Sevda Kuşun Kanadında, Peki ya Evlilik?
Dostumun yüzündeki hüzünlü gülümsemesi dikkatimden kaçmamıştı. Sinema dönüşü masamın üzerindeki “evlilik” konulu yazıları eline alarak, tek kelimeyle evlilik konusundaki deneyimini aktarmıştı. “Başaramadık”. Bu kelimesi özünde bir çok farklı anlamı barındırıyordu. En önemlisi de sanırım bir şeyi çok isteyip de gerçekleştirememenin yarattığı acıyı.
Son günlerde çevremdeki bir çok insandan ayrılık haberleri geliyor. Çocuklu, çocuksuz, eski evli, yeni evli, severek ya da görücü usulü yaşamlarını birleştirmiş insanlar, üstesinden gelemedikleri beraberliklerini bitiriyorlar. Duyarsız bir dünyanın sonucu bu. Acımasız, duygusuz bir dünyanın izdüşümleri her yanı kaplamış. Aşksız insanlar toplumu olup, çıktık.
Bazen aşk aniden çıkıveriyor insanın karşısına. Aşk nedir, bilen var mı?. Yüzyıllardır tanımı yapılmış, halen de yapılmakta. Bunca destanı anlatılır, onunla ilgili yüzlerce kitap yayınlanır, filmleri vazgeçilmezlerimiz arasında yer alırken halen aşkın neresindeyiz bilemiyoruz. Sınırları çizilememiş bir olgudur aşk. Tanımını yapmak zordur. Bir insanın başka bir insana yakınlık duymasıyla başlayan bir serüven, onunla özdeşleşmesi, kaynaşması, bütünleşmesi. Oktay Rıfat “Her dem sevdalıya kız mız bahane” demiş ama aşkın kimin kapısını ne zaman, nerde çalacağı bilinmez.
Kimi aşklar yaşanması kolay aşklardır ve kolay olan pek çok şey gibi, daha başladıkları anda tükenmeye yüz tutarlar. Bazıları ise o aşkı bambaşka bir şeye dönüştürür, bir tür tapınma haline getirirler. Bu tür insanlar sevdikleri uğruna çılgınlıklar yapabilir, tehlikeli girişimlerde bulunabilir, hatta ölümü bile göze alırlar. Sonuç hep hüsran olur. Aragon’un ünlü deyişi sanırım burada devreye girmelidir.“Mutlu aşk yoktur”.
John Berger’in “ Ve Yüzlerimiz, kalbim ve fotoğraflar kadar kısa ömürlü” isimli deneme kitabında şu cümleleri söylüyor. “ Aşkın karşıtı nefret değil, ayrılıktır. Aşk tüm uzaklıkları aşmayı amaçlar.”. Bu amacı kaç kişi başarıyla gerçekleştirir ki?. Şanslı aşk insanları bu ilişkilerini sevgiyle taçlandırarak evlilikle noktalarlar. Bazen bu evlilik kurumu tıpkı dostumun bana söylediği gibi boşanma ile sonuçlanır. Ortak bir mutluluk yaratamayan iki cinsin beceriksizliğidir bu. Neden becerememişlerdir?. Cevabı çok bir soru ile karşı karşıyayız şimdi.
Birbirlerini seviyorlar ama sevgilerinin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koyuyorlardır.
Karşısındaki insanın kimliğini bilinçsizce yok ederek kendi kişiliğini kanıtlamaya çalışıyorlardır.
Her an el ele diz dize beraber zaman harcıyorlar ama ikisinin de birer yalnız olduğunu unutuyorlardır.
Sevginin, o güzelim düşünceyi evlilikle beraber kurumsallaştırarak yok ediyorlardır.
Her iki taraf da ötekinin kölesi olmadığını kanıtlamak derdine düştüğü için becerememişlerdir.
Zaten kadınla erkek arasındaki konular gündeme gelince biraz soluklanmak gerekir. Evlilik konusu toplumsal sorunlarımız gibi değil midir?. Olması gereken bol bol yazılıp, söylenir. Fakat olabilen her zaman olması gerekenin çok gerisindedir. Koşullanmalar, görünmez reflekslerimiz, yanlış algılamalarımız sonucunda oluşan yanılgılar insanları boşanmalara götürür. Nedense genellikle hep böyle olur. Suçlu her zaman ötekidir. Zamanın kalınlaştırdığı duvarlarımız ardında da olsa, kolayca unutamayacağımız öteki. Latin şairi Ovidius bundan iki bin yıl önce ne de güzel yazmış “Sensiz de yaşanmıyor, seninle de…”
Oysa insan evlilik problemlerini eşi ile durmadan konuşmalı, nesi varsa söyleyip, bitirmeli. Ama bu zor bir süreç. Çünkü konuşmuyoruz. Sinir savaşı içinde geçen dakikalar, neşesizlik, bol bol gerilim. Renkli dudaklar gülmenin ne olduğu bilmiyor. Durgun gözler dalıp gidiyor bilinmezlere. Bu döngü devam ettikçe her iki tarafta birbirine benzemeye başlıyor. Neyin bedeli bu kavga ve hırs?. Kim ödüyor bu ağır bedeli?. Karşısındaki ile hesaplaşırken kendi tarihini yenemez ki insan. Sanırım sevdanın/sevginin/aşkın alışkanlığa dönüşmemesi, sıradanlaşmaması için bir yüzünü sürekli çoğaltma yoluna gitmek gerek. Sevginin yarattığı bir gerilim olduğunu unutmadan. Birbirini tüketmeden adeta yeniden doğurarak, yeniden anlamlı kılarak.
İnanıyorum ki hiç kimse boşanmak için evlenmez. Mahkeme salonuna düğün töreni gider gibi gitmez ve çoğu evli boşandıktan sonra; Melih Cevdet Anday’ın küçük şiirindeki gibi bir ruh halini yaşar.
“Bir misafirliğe gitsem
bana bir yatak yapsalar
her şeyi, adımı bile unutup, uyusam……
Erol ÇINAR