Emre Alkin ile Modern İktisat Rehberi
Akademisyen, Ekonomist ve Yazar Prof. Dr. Emre Alkin aile yaşamından ekonomiye, enerji politikalarından yazarlık kariyerine uzanan geniş bir yelpazede sorduğumuz soruları MAG okurları için yanıtlıyor.
Dolu dolu bir hayat yolculuğunuz var. Bizlere kendinizden ve kariyerinizden bahsedebilir misiniz?
Elbette… Ailem 1813’te İstanbul’da Beşiktaş Türkali Mahallesi‘ne yerleşmiş. Ben de bugün orada oturuyorum. Ailemizde Çerkezler ve Gürcüler var. Babam ve annem soylu duyguların zamanlarında yaşamış ve sanıyorum bundan da büyük keyif almışlar. Bizi de bu duygularla yetiştirdiler. Babamın ve annemin müzik sanatına olan yatkınlığı, abim Kerem ile bana da geçmiş herhalde. Bugün Kerem, hayatını rahatlıkla DJ olarak kazanabilir; ben de gitarist olarak aç kalmam sanırım. Onun haricinde ikimiz de gelişmelere farklı açılardan bakan ekonomistler olarak dikkat çekiyoruz. Zaten küçükken de birçok konuda anlaşamazdık. O yüzden bu sonuç normal. Hangimizin haklı olduğunu zaman gösterecek. Ben Türkiye’nin en genç ekonomi profesörü olarak tarihe geçtim, ama iş ve spor dünyasında da birçok başarım var. Şimdi bunları tek tek anlatmaya kalkarsam “adam kendini övüyor” derler. Özgeçmişime bakınca görmek isteyen görür zaten.
“Tarih tekerrürden ibarettir” denir. Bu durum iktisat için de geçerli midir? Ekonomide geleceği görmek için daha çok nereye bakmalıyız?
Tarih tekerrürden ibarettir, ama illa da tekerrür etmesi gerekmiyor. Tekerrür ettiren insan davranışları. Bir konuda ısrar etmek gibi. Mesela Napolyon’un yaptığı hatayı Hitler tekrarlamış, Moskova önlerine gelemeden yenilgiye uğramış. “O yapamadı, ben yapacağım” diyen pek az kişi başarılı olmuş. Bunun gibi benzer hataları tekrar eden çok kişi var. Mesela ne sosyal hayatta ne de diplomaside cephe üstüne cephe açmak mantıklı bir şey değil. Ama tekrar ediliyor. Geleceği tahmin etmek ise başka bir uğraş. Geleceği tahmin etmek için bugün var olan kurumların yarın var olup olmayacağını, bugün var olmayan hangi kurumların gelecekte var olacağını tahmin etmek gerekir. Takdir edersiniz ki bu uğraş sadece ekonomiyi bilmekle olmaz. Siyaseti, sosyolojiyi, psikolojiyi, diplomasiyi, sanatı hatta sporu da hesaba katmak gerekir. Ayrıca yüksek teknolojinin de hedeflerin düşünülenden daha hızlı yakalanmasına yaradığını unutmayalım. Kolay bir iş değildir, hatta her yıl gelecek beklentilerine bir hassas ayar çekmek gerekebilir.
Enerji politikalarının günümüz ekonomileri için önemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence yaratılan her enerji bir değerdir. Eskiden enerjiye tüketilmesi gereken bir unsur olarak bakılıyordu. Bugün ise enerji değiş tokuş edilebilen, hatta alım satım ünitesi olarak bile görülen bir unsur haline geldi. Enerjide dışa bağımlılıktan, enerjide kendi kendine yetme konseptine doğru gidildi. Petrol ve doğal gaz zengini olan ülkelerin ne kadar kırılgan olduğu ortaya çıktı. Arz edenler kadar enerjiyi talep edenlerin de güçlü olduğu net olarak anlaşıldı. Ayrıca sıfır enerji tüketen birimlerin de ortaya çıkmasıyla hidrokarbonları yakmadan enerji üretilebilecek bir teknolojiye sahip olunması, oyun kurallarını tamamen değiştirdi. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, petrol ve doğal gaz egemenliğinin sona ermesine tek engel, buradan çıkar sağlayanların gösterdiği güçlü direnç ve hükümetlerle olan bağlarıdır. Otomotivden uzay ve havacılık sanayisine kadar birçok yerde hidrokarbonların sağladığı performansı farklı teknolojilerin de sağlayabileceği ortadadır. Eğer petrol ve doğal gazdan çıkar sağlayan kesimler olmasaydı, enerji güvenliği meselesi hala bu kadar büyük önem arz etmezdi. Bu sebeple enerji piyasasındaki çıkar gruplarının varlığını da dikkate alarak, gerçekçi bir yaklaşımla, enerji politikalarının yumuşak bir geçiş ile ülkeleri bağımlılıktan kurtarmaya başlaması gerektiğine dikkat çekmek istiyorum.
Ülkemizde Dolar ve Euro üzerinde meydana gelen artışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Gelecek adına iyimser olabilir miyiz?
Ben her zaman iyimserim. Ancak yapılan yanlışları da cesaretle söylerim. Bunu yapmamın amacı görevli olan kişilere olan saygım ve sevgimdir. Bazen kendimi daha iyi anlatmak ve dikkat çekmek için ses tonumu sertleştiririm. Ancak bu davranışım insanları üzmek için değil, az önce belirttiğim gibi dikkatlerini çekmek içindir. Sadece bu ekonomi yönetimi değil, bundan öncekiler de döviz ve faiz konusunda ciddi hatalar yaptılar. Ancak gelinen noktada hükümetin döviz kurları konusundaki telaşını geride bıraktığını görüyorum. Çünkü elalemin parasına kendimizce değer biçmek doğru bir davranış değildi. Doları 7 TL’nin altında tutmak için verilen tüm çabalar daha önce 2, 3, 4, 5 ve 6 TL için de verilmişti ama başarılı olunamamıştı. Demek ki Türk Lirası’nın değerini belirleyen faktörler ekonomi yönetiminin elinde değil. Yatırımcı güveni, diplomasi ve iç siyasette sakinlik, sosyal hayattaki güvenceler ve en önemlisi gerçekçilik konusunda bazı yanlışlar yaptığımız ortada. Elbette bu yanlışları hemen bir gecede bertaraf edemeyeceğiz; ama yumuşak bir geçişle hayatımızın, enflasyonun, alım gücümüzün ve beklentilerimizin olumsuz yönde etkilenmesine yol açan ulusal paranın değer kaybetmesi sorununu yumuşatabiliriz.
Türkiye ekonomisini mevcut durumundan daha ileriye taşımak adına bir yol haritası çizecek olsanız ilk olarak nereden başlardınız?
Ekonomi işin ayrıntısı. Önce adalet, hak ve özgürlükler, eğitim gibi konularda çağın gerektirdiği işleri yapmaya çalışırdım. Bu üçlü sacayağında çürüme olursa, ekonomik politik ve toplumsal konularda verilen kararlar da yanlış olur; sokaktaki çürüme artar. Liyakatin yerini kuru sadakat alır, vatanseverliğin yerini menfaat alır, ahlak ile para yer değiştirir, vicdanların söküldüğü yere demir çubuklar ve çimento doldurulur. Bu durumu ve bu durumdan nasıl çıkılacağını, geçen yıl Destek Yayınları’ndan okurların beğenisine sunulan “İktisattan Çıkış” kitabımda oldukça detaylı bir şekilde anlatıyorum. Hatta kitabın İngilizcesi de aynı yayın evinden basıldı.
Küresel ekonomide batıyı ekonomik süper güç olarak görmek doğru mu, yoksa bu anlamda da kutupsuz bir düzene doğru mu gidiyoruz?
Artık süper güç olan devletler değil, firmalar. Bir yandan bazı ülkelerde devlet kapitalizmi yükselirken diğer taraftan da küresel firmaların kolonizasyon faaliyetlerine maruz kalıyoruz. Elbette bir ülkeyi güçlü gösteren firmalarıdır, markalarıdır; ama artık bu şirketler uluslar üstü bir duruma geldi. Hatta bazıları dünyayı da bıraktı, artık uzayda faaliyet göstermeye başladı. Bence meseleyi bu şekilde ele almak en doğrusu olacak.
Dünyada kaynakların adil paylaşımı ve artan tüketim noktasında tabakalar arasındaki uçurumu “Water & Diamond” paradoksu kapsamında değerlendirebilir misiniz?
Şunu oldukça net bir şekilde söyleyebilirim ki, bu paradoksu ülkemizde şu deyimle daha net açıklarız: Deve bir akçe, deve bin akçe. İhtiraslarla ihtiyaçların birbirine karıştırılmadığı bir dünyada yaşasaydık bence her şey daha güzel olacaktı, ama iktisadın temel kuramında insanın açgözlü olduğu belirtilir. Bir türlü doymaz. Bir yandan, içinden, “kimse üzülmesin, aç kalmasın” der ama bunun olması için kendi düzeni değişecekse kabul etmez. Dolayısıyla kaynakların eşit dağılımını hiçbir şekilde başarmamız mümkün olmayacak. Dolayısıyla bireylerin zenginleşme hayalleri yerine, kendi kendilerine yeter bir duruma gelmelerinin daha büyük bir hamle olacağına inanıyorum. Elbette herkes bunu başaramayacak. Çünkü bazılarımız ihtiraslarına yenik düşecek, bazılarımız da değiştirmeleri elinde olan ama değiştirmedikleri kaderlerine razı olacaklar.
Yazarlık kariyerinizle ilgili ayrı bir parantez açabilir miyiz? Alanınızda çok başarılı eserleriniz var, ama sadece ekonomi üzerine de yazmıyorsunuz…
Aşk üzerine yazmak eğlenceli geliyor bana. Çünkü ilişkiden kaçmak mümkün, ama aşktan kaçmak mümkün değil. Bir anda gelir ama ne kadar üzülsek de, hiç yaşanmamasından daha iyidir aşkı yaşamak. Aşk satın alma davranışlarını ve yatırım davranışlarını bile etkiler. Küçüklüğümden beri insanların davranışlarını, yakınlaşmalarını, uzaklaşmalarını, kavgalarını, barışmalarını, nefretlerini ve sevgilerini gözlemlerim. Kendimi de gözlerim aslında bir yandan. Dışarıdan içeri bakarım sürekli. Çoğu zaman kitaplarımda yazdığım hikayelerimin gerçek olup olmadığını soranlar oluyor. Ben de “kurgu gerçektir” diye cevap veriyorum. Açıkçası Yalın Alpay ile yaptığımız söyleşilerin de hikaye yazarlığıma büyük katkısı olduğuna inanıyorum. Şunu da söyleyeyim; yazdıklarımın tamamının benim başıma gelmesi imkansız. Çünkü o kadar tecrübeye yaşım yetmez. Başkalarının da hatalarından ders alabildiğim gibi, olması muhtemel hadiseleri de gerçekçi bir şekilde yansıtabilmeyi başarabiliyorum diyebilirim. Fazla kurcalamadan keyifle okusun dostlar.
Dünyanın ve ülkemizin ekonomi geleceğine dair öngörüleriniz nelerdir?
Bundan sonra bir kriz çıkacaksa, gelişen ülkelerden değil gelişmiş ülkelerden çıkacak; o besbelli. Ancak, bu iş dokuz tane iskemlenin etrafında dönen on kişinin hikayesi gibi. Müzik durunca birisi ayakta kalacak, ama büyük abi ayakta kalırsa hepimiz için sıkıntı olur. Ne Dolar ne Euro kalır, herkes kripto paralara veya elle tutulur emtiaya hücum eder. Düzen bozulur, çok ciddi paralar kaybedilir ve küresel ekonomi durma noktasına gelebilir. Bu tehlikeyi bertaraf etmek için savaş çıkarmayı da mantıklı bulmuyorum. Kimsenin canını yakmayacak bir şekilde borç verenler ile borç alanlar arasında bir uzlaşmanın acilen sağlanması gerekiyor. Savaş yaparak borçları silmenin imkanı yok. Daha önce denendi başarılı olamadı. İyimser bir insan olmama rağmen, önümüzdeki yirmi yıl için insanlık adına iyimser olamıyorum. Mutlaka basiretli insanlar ortaya çıkıp bu ağır sorunları çözecektir, ama çok sıkılacağımız bir sürecin içinden geçeceğimizi söyleyebilirim.