtırkızlar Pöti Kare Yayınevi aracılığı ile basıldı. Şu an hala çalışkan-tatlı sahibesi Eda Hanım’ın önderliğinde Semoş ile ilgili yeni fikirler ve etkinlikler üzerinde çalışıyoruz. İnşallah 2015 bitmeden gerçekleştirmek istediğimiz birkaç imza günü ve organizasyon planımız var. Tüm bu detayları aslında bir balon gibi saran benim bir oluşumum var. Adı “ Farkındalıklar Diyarı”. Bu oluşumun çerçevesinde hikayelerimin ana konuları olan insan, hayvan ve doğa sevgisini vurgulayan aktiviteler gerçekleştirmek. Bu bir sosyal sorumluluk projesi olabilir, bir faaliyet olabilir, hayal gücü imkanlarımızın götürdüğü yere kadar sınırları var. Yaşadığım şehirde başlayıp farklı yerlerde bunu uygulamak istiyorum özellikle bu üç algıyı eksik içselleştirmiş şehir, kasaba, köy nereler ise…
Somut olarak üzerinde çalıştığımız bir kitabımız daha var. Topluma ve çevreye yararlı projelere odaklanan Beyaz Gemi Sosyal Proje Ajansı’nın desteğini alarak; yeşil bina tasarımcısı ve mimar arkadaşım Tuğba Salman Gürcan ile bir projeye başladık. Bu proje; günümüzde yeşil ev olarak bahsedilen; doğaya duyarlı evi anlatan bir hikaye yazarak, Türkiye genelindeki okullara dağıtılması ve bu konunun işlenmesi. Buradaki amacımız güneşten, topraktan, rüzgardan nasıl faydalandığımızı anlatmak. Aslında yaşamımızı kolaylaştıracak doğa da o kadar çok gömülmüş kalmış unsurlar var ki, bunların açığa çıkmasını istiyoruz. Yeşil Ev Hikayemiz ile bu unsurları pekiştiriyoruz, bilinçlendiriyoruz. Çocuklar, elektriği kullanmayı, suyu israf etmemeyi, neyin nasıl işlediğini algılıyorlar.
Tuğçe bu samimi ve güzel sohbet için teşekkür ederiz. MAG ailesi olarak sana başarılar diliyoruz…