Dedikoducu Kadının Yaz Diyalogları
Bir süredir evde yazı yazamıyorum… Kalkıyorum, oturuyorum, kahve hazırlıyorum, boş boş dolanıyorum… Bir bakıyorum saatler geçmiş… Alıp laptopumu bir kafeye konuşlandığım vakit, olay tamamdır…
Nedenini son zamanlarda çözmeye başladım… Ben dedikoduyla besleniyorum… Birbirine hava atmaya çalışan iki kadın, öpüşen sevgililer, yirmilik kızların kıkırdaşması… Kendilerini zampara sanan delikanlılar, bağrışan gruplar… Daha yüzlercesi… Mesela öğlen molasına çıkmış iki bankacı hanıma bakıyorum… Düşünüyorum… Aynı kahveyi sevmekten başka paylaşımımız var mı acaba?
Hemen onlardan uzaklaşıyor dikkatim çünkü daha enteresan bir masa farkettim şu an yan tarafımda. Altmışlı yaşlarda bir kadın bir de adam, “date” ediyorlar belli… Yeni tanışmışlar gibi… Bunu da şöyle anlıyorum; Türk kahvesinin yanına ikisi de aynı pastadan birer tane almışlar… İkisi de yarım bırakmış pastasını… Çok samimi olsalar ya bir tane alıp paylaşırlardı ya da iki farklı tatlı seçip gene paylaşırlardı. O pastayı biliyorum, Bella Vista; çok hafiftir, tatlı seven herkes beğenir. Yani yarım bırakmış olmalarının sebebi heyecan… İnanın aynı sayıda çatal atılmış her iki pastaya da.
Kulak kabartıyorum… Bunu milyonuncu kez söylüyorum, yaptığımdan hiç utanç duymuyorum… Orta yaşın üstündekilere bayılıyorum, bağırarak konuşuyorlar, duymakta zorlanmıyorum! Çocuklarından bahsediyorlar… Demek ikisi de ya eşini kaybetmiş ya da boşanmış. Kadının oğlu varmış, Amerika’da yaşıyormuş. Adamın bir oğlu, bir de kızı varmış, ikisi de evliymiş. Rüzgar vardı ayrıntıları duyamadım… Kadın oğlunu yere göre koyamıyor, anlattı da anlattı. Gelinini çekiştirmeyi sonraki buluşmalara bıraktı sanırım. Adam da kızının başarılarından bahsetti biraz… Ardından ikisi de çocukları evlenip kendi hayatlarını kurduktan sonra yalnız kaldıklarından yakındılar… “Onlar mutlu olsunlar da biz idare ederiz” diyerek o konuyu kapattılar…
Uzun uzun sohbet ettiler… Seyahatlerden, politakadan, Balyoz Davası’ndan ve daha bir sürü şeyden konuştular… İnsan kaç yaşına gelirse gelsin hayat devam ediyor, bir kez daha gördüm… Aklıma 95 yaşındaki kayınpederim geldi. Allah uzun ömür versin aklı, fikri bizden iyi… Ama tabii yaşamı yavaş artık. Seyahate filan gidemiyor. Çok şanslı, onu çok seven üç çocuğu var… Kışın hepimiz yanındayız. Çok güvenilir bir de yardımcısı var. Özellikle kızları onu bir gün bile yalnız bırakmazlar. Ama yaz gelir gelmez tatil derdine düştük… Babalar Günü’nde hepimiz şehir dışındaydık.
Önce kendimizi düşünüyoruz… İstisnasız hepimiz… Anne, baba, kardeş, çocuk bir yere kadar… Hayat ne gösterir bilinmez elbet ama insanın özellikle yaşlılıkta partnerine, hayat arkadaşına ihtiyacı var…
Otuz Beşten Uzaklaşırken
Ağustos 21’de siz bu satırları okurken ben tam otuzyedi yaşında olacağım… Bir yılı daha yaşamış olmanın şükredişiyle…
Yaşamımın bundan sonraki safhalarında neler yaşayacağımın merakıyla… Çok sayıda arkadaş, dost biriktirmiş olmanın özgüveniyle… “İnsan otuzdan sonra dost bulamaz” derler… Katılmıyorum… Şehir değiştireli bir yıl iki ay oldu. Bir sürü de arkadaşım, bazısı dostum… Yazı yazmak gibi bir meşguliyetim olmasa her gün doluyum.
Geride bıraktıklarım beni hiç unutmadılar. Araşıyoruz, saatlerce telefon sohbetleri yapıyoruz, gelip gidiyoruz… Büyürken zenginleşiyorum… Yaşamıma giren herkes yaşam alanıma yeni bir titreşim, yepyeni renkler katıyor…
Gülüyoruz, eğleniyoruz, dertleşiyoruz, dedikodu yapıyoruz ve şunu görüyoruz; görünürde bambaşka hayatlar yaşasak da
hepimizin yaşamını, sıkıntılarını, sevinçlerini, mutluluğunu, mutsuzluğunu toplayıp enine boyuna parçalara ayırdığımızda; payımıza düşen şans, şanssızlık miktarı aynı… Farklı olan sadece bakış açılarımız…