Christopher Pariente’ye Ağaçların Fısıldadıkları
İzmir’in köklü Levanten ailelerinden gelen Christopher Pariente; turizm okuyup aile büyüklerinin işini sürdüren ve bu işleri sürdürürken de üretimi çok sevdiğini anlayan, detaycı, sanatsal yönü güçlü, dünyayı bilen, beş dili anadili gibi konuşan, kaliteyi her zaman birinci planda tutan, çalışkan, üretken bir iş insanı. Pandeminin ardından kendisine sorduğu sorularla, ahşapla daha çok haşır neşir olmak istediğini anlayan ve Christopher Pariente Furniture’ı kuran iş insanı, ilham veren hikâyesini MAG Okurlarına anlattı…
Bugünkü Christopher Pariente marangoz mu, tasarımcı mı, zanaatkâr mı, sanatçı mı?
Chris iyi parçalar yapmayı isteyen, seven, bunun peşinde koşan ve bunu yaparken doğadan cesaret alan, esinlenen biri diyebiliriz belki. Hepsi ya da şu kombinasyon diyemem ama hepsinden bazı ilhamlar var içimde, çünkü bir tasarımcıyla iddialaşamam. Sonuçta, müşterimle karar verdiğim bir tasarım yapıyorum. Sanatçılarla aşık atamam. Bu işi meslek olarak edinmiş, hayatını vermiş kişiler sanatçılar; ama eninde sonunda benim de, bir parçanın formuna karar verirken dokunuşlarım bir sanatçı dokunuşu gibi. O kadar zarif olmaya çalışıyorum. Marangozla da aşık atamam. Bu işe ömrünü vermiş ustalar var ki ben de çok ustayla bir araya gelmeye çalışıyorum. Onlara akıl danışıyorum. Aslında en iyi yaptığım; sebat etmek, gayret göstermek ve adanmışlık. Ben ahşap, taş ve metalden parçalar yaparken kendimi maksimumda geliştirmeye çalışıyorum. Belki zaman geçince birinden biri biraz daha öne çıkabilir, bilemem ama bu vasıfların hiçbirini kaybetmek istemem.
Ahşap sizin için ne ifade ediyor?
Çok şey ifade ediyor, çünkü her ağaç kendi başına bir hikâye demek. Her dokunduğum ahşap minimum kırk yaşında. Bir kere, buna dokunmak benim için çok heyecan verici. Geçtiğimiz yıl, sekiz yüz elli yaşlarında olduğunu tahmin ettiğimiz bir ardıçla uğraşmıştım. Onu bir masa yapmıştım. Onu yaparken kendimi o kadar küçük hissetmiştim ki, kırk beş yaşında olmanın hiçbir anlam ifade etmediğini anladım. Benim için ahşap önce bunu ifade ediyor. Hepimizden köklü, daha eski ve “hikâyesi olan” bir malzeme.
Üretirken en sevdiğiniz aşama hangisi?
Tabii ki her aşaması çok keyifli ama “keşif aşaması” en önemlisi oluyor, çünkü ağacın ham halini görüyorsun ve ondan ne çıkabileceğini hayal ediyorsun; birincisi bu oluyor. Bir cevapla değil, bir merakla çıkıyorsun oradan. Sonraki süreçte bunların birleşimi çok önemli. Onu tezgâha yatırıp zımparalamaya, temizlemeye başladığım zaman -ki o temizlik ve zımpara aşaması da çok detaylı- ahşabı üzmeden, yaralamadan, kırmadan bunu yapmaya çalışıyorum. Kenarlarını temizlerken, önce doğal kenarlarında bir şey buluyorsun. Yüzeye geçtiğin zaman, asıl orada ortaya çıkıyor hikâye. İçinden ne çıktığına göre aslında bizim ne yapacağımıza parçanın kendisi karar veriyor. Bir şey söylüyor bana, bir şey anlatıyor. Diyor ki; “Ben bir masa olmalıyım!, “Ben bir sehpa olmalıyım!”, “Beni şöyle kullanmalısın!”, “Beni kesmemelisin!”. Ben bunları hep duyuyorum. Kendi karar veriyor ne olmak istediğine! Ben onu anlamaya ve ona saygılı bir form vermeye çalışıyorum sadece.
Markanızla kime hitap ediyorsunuz?
Günümüz Türkiye’si, zevkini, ağız tadını, gustosunu geliştiren bir konumda. Bana göre de gustonun tavan yaptığı nokta el işçiliğine değer verilen nokta. Evet, zevklerin ve renklerin tartışılmadığı bir gerçek; ama el işçiliğine değer verilen ülke bana göre çok ilerlemiş bir ülkedir. Ben öncelikle el işçiliğine, zanaatkârlığa, ustalara değer veren, saygı duyan bir kitleyle çalışmak isterim. Çok şanslıyım ki, henüz yeni doğan bir marka olmamıza rağmen, hep böyle oldu. Burada ne yaptığımı, bunu nasıl yaptığımı, buradaki zahmetimi anlamaları ve anlamlandırmaları çok kıymetli. Akabinde tabii yaptığım modeller birkaç ülkenin kültüründen ve tarzından esinleniyor. Güzelliği sadelikte bulabilen, keşfedebilen insanlara hitap ediyorum. Doğal ahşabı seçmemin sebebi de bu. Aslında bende değil, o ahşapta, o taşta o mucizeyi görebilen kişiler Christopher Pariente Furniture’a sahip olsunlar isterim.
Peki, o kişilere markanızla ilgili en akılda kalıcı vaadiniz ne olabilir?
Cevabı hiç düşünmeme gerek yok. Bir vaat değil aslında bir söz veriyorum ben Christopher Pariente Furniture alıcısına. Her parça bir tane! Bir eşi, bir benzeri yok burada üretilenin, çünkü o ağaç bir tane, o ahşabın bir daha aynısı olmayacak. Bu, seri üretim bir şey olmadığı için “unique”, biricik olma sözü veriyorum.
Nelerden ilham alıyorsunuz?
Başta Japon marangozluğu diyebilirim, çünkü Japonlar kesinlikle hiçbir vida ve yapışkan malzeme kullanmadan mobilya yapmaları ile ünlüler. Dolayısıyla çok sade mobilyalar yapıyorlar. Öyle şatafatlı desenlere, renklere girmiyorlar. Onların sadeliği ve işçiliği öncüdür ahşap işinde. Bir de İskandinav stilini çok seviyorum. İskandinav stili de parçaları sade tutarak, ham işçiliğine özen göstererek mobilya üretir. Bir de İskandinavların tabii geçmişi hoşuma gidiyor. Vikingler taşı ve ahşabı en saf haliyle bir araya getirip sağlam, kırılmayan mobilyalar yapıyorlarmış. Doğadan daha güçlü ne var ki?