Yazdan Önce Ruhumuzu Acıtanlar…
Bir kaç zamandır yazmamıştım, insan her zaman her şeye zaman bulamıyor, oysa yaratmak isteyince zaman oluşuyor diyorlar… Bunu diyenler tembelliğin ne olduğunu bilmiyorlar herhalde, belki de ruhun yorgunluğu… O kadar çok şey oluyor ki hayatta, son yazımla şimdikinin arasında neler yaşandı neler, ailelerimize yeni fertler katıldı, bazıları eksildi, kimi işsizler iş buldu, kimi yalnız kalpler bir eş buldu, masumlar haksız yere tutuklandı, kimi ülkeler ayaklandı, kimileri gitgide karanlığa gömülmeye devam etti..Bütün bunlar olurken insanın beyni uyuşabiliyor, bir ağırlık çöküyor isteseydin zaman yaratırdın denilen şeylere bile üşeniyor
Nasıl da iyi biliyoruz hayatın üşenmek için ne denli kısa olduğunu, küçüklükten başlıyorlar bize “hayatın tadını çıkart”, “zamanını iyi değerlendir” demeye, acaba ne zaman anlıyoruz bu söylenenlerin tam olarak ne anlama geldiğini. Anlamıyoruz… İnsanlar hatalarından öğrenir, yaşadıklarıyla deneyim kazanır aynı yanlışları yeniden yapmazlar diyorlar, doğru mu sizce? Tekrar tekrar yanılmıyor muyuz, bu sefer öğrendim bu sefer unutmayacağım diyoruz, ama zamanla yine çıkıyor aklımızdan, bazen de belki bu sefer farklı olur diyoruz, bazen de göre göre yanmayı tercih ediyoruz…
19. Yüzyılda yaşamış Fransız şair Francis de Croisset’in de dediği gibi “ Deneyim bizi bir aptallık yapmaktan asla alıkoyamaz, yalnızca o aptallığı neşeyle yapmamızı engeller”.
Öyle ya ateşe yürümekte olduğumuzu bildiğimiz için içimiz huzursuz olur, kim bilir belki de en iyisi tecrübesizlik, korkmadan ilerlemek, ama o da işte yaşanmışlıkla git gide zorlaşıyor.
Bir yazı yazmıştım 2,5 sene önce kaybettiğim arkadaşımın ardında bıraktığı anıların, hediyelerin çok değer kazandığından, farkında olarak yaşamak zorunda olduğumuzdan, insanlara değer verdiğimizi göstermemiz gerektiğinden bahsetmiştim. O yazıyı yazalı çok olmamış, şimdi ben tekrar kaybettiğim bir sevdiğimin ardından benim için yaptığı tabloya aynı hislerle bakıyorum… Her detayı anlamlı geliyor, sanki her çizgisi benim için çizilmiş. Kenarda birikmiş tebrik kartlarında yazanlar şimdi sanki bir miras gibi, sanki içinde yazılan dilekler bana söylediği son sözleri, hayat için verdiği öğütleri…
Yine tanımadan kaybettiğim biri… Yanlış anlamayın çok iyi tanıyordum, doğduğumdan beri, ama iste insan bazı kimseleri hep var olacak sanıyor, bazen en çok gördüğünüz insanlar en yüzeysel konuları konuştuğunuz kişiler olabiliyor. Bu bizim suçumuz değil herhalde, en azından her zaman değil… Olmuyor bir ömrü beraber geçirdiğiniz insanlara, sormuyorsunuz soramıyorsunuz “en büyük korkun nedir” diye, ya da “yaraların neler” diye, “mutlu musun gerçekten”, “olmak istediğin yerde misin”, “başka şeyler düşlemiş miydin” diye… Ne basit sorular ama sorulmuyor işte, neden diye sormayın nedenini ben de bilmiyorum…
Nedir bu derine inme korkumuz, duygusallaşmayı göze alamayışımız? Belki de hayatı ciddiye almamak çok daha kolay olduğu içindir… Ama ne oluyor sonucunda çok sevdiğiniz bir insan bu hayattan gidiyor ve siz gözünün içine baka baka “Seni seviyorum” bile diyememiş oluyorsunuz… Burada ne desen ne yazsam boş, yine aynısı olacak, yine her sevdiğimize söyleyemeyeceğiz yersiz bir gurur yüzünden, anlamsız bir çekingenlikten belki de; en azından göstermeyi öğrenmemiz lazım, aklımızda ve kalbimizde olduklarını göstermemiz ne şekilde olursa olsun, küçük ya da büyük hareketlerle.
Yazdıklarım bize bir türlü öğretemeyen deneyimler gibi, “sigara zararlı” denilip de halen birçok insanın içmesi gibi, sanki öyle geliyor ki bu yazıdan bir sonra ki acı olayda yine bunları hissedeceğim.
Belki de gerçekten hatalarımızdan öğrenmiyoruzdur, belki de sevdiklerimizi kaybedince nasıl davranmış olursak olalım yaptıklarımız hep yetersiz geliyordur onların kaybının ardından…
İnsan korkularına yenik düşüyor kimi zaman, olan bitenle başa çıkarken ruhu yoruluyor, tembelleşiyor… Şanslınınız ki tembelliğin içinizi huzursuz etmediği tek gerçek vakit olan yaz mevsimi geliyor, tatil zamanı… Ruhunun yorgunluğunu yaz akşamları esen hafif rüzgârla atmak istiyor insan, zamanla kazanılan deneyimle bu da git gide zorlaşsa da…
İnsan sevdiği şeylere zaman yaratmalı, hayallerini gerçekleştirmeli, zamanını boşa harcamamalı orası kesin, ama biliyor musunuz ne yaparsanız yapın insanlar onları çok sevenler ve iyi tanıyanlar tarafından en çok küçük detaylarla hatırlanıyorlar… Örneğin birinin kurabiye yerken küçücük ısırıklarla ağzının kenarıyla yemek yiyişi, çakır keyif olunca içki kadehini sallayışı, sinirlenince gözlerini açışı, aynanın önünde kısa saçlarını kabartışı, araba kullanırken direksiyona sıkı sıkı sarılışı, şarkı söylerken ellerini sallaması, bir bebek veya kedi köpek severken hatta sizi severken sıkıştırırken tizleşen sesini…
Bunun gibi şeylerle hatırlanıyor insan, siz olmanız yetiyor iste sevdikleriniz için… Ve gidenler aslında hiçbir zaman tam olarak gitmiyor…
Yaz ayları bana bundan böyle teyzemi anımsatacak; begonvilleri toplayışını, sabahları çıktığı yürüyüşleri, denizde bir uçtan bir uça saatlerce yüzüşünü, balıkçının yanından çalgıcılar geçtiğinde “lale devri çocuklarıyız biz” diye hemen şarkı söylemeye başlamasını, fona koyduğu çoğunlukla klasik müzik eşliğinde bazen de Ferhat göçer, Ajda Pekkan, Pink Martini, Kayahan gibi sevdiği sanatçıların müzikleriyle resim yapışını, gülme krizlerini, yanık tenini, zümrüt gözlerini… Daha nelerini…
Teyzem 20. yaşım için yaptığı tabloya “Zeynep’i seviyorum” yazmıştı… Ben de seni seviyorum teyzeciğim, “Zilloş” diyen sesin kulluklarımda çınlıyor.
Dilerim bu yaz bedeninizi, ruhunuzu öyle bir dinlendirirsiniz ki, tatil dönüşü gönlünüzün arzu ettiği her şeyi korkmadan ertelemeden gerçekleştirme gücü toplarsınız.
Çok güzel bir yaz geçirmeniz dileğiyle.
ZEYNEP ATMACA
{gallery}yazarlar/zeynepatmaca/020709{/gallery}