Belçika Büyükelçisi Michel Malherbe
Eylül 2017 gibi çok kısa bir zaman önce ülkemizde göreve başlayan Belçika Büyükelçisi Michel Malherbe, bu ayki röportaj konuğumuz.
İkili ilişkilere yaklaşımındaki barışçıl ve uzlaşmacı tavrı ile büyükelçilik görevinin en önemli özelliğini derhal ortaya koyuyor. Kendisi bir zamanlar öğrenciyken, İstanbul’da sık sık gördüğümüz sırt çantalı turistlerden biri olmuş ülkemizde. Daha o zamanlar, insanıyla, kültürüyle, tabiatıyla Türkiye’yi sevmiş ve ülkemiz hafızasında yer etmiş. Ülkemizin ait olduğu coğrafya üzerine uzmanlaşmış olması ve tekrar bu sevdiği ülkeye, bu sefer bir büyükelçi olarak gelmesi bizim için de büyük bir şans. Görevi süresince Ankara ile sınırlı kalmayıp, Türkiye’nin her yerinde bulunmak ve insanıyla kaynaşmak istiyor. Buradaki en büyük hedefi, Türkiye ve Belçika halkları arasında bir köprü vasifesi görerek insan insana diplomasiyi geliştirmek. Piyanonun yanında fotoğrafını almak istediğimizde, aslında piyanodan ziyade gitarı iyi çaldığını ifade etmesi, mütevazi ve dürüst tarafını da ortaya koyuyor.
Pekin’den sonra Türkiye gibi tamamen farklı coğrafyada bulunan bir ülkede göreve başlamak nasıldı?
Ben Orta Doğu Bölgesi için uzmanlaşmış bir büyükelçiyim. Çin’e iki kere görevli olarak gönderildim. Ayrıca görevli olarak Hong Kong ve Singapur’da da bulundum. Dolayısıyla burası benim coğrafi uzmanlık alanım. Öğrenciyken oldukça yaygın olan bir yöntemle, sırt çantamla Türkiye’ye gelmiştim. Türkiye’yi, manzarasıyla ve halkının misafirperver karakteriyle mükemmel bir ülke olarak hatırlıyordum, bugün de çok güzel bir ülke olarak görüyorum. Türkler yabancıları karşılama konusundaki ünlerini gerçekten hak ediyorlar. Burada tamamen farklı çevrelerde bile sıcakkanlılıkla karşılandığımı hissediyorum. Ayrıca Türkiye’nin yıllar içinde değiştiğini de fark ediyorum. Öğrenciyken ziyaret ettiğim ülke, bugünkü Türkiye’den oldukça farklıydı. Bugüne bakıldığında sadece şehirlerde değil, şehirlerin dışındaki yerleşkelerde de muazzam gelişmeler var; şehirler modernleşmiş ve kırsal bölgelerde, öğrenciyken geldiğimde olmayan yollar ve altyapı tesisleri yapılmış.
Ülkemize gelmeden önce Türkiye’nin sizin için en ilgi çekici yönü neydi?
Türkiye’ye gelmeden önce, Türkiye’nin Doğu ve Batı’yı birleştiren bir köprü olması, benim en çok ilgimi çeken yönüydü. Coğrafi açıdan Türkiye, Batı Avrupa’nın ve birçok ülkenin fiziksel olarak buluşma noktası; Orta Doğu ülkeleri ve kuzeyde Rusya gibi… Ayrıca tarihte çok güçlü ve görkemli olan Osmanlı İmparatorluğu ile onun yıkıntıları üzerine Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti arasında da bir köprü gibidir. Zengin tarihi ve köprü vazifesi oluşu ülkenizin ana karakteristik özellikleri. Bana göre tüm bu özellikleri Türkiye’yi bir diplomat için ilgi çekici kılıyor. Çünkü diplomasi, farklı insanları birbirleriyle konuşmaları için bir araya getirmek ve bunun için ortak bir zemin yaratmaktır. Bugün Avrupa’da ve Türkiye’de, her iki tarafta da çok tartışmalı durumlarda, biliyorsunuz ki problemler paylaşılıyor. Üzerinde konuştuğumuz ve diplomasi yaptığımız konular, bölgedeki savaşlar, göçle sonuçlanan ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar gibi ortak kaygılarımızı içeriyor. Kıtadaki ortak geleceğimiz ve medeniyetler diyaloğu gibi konular da yönelmemiz gereken diğer konular. Diplomasinin en önemli tarafı köprü vazifesi görmek ve Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki diyaloglardan taraflar için ortaya fırsatlar çıkarmak.
Terörizme karşı dayanışma için, Belçika ve Türkiye arasındaki üçlü bakanlar toplantılarının sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şeyden önce terörizm küresel bir mesele. Belçika da terörle vurulmuş bir ülke; Brüksel’deki havaalanına ve metroya yapılan terörist saldırıları hatırlarsınız. Terörün ne demek olduğunu biliyoruz ve Avrupa’nın kalbinde bir ülke olmaktan gurur duyuyoruz. Brüksel’den Hollanda’ya, Lüksemburg’a, Almanya’ya, Fransa’ya ve Birleşik Krallık’a çabucak ulaşabilirsiniz. Bunu her zaman bir değer olarak düşündük ve yarattığı güvenilirliğin de farkındayız. Ayrıca Avrupa Birliği’ne dahil her şeyin merkezinde olmanın yarattığı riskler de var. Avrupa Birliği’nin başkenti olan Brüksel’de ev sahipliği yapıyor olmamız, bir fırsat olmakla beraber aynı zamanda güvenlik ve terörün önlenmesi anlamında da büyük gayret gerektiren bir durum. Türkiye, bulunduğu coğrafi konum sebebiyle olduğu kadar, anlaşmazlık yaşanan komşu ülkeler sebebiyle de terörle büyük ölçüde karşılaşıyor. Bu sebeple Avrupa Birliği ve Türkiye’nin teröre karşı birlikte mücadele etmesi çok önemli. Avrupa Birliği Terörle Mücadele Koordinatörü Gilles de Kerchove, (kendisi Belçikalı’dır) kısa bir süre önce buradaydı. Kendisi Türk otoritelerle çok faydalı görüşmeler yaptı. Ayrıca ulusal düzeyde de bu konuyu konuşmaya ihtiyacımız var. Bunu, bahsettiğiniz üçlü bakanlar toplantıları sırasında yapıyoruz. Bu toplantılar, her iki ülkenin de dışişleri, içişleri ve adalet bakanlarının bir araya gelmesiyle gerçekleşen oldukça karmaşık toplantılar. Böylece, geçmişte olduğu gibi, bugün de birlikte bir dizi sorunun üstesinden gelebiliriz. Diyalog bu formda ve diğer formlarda devam ediyor. Birkaç gün önce bakanlığımın genel sekreteri, Türkiye’deki meslektaşlarıyla direk görüşmeler yapmak için buradaydı. Ayrıca bazısı Belçikalı olan ve Suriye’den geri gelen teröristleri yakalamak için Türkiye’nin desteğine ihtiyacımız var. Bunları uygun bir şekilde ele almak ve her iki ülke için de bir tehdit olmayacaklarından emin olmak için Türkiye ile koordinasyon içinde olmalıyız. Anahtar kelime “diyalog”. Hem politik düzeyde hem de teknik düzeyde, terörle mücadele edebilmemiz için daha çok diyaloğa ihtiyacımız var.
Geçen yıl yaklaşık 415 bin Belçikalı turist ülkemizi ziyaret etti. Sizce Türkiye’nin Belçikalı turistleri çeken yönleri nelerdir?
Ben Belçika Hükümeti’nin Türkiye’deki resmi büyükelçisiyim ama inanıyorum ki; resmi bir büyükelçiden daha fazlasını temsil ediyorum. Aslında bu durum her iki ülke yönünde de işliyor. Bahsettiğiniz 415 bin Belçikalı turist de Türkiye’de Belçika’nın elçileri olmalı, bizim değerlerimizi temsil etmeli ve Türk mirasının kıymetini ve değerlerini takdir etmeli. Bu suretle, biz turistleri güvenlik önlemlerini dikkate alarak Türkiye’ye gelmeleri için cesaretlendiriyoruz. Ne yazık ki seyahatçileri, olası güvenlik tehditleri konusunda da uyarmak zorundayız. Türkiye’nin Belçika’daki diğer elçileri de Belçika’da yaşayan, çalışan ve ekonomimize katkıda bulunan 200 bin civarındaki Türk kökenli nüfusdur. İnanıyorum ki, buradaki Belçika topluluğu ve Belçika’daki Türk topluluğu, iki ülkeyi birbirine bağlayan elçiler gibi davranmalı. Kişisel düşüncem, hükümetlerin en üst düzeyde ve çalışma düzeyinde konuşmaya ihtiyacı var ama hiçbir şey insan insana diplomasiden daha iyi değildir. İnsanlar biribirinin ülkesini ziyaret etmeli, öğrenim görmeli, birbirlerinin dillerini öğrenmeli ve değerler hakkındaki görüşlerini paylaşmalı. Bu gerçek anlamda ihtiyacımız olan diplomasi ve biz sadece hükümet düzeyini ekliyoruz.
Ankara’yı keşfetmeye nerelerden başladınız?
İlk önce kendi rezidansımı keşfetmekle başladım. Burası Kızılay’ın kalbinde büyük bir bileşik yapı. Belçika Hükümeti tarafından 1920’lerde inşa edilmiş. Daha önceleri çok yeşil bir alanda yer alıyormuş ama şimdi telaşlı Kızılay’ın içinde yer alıyor. Benim için Ankara’daki ilk sürpriz, bu rezidansta ikamet eden 44. veya 45. Belçika Büyükelçisi olmama rağmen rezidansın çok iyi korunmuş olması. Daha sonra Ulus’u ve büyükelçilik ofisimizin olduğu Gaziosmanpaşa’yı keşfettim. Ankara’yı, eski başkent İstanbul ile karşılaştırdığımda, oldukça yeni bir şehir olarak buldum; oldukça ilginç bir şehir ama tabii ki Ankara, Türkiye demek değil. Bir büyükelçi olarak ülkeyi tanımak için her yerini ziyaret etmek gerekir. Bunun için hemen Ankara’dan Antalya, İzmir, Bodrum ve büyük bir Belçika topluluğunun yaşadığı İstanbul’a gittim. Ayrıca doğuda Gaziantep ve birkaç gün önce döndüğüm Şanlıurfa’ya gittim. Gittiğim her yerde beni en çok etkileyen şey, çeşitlilikti. Türkiye, Avrupa Birliği ve kıtanın doğusu arasında sadece bir köprü değil, inanılmaz çeşitlilik de gösteren bir ülke. Üstelik henüz kuzey bölgesini ve sınır bölgelerini ziyaret etmedim. Dolayısıyla daha keşfedilecek çok yer var ama yine de anahtar kelime; çeşitlilik ve çeşitliliğin gücü.
Ankara’da en son göreve başlayan büyükelçilerden birisiniz. Öncelikli olarak ele alacağınız konu nedir?
Bir büyükelçi olarak benim ilk hedefim, büyük politik konuları ele almaktan ziyade, Türkiye ile tarihte uzun bir zamandır süregelen ilişkilerimizi temel alarak, Türk ve Belçika halklarının yıllar içindeki bağlarına dikkat çekmek. Amacım Türk toplumunun değerlerini Belçika halkına göstermek ve ticaretin geçen sene neredeyse yüzde 25 arttığını göz önünde bulundurarak, Belçika ve Türkiye’nin karşılıklı yatırım ortakları olduğunu vurgulamak. Ayrıca öğrencilerimiz de iletişim içinde olmaya ve birbirimizin üniversitelerinde öğrenim görmek için planlarını yapmaya devam etmeliler. Yani benim temel amacım, bazen kızışan politik münazaraların üstesinden gelerek, ülkelerimiz arasındaki güçlü bağların varlığını aydınlatmak ve ilişkilerimizin gelecekte de makul ve yapıcı bir yönde devam etmesini planlamak.
Türkiye’ye gelişinizden kısa bir süre sonra, Belçika’nın ulusal günü olan “Kral Günü” çeşitli şehirlerde kutlandı. Burada katıldığınız ilk kutlamalar hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
“Kral Günü” genellikle Başkent’te kutlanır. Burada ilk kutlamamız, Ankara için tipik olarak, resmi görevliler ve akademisyenlerden oluşan bir grupla yapıldı ama Türkiye çok renkli bir ülke olduğu için, Kral Günü’nden bir gün önce, meslektaşım olan İstanbul Başkonsolosu’na katılarak orada daha çok iş dünyasından bir toplulukla yapılan kutlamada bulundum. İstanbul’daki, bizim ticaret komisyonumuzun da bulunduğu, daha geleneksel oluşmuş bir topluluk. Daha sonra, bizim Türkiye’deki yaşam ile bağlantımıza yardımcı olan Türk iş adamları, fahri konsoloslarımızın olduğu şehirleri ziyaret ettim. Kendileri, Antalya, Bodrum, İzmir gibi denize kıyısı olan yerlerde yaşayan Belçika topluluğunu ve yerel otoriteleri bir araya getirmekte çok başarılılar. Bu durum, benim 200 Belçika vatandaşı ile bağlantı kurmamı sağladı. Bazıları Türkiye’yi ziyaret etmiş, daha sonra Türkiye’yi ve Türk insanını çok sevdiği için bu ülkeye yerleşmiş, bazıları Türkiye’ye geri dönmüş Türk kökenli Belçika vatandaşı, uzun yıllar Belçika’da yaşamışlar ama Türkiye ile bağlarını da korumuşlar. Buralardaki; Belçika ile yaşayan bağları olan binlerce insan, gerçekten ilişkilerimize büyük değer katıyor. Gelecek yıl Kral Günü kutlamalarımızı daha küçük şehirlere taşımayı ve Belçika’ya en çok Türk’ün geldiği yer olan Emirdağ’ı ziyaret etmeyi düşünüyorum. Projelerimden biri, 2018’in başlarında, Belçika’ya yıllar önce ilk göç eden Türkler’in geldiği şehirleri ziyaret etmek. Benim gözümde ülkeler arasındaki ilişkiler; hükümetler arası olmaktan çok, insanlar arasındaki ilişkilerdir.
Bize Belçika tarihindeki “Kral Günü” başlangıcından bahseder misiniz?
Çok ilginç ve karışık bir hikayesi var; 15 Kasım “Kral Günü” aslında bizim milli günümüz değildir, Belçika’nın milli günü 21 Temmuz’dur. Bu tarih, ilk kralımız 1. Leopold’ün törenle göreve geldiği tarihin yıldönümüdür. 1. Leopold Brüksel’de 21 Temmuz 1831’de kral oldu. “Kral Günü”, aslında Kutsal Leopold’e ait özel bir gün. Çünkü “Leopold”, bizim birinci, ikinci ve dördüncü krallarımızın ismidir. Değişik isimlerde krallarımız oldu ama 15 Kasım Kutsal Leopold günü, kutsal bir gün olarak korundu ve Belçika devletinden ziyade, Belçika hanedanlığının kutlandığı tarihtir. 21 Temmuz ise, ulusal bir gün olarak kutlanıyor. Biraz karışık ama biz Belçikalılar kutlamayı seviyoruz ve bu iki güne sahip olmak bize ekstra bir sebep veriyor. Böylece Ankara’da olduğu gibi dünyanın her yerinde arkadaşlar bir araya gelerek kutlama yapıyoruz.