Melis Alphan’dan Şıklara Övgüler Rüküşlere Neler Neler…
Türkiye’nin en çok okunan gazetelerinden birinin ekinde, ilk sayfalarda onun yorumlarına bir göz atmadan geçmiyor kimse… Sevseniz de sevmeseniz de hatta sinir
de olsanız bir göz atıyorsunuz, eminim. Moda konusunda ahkam kesmekle “suçlanan” Alphan’ın London College of Fashion mezunu olduğunu bilmeyenlere duyurmayı bir borç bilerek, Melis Alphan’a kendi yorumları gibi keskin, köşeye sıkıştırıcı sorular sorduğum röportajımla sizleri baş başa bırakmak istiyorum. Her gün ünlü simaları yakın markaja alan Melis Alphan’ı daha yakından tanımak istiyorsanız işte size bir fırsat…
Melis Alphan’la röportaj yapacağım dediğim anda herkeste şöyle bir izlenim oluştuğu kanaatine vardım: Herkes sizin kişileri sürekli eleştirdiğiniz kanaatinde… Köşe yazarlarının bu kadar çok olduğu bir ülkede sivrilmek için yaptığınız bir şey mi yoksa gerçekten kimseleri beğenmeyenlerden misiniz?
Bu işe başlarken iyi ya da kötü yaz demediler bana. Aslında biraz kendiliğinden şekillendi. Arada iyileri de yazdığım oluyor ama inanın kötüler iyilerden çok daha fazla. Ben “Bugün iyi ya da kötü yazayım.” diye kalkmıyorum yataktan. Fotoğraflar önüme geldiğinde hangisi bana bir şey söyleme ihtiyacı hissettiriyorsa onu seçip yazıyorum. Söyleyecek sözüm olan fotoğrafı seçiyorum. Biraz da komik bir şeyler söyletebilecek olanları… Sivrilmek için değil asla. Ama bir yandan eleştirel bir insanımdır da. Resmin kötü tarafını görmeye meyilli diyelim.
Sizi çok yakından tanımıyoruz aslında? Artık belli bir üne de kavuştunuz sonuçta. Kimler kimler resmi web sitesi açıyor… Sizin neden yok?
Çünkü bence web sitesi ciddi bir mesai gerektiriyor. Bir işe girdiysem, o işi tam yapmayı isterim. Tam yapamayacaksam, içime sinmeyecekse hiç yapmayayım daha iyi. Bir site açıp yarım bırakmak da istemem. O nedenle henüz bu gücü kendimde bulabilmiş değilim.
Twitter’dan mı takip etsinler sizi takip etmek isteyenler?
Twitter’dan takip edebilirler. Yazılarımın link’lerini de koyuyorum oraya. Facebook’ta da varım ama hiç aktif değilim, sadece arkadaşlık isteği gönderenleri onaylıyorum, o kadar.
London College of Fashion’da moda tasarımı eğitimi aldığınızı bilen çok kişi var mı acaba? Bence yok çünkü herkes sizin bence bilgisayarın başına geçip herkesi “eleştirdiğinizi” düşünüyorum. Moda konusunda nasıl bir geçmişiniz olduğunu biraz anlatırsanız çok çok iyi olacak aslında…
London College of Fashion’da Moda Tasarımı Bölümü’nden mezunum. Tasarımcı olarak yetiştim ama bir şekilde gazeteciliğe geçiş yaptım. Okulda tez yazma zorunluluğu vardı ve benim tezim de “Giysilerle İletişim” konuluydu. O tezi yazdığım süre içerisinde sadece çizmek, kesip biçmekten değil, aynı zamanda modanın teorilerine, sosyolojisine, felsefesine de meraklı olduğumu ve bu konuda yazmaktan zevk aldığımı fark ettim. Ergenliğimden itibaren ciddi bir resim eğitimim oldu ama aynı zamanda yazmak da tutkularımdan biriydi. Yani, tasarım eğitimi alsam da gazeteciliğe kaymak benim için sürpriz olmadı. Böylece meraklı olduğum iki alanı birleştirmiş oldum.
Moda üzerine bir kitap yazdınız “Moda Moda” Dedikleri adında. Kitabınızdan bahsedelim biraz da…
Daha önce beraber çalıştığım Tayfun Atay’dan gelmişti bu kitap teklifi. Kitap, Milliyet’te yayınlanan köşe yazılarımdan oluşuyor ama bir yandan da Türkiye’nin bir döneminin aynası niteliğinde. 2000’lerin ikinci yarısında politikacılardan sanatçılara, sporculara ve diğer önemli figürlere insanların nasıl giyindiği, giysileriyle ne gibi mesajlar verdikleri kitaptan takip edilebilir.
Okuduğumda biraz şaşırdım da ilk ağızdan duymak istiyorum: “Lüks butiklerde nasıl alışveriş edeceksiniz?” gibi bir yazı mı yazdınız? Bunun da kuralı olur mu diye sormadan duramıyor insan?
Bir yazımda bahsetmiştim. Tabi ki kuralı yok ama biliyorsunuz lüks butiklerde satış görevlileri bazen müşterinin kılığına kıyafetine, tavrına göre muamele yapabiliyor. O yazı da “Şöyle davranırsanız işiniz kolaylaşır.” minvalindeydi.
Artık gizli müşteriler var ve lüks butik çalışanları bu şekilde denetleniyor. Normal bir insan en şık günlük kıyafetini giymeden ve alenen fiyat etiketine baksa ne olabilir ki?
Hiçbir şey olmaz. Dediğim gibi, bu sizin seçiminiz, şart değil.
Hakkınızdaki yorumları okudum internette. Özgür bir ortam nihayetinde… Biraz meyve veren ağaç taşlanır durumu mu söz konusu acaba? İyi yorumlarda var tabi ama kötülerde var ne yalan söyleyeyim…
İnternetin, hele de sözlüklerin raconu bu. Ben açıkçası gerçek ismiyle yazma, yorum yapma cesareti bulunmayan birinin yazdıklarını hiç kaale almam. Ayrıca iyi ya da kötü, tepki tepkidir. Kayıtsız kalmalarından kat kat iyidir. Herkesi memnun edemezsiniz. Bana gelen maillerin çoğu olumludur mesela. İnternettekiler olumsuz, mailler olumlu, sevenler var, sevmeyenler var; herkesi memnun edemezsiniz. Herkes sizi seviyorsa bir problem var demektir bence. Sevgi kelebeği olmak hayatta isteyeceğim son şey olurdu.
Çanta elde mi taşınır kola mı takılır meselesine neden bu kadar takıldınız?
Benden çok okurlar takıldı aslında. Onlar takıldıkça ben de daha fazla takıldım. Bir çeşit eğlenceye dönüştü. Bir de hakikaten komik bir görüntü çıkıyor ortaya. Moda gib ibir şey oldu. Kolda taşınan çanta vardır ama her çanta kolda taşınmaz. Moda olunca doğru yanlış her tür çantayı kolda taşımaya başladılar.
Bir de doğrusunu öğrenip kişileri bilgilendirelim lütfen… Türkiye’de bayanların son zamanlarda size göre yaptığı en büyük giyim hatası ne diye sormak istiyorum ama biraz korkuyorum röportajımız günlerce sürer diye… Şaka bir yana gerçekten en rahatsız edici bulduğunuz yanlış nedir?
Yanlış sözcüğü bana göre değil. Herkesin doğrusu yanlışı kendine. Ben hoşuma gitmeyenler diyebilirim… Birincisi kürk. Karşıyım, sonuna kadar. Bizim ülkemizde insanlar tamamen zevk için giyiyor kürkü. Sibirya’da yaşamıyoruz nihayetinde, yani bu bir ihtiyaç değil. Kürk giyerek bu vahşi endüstrinin çarkının dönmesine katkıda bulunuyorlar. İkincisi Ugg botlar. Gelmiş geçmiş en çirkin aksesuar bence. Bu kadar yaygınlaşmasına yazık. Bir de kadınlar bu Ugg’larla şıklık yapıyorlar ya, en çok ona gülüyorum. İleride Ugg’lı fotoğraflarına bakamayacaklar. Üçüncüsü, vücut tipine göre giyinmeme. Şunu kabul etmeliyiz: Hepimizin kusurları var. Ve o kusurları ne kadar göze sokmazsak o kadar iyi görünürüz. İyi görünmek gibi bir dertleri yoksa başımın üstüne…
Beğendiğiniz birileri mutlaka vardı… Hem kötüleri değil biraz da iyileri konuşalım değil mi?
Ben kişilerle ilgilenmiyorum. Kimsenin tarzını takip etmiyorum. Çoğunlukla yazdığım insanların isimlerini bile bilmiyorum, arkadaşlar altına yazıyor. Yani şu iyi, bu kötü diyemem.
Kendinizi gazeteci olarak mı yoksa moda yazarı olarak mı tanımlıyorsunuz?
Bir şey olarak tanımlamıyorum. Sadece moda yazmıyorum. Kelebek’te haftanın dört günü bambaşka konularda da yazıyorum. İsteyen istediği gibi ad koyabilir.
Hürriyet’in dışında Vogue’da da yazıyorsunuz. Vogue’un Türkiye’ye gelişi ile ilgili duygu ve düşüncelerinizi alalım…
Bir zenginlik nihayetinde. Dünya modasının en güçlü markalarından biri. Ve artık Türkiye’de de olması ancak olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Yeni plan ve projeler varsa son olarak bunları da konuşalım…
Ekim’de Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde moda yazarlığı dersi vermeye başlayacağım. Şimdilik böyle bir gelişme var.
Ve MAG Okurları için ne söylemek istersiniz?
Modayı ne çok ciddiye alın ne de küçümseyin. Arada bir yerlerde pozisyon alın. Teşekkürler.
Röportaj: Damla İplikcioğlu