Türkiye’nin Moda Devi
Cengiz Abazoğlu İle
Dolu Dolu Bir Sohbet
Cengiz Abazoğlu ile dostluğum çok çok uzun yıllara dayanır. Üzerinize giydiğiniz anda, sizi başka bir boyuta ve o boyutun ruh haline dönüştüren, bence sihirli olan kreasyonların yaratıcısıdır kendisi. Çok uzun yıllardır ülkemizin ekonomisine yön veren ailelerin, hanımların yaşamlarındaki vazgeçilmez insandır. Yurt dışında, gerek katıldığı fuarlarda, gerek oralarda yaptığı muhteşem defilelerle, Avrupa’nın en önemli ödül törenlerinde kırmızı halıda yürüyen yabancı starları giydirmesiyle, Orta Doğu, Avrupa ve Rusya’daki merkezleriyle Türkiyemiz’i yurt dışında kelimenin tam anlamıyla en alasıyla temsil etmektedir, yıllardır…
Orta Doğu’da Kuveyt, Dubai, Bahreyn, Abu Dabi, Suudi Arabistan Harvey Nichols’ta, Rusya’da Moskova ve bazı başka şehirlerde, Avrupa’da Almanya Berlin’de, Münih’te, Hannover’de, Dusseldorf’ta satış noktaları olan tasarımcımızla tüm bunları nasıl başardığını konuştuk.
Kendisini ve yaptıklarını anlatmaktan utanacak kadar mutevazı bir kişilik Cengiz Abazoğlu. Altında imzası olan bu muhteşem başarılarını, ağzından kesinlikle zorla aldığım bir röportaj gerçekleştirdik. Şu ana kadar hiç kimseye söylemediği en büyük hayalini de bana anlattı. Her daim gülen gözleriyle, her an Tanrı’ya şükrederek nefes alan, hayattaki hedefinin doğru bir insan olmak olduğunu söyleyen Cengiz için kız kardeşinin anlamı her şeyden büyük.
Dört yıldır başarıyla sürdürdüğü televizyon programı yurt dışında da gösteriliyor. İlerki dönemlerde, üniversitelerden aldığı hocalık tekliflerine evet diyerek bilgisini ve tecrübelerini gelecek nesillere aktarmayı hedefliyor…
Her şey nasıl başladı?
Tekstil dünyasıyla çocukluk yaşlarımda
tanıştım. Babam kumaş işiyle ilgileniyordu.
Bursa’da fabrikalarımız vardı,
yaz tatillerinde babamla çalışıyordum.
Daha sonra, kumaşın bana yetmediği
zamanlarda, hazır giyim bölümünde 1989’da yardımcı designer
olarak işe başladım. 1990’da kendi haute couture salonumu kurdum.
Önce ailem ve yakın arkadaşlarım ilk müşteri portföyümü oluşturdu.
İlk giysimi giyen Tekfen’in sahibesi Leyla Akçağlılar’dı. İlk defilemi,
o dönemin en önemli şovu Vizon Show’da yaptım. Büyük sükse
yaptı. Bu operasyonun öncesinde, bana en büyük desteği verip beni
yüreklendiren, ilk çizimlerimi paylaştığım Aliye Simavi benim yakın
arkadaşımdır. Vizon Show’a dokuz sezon katıldım, genç sosyetenin
çok ilgisini çektim. Türk ekonomisine yön veren ailelerin, hanımların
gardroplarında yer alıyorum, yirmi yıldır.
Bu devleşme sürecinde hangi faktör sana ön ayak oldu?
Benim dönüm noktam; altı yıl önce hazır giyimde olmaya karar vermemdir.
Koleksiyonu oluşturduk ve Paris’te Vendome Luxury Fuarı’na
katıldım. Kendi markamla ilk fuar tecrübemde standda dört gün
boyunca kendim durdum, tepkilere bakmak için. Yıllardır, en zor şey
olan haute couture’de olsam da hazır giyim benim için yeni bir serüvendi.
Arkasından, Abdi İpekçi Caddesi’ndeki ilk mağazam geldi. Biz
Türk tasarımcılarının, sadece bir apartmanın ikinci, beşinci katında
değil; ana caddede, yabancı markalarla beraber olması fikri çok güzel
geldi bana. Ressam tablosuyla, heykeltraş heykeliyle sanatını sergiler;
ben de o sezon düşündüklerimi, giysilerimle anlatmaya çalışıyorum.
Mağaza da çok büyük bir kitlenin ilgisini çekti. Hem yurt içinde hem
de yurt dışında, faklı farklı hanımların giysilerimi alıp onları gardroplarına
dahil etmeleri fikri çok heyecan veren bir duygu bana. Siz bir
gömlek tasarlıyorsunuz ve ondan sadece 350 adet yapıyorsunuz. 350
ayrı insan onu beğeniyor, alıyor ve kullanıyor. Bu, yaratmak ve ulaştırmak
adına çok güzel bir his. Sonrasında ulaşabildiğinizle bir anını
paylaşmak, onu kullanırken ne hissettiğini konuşmak benim için çok
mutluluk verici. Her zaman beni yüreklendiren ve motive eden bir
durum bu.
Nelerden ilham alırsın? Şekiller gözünün önünde nasıl
beliriyor ve sonra birleşiyor? Zira tasarımda; kumaş
faktörü var, renk faktörü var, kolu var, bedeni var ve
hepsi ayrı bir şey… Tasarımlarındaki bu matematiği
öğrenmek istiyorum…
Her şeyden ilham alıyorum. Sezen Aksu’ya aynı şeyi sormuştum ben
- “Bu notaları, sözleri, melodiyi nasıl kurguluyorsun?” dediğimde,
bana “Yapıyorum işte.” demişti. Zaman zaman değişiyor bu. Bazen bir
kumaş bana iham verir. Kumaşı elime alırım, severim, dokunurum.
Nerdeyse sevişiyorum kumaşla… O kumaştan bir kadın hayal ediyorum
beynimde ve o kadın için o kumaşı nasıl şekillendireceğimi
düşünüyorum. Önce A4 kağıda çiziyorum, sonra drapajını yapıyorum,
kalıpları alınıyor, ilk provası gerçekleşiyor ve düzeltilmesi gerekenler
yapılıyor. Bu arada yıllar içinde bilgi artıyor; nasıl bir kupla göğsünü
küçük gösterebilirim, teknik bir dikiş oyunuyla basenini nasıl daraltabilirim
gibi üzerinde uzmanlaştığın bazı kuplar gerçekleştirilir.
Heykeltraş gibi yani. Ve bunu hangi malzemeyle yapacağının da
bilincinde olman gerekiyor. Bu bir his. Tanrı tarafından verilen herkeste
olmayan bir yaratıcılık ve kapalı bir kapının arkasındaki bir şeyi
görebilme durumu.
O dönem beyninde etkilendiğin; bu politika olabilir, gittiğin bir müze
olabilir, gördüğün bir film olabilir, bir kitap olabilir… Biz tasarımcılar
sadece kumaş ve giysiyle ilintili değiliz bence. Yaratıcılığın olduğu her
konuda takipteyiz. Araştırmacı, gözlemci olmak gerekiyor ve bunlar
hep başka başka kapılar açıyor.
Tutkunu olduğun renkler var mı ya da tercih
etmediğin bir ton? Tarzını nasıl betimlersin?
Kırmızı her sezon koleksiyonumda olur. Mavinin tonlarını severim;
esmere de, sarışına da, kızıla da yakışır. Siyah ve beyazı seviyorum.
Genel tarzım genç ama elegan bir dokunuşum da vardır. Femme
fatal ya da avangart değildir yaptıklarım. Kadındaki o klas algı ve
elegan tavır giysilerimle örtüşmeli. Bu, 17 yaşında bir genç kız da,
65 yaşında bir hanım da olsa, asla o şekil değişmez. Çarpıcı görüntü
hoşuma gider ama dozunda olduğu sürece. Her şey dengeli olmalı.
Bu, benim hayalimdeki kadın. Buna kendine yakın hissedenler,
benle yol almaktan mutlular. Punk akımını felsefi olarak kendi
hayatına oturtmuş bir kadın, benim tasarımlarımla mutlu olamaz.
Ya da avangart bir kadın da benim tasarımlarımın içinde kendini
iyi hissetmez. Dolayısıyla zaman içinde bütünleşmiş bir müşteri
portföyümüz oluşmuş durumda. Bu sadece Türkiye’de değil,
Avrupa’da da, Orta Doğuda’da, Rusya’da da böyle. Şimdi de Amerika
için çalışmalara başlıyoruz.
Yurt dışına ilk açılman nasıl gerçekleşti?
İstanbul’da çalışırken yurt dışıyla bağlantıları olan müşterilerimden
dolayı bir müşteri grubu oluştu; İspanya’dan, İtalya’dan,
Yunanistan’dan… Hazır giyimden sonra Paris Couture Haftası’na davet
edildim ve orada defilelerimi yapmaya başladım. Oradan sonra
beni, dünya gördü. Sonra showroomlar talepte bulundu. Oradaki PR
ofisleri, showroomlar, fuarlar, gösteri dünyasındaki aktrisler giysilerimi
giydiler ve giymeye devam ediyorlar. Son on yılda internet
ortamı insanı her yere taşıyor, faydasını gördüm. Böyle böyle gelişti
ve bu daha da gelişmeye devam edecek. İstanbul, özellikle dünyada
mıknatıs etkisi yaratıyor son beş senedir. Bunun da etkisi var. Buradaki
her yaratıcıya değer katıyor. Bunların hepsi bir bütün. Fransız,
Amerikalı, İngiliz diye bir ayrım kalmadı. Kadınlar yabancı marka
diye almıyor ürünü; beğendiği ve sevdiği için alıyor. Tutku haline
getirebiliyorsak yaptıklarımızı markanız güçlendikçe güçleniyor.
Yenilikçi tavrınızla akımlara öncü olabiliyorsanız, sanatçı olarak
da güncel olarak algılanıyorsunuz. Büyük bütçelerle hareket ediyor
olsak daha da büyük ses getirebiliriz. Bunun için de sanayici ile
yaratıcının bir araya gelerek çalışması gerekir. Bugün, dünyada
öne çıkan markalara baktığında tasarımcıların hiçbiri o markanın
sahibi değil. Biz, şu anda kendi markamız ve imkanlarımızla yol alıyoruz.
Bir yabancının evinden içeri benim tasarımımı poşetiyle içeri
sokması ve giydiği ortamdan bir fotoğrafını mail ile paylaşması…
işte bu beni çok mutlu ediyor. Öncelikle bir Türk olarak beğeniliyor
olmak ruhumu okşuyor. Ülkem adına lüks tüketimde var oluyor
olmak çok mutlu bir durum. Orta Doğu’dan pek çok prensesin
ülkeme gelip hem mağazamdan hem buradan pek çok şey alması,
sipariş vermesi mutluluk verici…
Yurt dışında hangi ülkelerde varsın?
İstanbul’da Nişantaşın’da couture salonum ve Abdi İpekçi’de
mağazam var. Ankara’da Harvey Nichols’ta varım sadece. Orta
Doğu’da Kuveyt, Dubai, Bahreyn, Abu Dabi, Suudi Arabistan Harvey
Nichols’ta bana ait çok büyük bir bölümüm var. 70 metrekare kadar.
Rusya’da Moskova’da ve başka bazı şehirlerinde varız. Avrupa’da
Almanya’da çok güçlüyüz. KDV’nin içinde bana özel bir bölüm
var. Almanlar çok sevdi beni. Berlin’de, Münih’te, Hannover’de,
Dusseldorf’ta ve bazı küçük yerleşim bölgelerinde varız. Bu bölgeler
ormanın içinde, sadece villaların olduğu çok butik yerler. Gittim
gördüm oraları. Çok şık yerlerde varız. Yunanistan’da çok müşterim
vardı ama krizden dolayı şu ara alım yapamıyorlar. İspanya’da ve
Kuzey Avrupa’da çok noktada varız. Hazır giyimin böyle bir sihri
var. Bir anda 14 ülkeye ve 26 şehre dağılabiliyorsunuz. Ekip arkadaşlarım
şu anda Almaya’da 2015 kışını hazırlıyorlar.
Kaç kişilik bir ekibin var?
Şu anda 93 kişi civarıyız. Bundan daha fazla da atölyelerde çalışanlar
var, sayısını bilmiyorum. Şu an Almaya’da Şubat’ın ilk haftasında
Fashion Week var. Münih’te başlıyor oradan Berlin’e, oradan da
Fransa’ya geçecek koleksiyon. Hazır giyimin başında, kız kardeşim
Figen duruyor ve bir iş ortağı var. Couture’da diğer kız kardeşim
Berna var. Yani, iki kız kardeşim de hem sağ hem sol kolumdur benim.
Onlar çok önemli benim için. Kendi markamın orkestra şefiyim ve
yönetmeye çalışıyorum. Annem babamdan daha çok mesai arkadaşlarımla
zaman geçiriyorum. Hepsi dostlarım aynı zamanda. Sıkıntımı,
derdimi de paylaşıyorum onlarla…
Sosyal hayatın nasıl, bu yoğunluğun arasında?
Sosyal hayatım var diyemem, Sinem. Davetlere katılmayı fazla sevmiyorum.
Çok küçük bir grubum var. Beş-altı kişiyi geçmez, sadece ev
yemeklerinde bir araya geliyoruz. Bu tempoda zaten zaman lüksüm
yok. Kalan zamanlarda da kendimi beslemek için takip ettiğim sergiler,
müzayedeler oluyor. Ayrıca ADL var, televizyon programım var.
Evet, üm bunların yanı sıra televizyonda da programın
var dört yıldır. O nasıl gidiyor?
Çok yakın arkadaşımsın Sinem, sana açık konuşuyorum. İlk başta,
bu projeyi ileriki yıllarımda bana bir anı olsun diye kabul ettim.
Kanal D sahibeleri müşterim ve dostum. Kanalın duruşu benim için
önemliydi. Programda enformatik bir durumumun olması önemliydi.
Kadınların yarışıyor olması ilgimi çekti. Sonrasında da bu yerli yapım
37 ülkede gösteriliyor. İhracatı bile etkiledi bu…
Yaptığın her iş sen hiç beklmezken birden bire yurt
dışına açılıyor…
Evet öyle bir enerji var. Gerçekleştiremeyeceğim işlerin altına asla
imza atmam. Kuveyt’ten bir siparişi almadığım olmuştur, yetişmez
diye mesela. Bu babamdan bana geçmiş bir özelliktir. Mesleğime saygım
var, iş ahlakım var. Keyif de alıyorsan bunlar seni, zaman içinde
bir yere getiriyor zaten. Televizyon işi de böyle oldu. Meksika dizisi gibi
oldu, büyüdü…
Grammy Ödül Töreni’nde Cengiz Abazoğlu’nu gördük
bu çok gurur vericiydi.
Evet Grammy’de Lucy Hale elbisemi giydi. Pretty Little Liars diye bir
dizi var. Orada; bizim oyuncularımızdan Beren Saat gibi çok beğeniliyor.
Benim PR’ım buldu giydirdi, geçen sene. Yine geçen sene Carrie
Underwood, Country Müzik Ödülleri’nde benim elbisemi giydi.
Nicole Sherzinger de giydi. Yeğenlerim telefon açtı bana; Call Me Baby’i
söyleyen Kelly Clarkson elbiseni giyiyor diye. Haberim bile yoktu, çok
sevindim. Amerika’daki showroomdan ulaşılıyor bana. Almanya’da
Bambi Ödülleri’nde yine kırmızı halıda giysim vardı.
Bir gün, bir Hollywood yapımında en meşhur
hanımların senin tasarımlarını giyeceğinden adım
gibi eminim ben…
Geçen sene bana böyle bir teklif geldi. Kelly Osbourne ödül törenini
sunuyordu ve Alice Harikalar Diyarında filminin devamı çekilecekti.
Kelly Osbourne, nette benim koleksiyonlarımı izlemiş, çok sevindim.
Böyle bir proje teklifi geldi ama sonradan yapılmadı. Teklifin gelmesi
çok güzel tabii. Biz Türk tasarımcılar artık dünyada mercek altındayız.
Öne çıkan birkaç arkadaşımı ve beni tanıyorlar biliyorlar. Mesela,
Fransa’da bir pembe önlük kampanyası oldu. Christian Lacroix, Balmain
ve ben pembe önlükler tasarladık; bir gece yapıldı ve açık arttırmada
satıldı. O markaların arasında benim de tasarımlarım vardı.
Yerli dizilerden de sana çok teklif geliyor değil mi?
Evet çok. Fakat şöyle söyleyeyim, bana; kendi markamla, bir projenin
içinde, jenerikte 25 tane isimle yazılmak hoş gelmiyor. Böyle bir
projede ancak tüm kostümlerin altına imzamı ben atarsam olabilirim.
Senaryo ve kimin oynadığıyla da çok alakalı bu. Şu anda benden
aldıkları, kendi gardroplarındaki benim tasarımlarımı giyiyorlar;
görüyorum bunları…
Birikimini gençlere aktarmak bağlamında bir projen var
mı?
Şu anda üniverstilerde söyleşilere katılıyorum. Sekiz-on üniversiteden
hocalık yapmak için teklif aldım. Şu anda böyle bir zamanım yok ama
her sezon, üniversitede anlatarak paylaşıyorum bilgilerimi. Burslu
öğrencilerim var, burs veriyorum. Ayrıca iki okulla anlaşmam var,
atölyelerimde staj görüyorlar. Hem atölyem de hem de hazır giyimde…
Notlar veriyoruz ve ortalamalarına yansıtılıyor. Her sezon dokuz kişi.
Şu an isim vermek istemem ama öne çıkan pek çok kişinin burada
stajları var. İleride zamanım olunca üniversitede hocalık yapacağım.
Ayrıca tünelde bir bina aldım, orayı müze yapacağım.