Tuğçe’nin Babası Ece’nin Dedesine Karşı
Karşılaştırma yaptığımdan değil sadece başlığa atfettiğim bir kelimeler
toplantısı yukarıda… Tabii ki kimseyi kimseyle kıyaslamayacağım…
Geçen sene anneme yazdığım yazıdan sonra burnumun direği sızladı ve kendimi Tuğçe’nin babası yazısı içinde buldum şu an itibarı ile. Buldum bulmasına da benden kopamayan parçam Ece’m için yarım kaldı bu sefer kalbimde… Ona değmeden, dokunmadan, kokmadan bitmesin dedim bu yazı…
Ve başlıyoruz Tuğçe’nin babası…
Tuğçe’nin babası öyle bir adam ki eminim bütün babalar kızları için çok eşsizdir ama benimki bildiğin kendine halis muhlis bir Yüksel. E sorarlar tabi adama seninkini bu kadar özel kılan ne diye? Bizimki dört çocuklu bir ailenin en büyüğü olarak başlamış hayata. Dolayısıyla omzuna zaten en büyük sorumluluk olan ağabey sıfatı ile dünya 1 bizimki 0 maça devam etmiş.
Biz Nevşehirli’yiz. Anadolu çocuğudur yani babam. Kocam da Nevşehirli. Bu da nasıl bir karma, o başka yazı konusu! İlkokuldan sonra Ankara’da başlayan bir macera. Macera dediysem öyle lay lay lom tadında değil, sakın karıştırmayın! Çalışarak, başararak, deneyerek, yılmadan devam eden bir eğitim süreci. Üniversiteyi dönemin Ankara Devlet Mimarlık Mühendislik Yüksek Okulu’nda okumuş ama babasının parası ile değil. Muhtaç mıymış, yooo hayır. Ama bakınız iki üst satıra didinmek ve yılmamak! İşte bu da biz Nevşehirliler’e has bir özellik sanırım.
Ve 30’ların başında hayatının en önemli resmi annem. İlk görüşte aşk ve bir yıl içinde nişan, düğün, dernek. Sonra da ben. İnsan keşke doğduğu andan beri hatıralarını hatırlasa dedirten ilk olay babamın ”dede” olduğu gün dedim.
Bizim çok resmi bir ilişkimiz olmadı babamla, “arkadaş gibi” kıvamı ise ben büyüdükçe belki onun gözünde bazı şeyleri ispatladıkça oldu. Ama o sıcak kalbini, güçlü maneviyatını bana her zaman hissettirecek kadar da mert bir resimdir benim belgeselimde. Hayat uzun, arkadaş sayısı çok olunca pek fazla sayıda anne ve baba timsali tanıyor insan elbet. Ama benzemez kimse sanaaaa diyorum Sn. Ölmez.
Yeni yetme bir anne olarak ise babamı “baba” olarak şu an da kalbimde, gözümde, ruhumda, tüm bünyemde tamamen farklı bir yere kaldırdım. Bazen şımarıkça ona karşı olan isyanlarım şu an ebediyete kadar sönmüş bir yanardağ gibi buz kesti. Ece’nin dedesi olan “babam” 33 yaşımdan sonra yeni tanımaya başladığım yeni bir “Yüksel” oldu benim için. Her ebeveyne cidden bir torun lazımmış. Belki de sende yaptıkları hataları ve kaybettikleri zamanı saatlerle yarışırcasına onda telafi etmek istiyorlar ve sen bir kez daha ailene varlığı için şükrediyorsun.
Tuğçe’nin babası ve Ece’nin dedesi tabii ki üç beş satıra sığdırılacak kadar kısa ve öz değiller ama buradaki satırlar sınırlı…
Son olarak ise ona şöyle sesleniyorum:
Sen başkalarına benzeme sakın!
Hep böyle kal
Hep cana yakın…
Hep böyle kal
Hep böyle kal
Hep böyle kallll….