Tutku ve Aşk Dolu Bir Serüven Ahu Orakçıoğlu
Mesleki serüvenine habercilikle başlayan ve anne olduktan sonra daha az yoğun bir tempoda çalışma hayatına devam etme isteğiyle 4 yıl önce ortağı Deniz Luise Işın ile birlikte AD Mobilya’yı kuran Ahu Orakçıoğlu, evinin kapılarını bize açtı… Samimi bir atmosferde gerçekleştirdiğimiz kapak röportajımızda hem kızıyla sevgi dolu anlarına şahit olduk hem mesleki tecrübelerini hem de aşk yolculuğunu dinledik…
Mesleki anlamda birbirinden farklı alanlarda birçok tecrübeniz var… İlk mesleğiniz olan habercilikten biraz konuşalım… Sizin döneminizdeki habercilik anlayışıyla bugünkü arasında ne gibi farklılıklar var?
Televizyon haberciliği ile sınırlarsak rahmetli Mehmet Ali Birand, Ali Kırca, Uğur Dündar örnekleri vardı önümüzde. Sonra arkadan yetişen sağlam haberciler, Çiğdem Anad, Gürkan Zengin gibi isimler… Haberin, haber atlatmanın kıymet gördüğü, özel haberlere imza atılan bir dönemdi. Bugün haber anlamında içerik üretimi sınırlandı. Ekranlarda düşük profilli spikerler var; yorumdan, analizden uzak, prompter okuyucuları çoğunlukta… Medyanın, ekonominin büyük aktörlerinin eline geçmesiyle başlayan erozyonun son noktasını yaşıyoruz.
Haberciliğe nasıl bir heyecanla başlamıştınız?
Unutulmayacak bir heyecan o… Hiçbir yayın tecrübesi olmayan ben, TRT gibi devletin kontrolünde yayıncılık yapan bir medya kuruluşunda başladım mesleğe. Yetenek sınavları ve jüri elemesini geçmek beş ayımı aldı. İşe baslar başlamaz da kısa süre içinde canlı yayına atıverdiler. İlk yayınımda sıradan bir bülten sunumuna girdiğimi zannederken PKK terör örgütü ele başı Öcalan’ın yakalanması ile tüm yayın akışım altüst oldu. Canlı yayında heyecandan 20 saniye kadar dilim tutuldu, hatta o süre bana 20 dakika gibi geldi. Sahada, stüdyoda, meslekte, mobbingte muazzam bir deneyim kazandığım 10 yılı TRT’de geçirdim. Kontrol ve otokontrolün zirvesini yaşadım ve öğrendim. Hata payımın çok azaldığı ders dolu yıllardan 4 yıl özel sektörde çalıştım.
Neyi hedeflemiştiniz? Bıraktığınız zaman belirlediğiniz hedeflere ulaşmış konumda mıydınız?
Meslekte TRT1 ana haber, hafta içi kuşak moderatörlüğü, yurt içi-yurt dışı canlı yayınlar, program yapımcılığı, radyo programları dahil her şeyi yaptım. Bu işte hedef bitmez, heves geçmez. Her an yeni bir formatla televizyona dönebilirim.
Şu an spiker olmak isteyen gençlere nasıl bir yolda yürümelerini, mesleğe nasıl hazırlanmalarını tavsiye edersiniz?
Spikerlik mesleğine sahada çalışmadan talip olmasınlar, önce muhabirlik yapsınlar. Haberciliğin 5N1K kuralını öğrensinler. Röportajlarını merak duygusuyla yapsınlar, ezber sorular sormasınlar. Ben spiker adayı arkadaşlara neden bu mesleği istediklerini kendilerine sormalarını öneririm. Dünyayı, olup biteni okumaya dair merak duyguları yoksa, lütfen seçmesinler haber spikerliğini. Bu arada ana dilimizi ne olur düzgün konuşsunlar. Seslerini, telaffuzlarını eğitsinler. Türkçemiz şahane bir dil, saygı duysunlar binlerce yıllık birikimin ürünü olan dilimize…
Habercilik yaptığınız dönemde neler öğrendiniz, neler kattı size mesleğiniz?
Haber hayatın içine kattı beni. İnsanın ürettiği her şeye dair farkındalığım arttı. Bir Ankaralı olarak siyaset, ekonomi, dış politika konularına karşı hep ilgiliydim, bilgim çok arttı.
Canlı yayın yapmanın size en çok zorlayan yönleri neler oluyordu?
Canlı yayın bitmeyen bir heyecan, bağımlılık yapan bir adrenalindir. Her an gelişmeleri izleten merak duygunuz, elinizde hiçbir bilgi olmadığı anları kotaracağınız laf yapan bir ağzınız olması gerek. Rutin bir yayında bir anda İran Dışişleri Bakanı yayına getirtilip yanınıza oturtulabilir. Her dosyaya hazırlıklı olabileceğiniz bir altyapınız olmalı. Bir de dakik olmalısınız… Yayın sizi 3 saniye bile beklemez. Ben işin zevkini çıkardım doğrusu, zorlandığımı söyleyemem.
Ekranda başınıza gelen, kaç yıl geçerse geçsin asla unutamayacağınız komik bir anınız oldu mu?
Olmaz mı?! Paris’te yayın yapacağız. İzmir şehrinin Expo’ya aday olduğu oylamada 12 saat yayın yaptım. Henüz oylama bitmeden TRT haber merkezi bizi, yani Paris’e bizzat gönderdiği ekibini pas geçip, her nereden haber aldıysa, İzmir’in Expo adaylığını kazandığı yönünde açıklama yaptı. Merkez yayını bizden aldı, İzmir’e bağlandı; halaylar çekiliyor, Türk bayrakları ekranlarda… İzmir Konak Meydanı’nda kutlamalar yapılıyor. Biz oylamanın yapıldığı salonun önünde yayın yapıyoruz oysa, merkeze sesimizi duyuramıyoruz, “yayını kesin, oylama henüz bitmedi” diye. 15 dakika kadar kutlama yayını yaptıktan sonra hatalarını fark edip, bana; Paris’e döndüler. “Ahu büyük bir hata yaptık, yanlışı toparla” dediler. Halimi düşünsenize… Sonuçta Milano kazandı oylamayı. Canım TRT, yayıncılığı ile bana dünyanın deneyimini kazandırdı.
Haberciliğin ardından mağazacılık sektörüne geçişiniz nasıl oldu? Nasıl bir tutkuyla başladınız?
Haber kanalımdan doğuma 1 ay kala ayrıldım. Sare’den sonra tempolu bir mesai yapmayı gözüm yemedi doğrusu… Ancak 1 yıl sonra çalışma hayatına başlamak istedim. O noktada mesai ile çalışan olmak yerine, yatırımcı olma isteğim ağır bastı.
Peki neden mobilya sektörü?
O sırada evimin dekorasyonunu yaptığım Deniz Luise Işın’a çalışmalarındaki sebat ve titizliğinden etkilenerek ortaklık teklifi yaptım. Önce ortağımı, sonra işimi seçtim diyebilirim. Kızım Sare, Süleyman ile olan tempomuz, Orka’daki temsil faaliyetim kişisel alanımda ortaklı bir mesaiyi gerektiriyordu. Tercihim bu yönde oldu. Doğru da yapmışım, Deniz hanım ile ortaklığımız beşinci yılında başarıyla devam ediyor.
Kendi evinizde en keyif aldığınız alanlar nereler?
Kendi evimin her yerinde emeğim olduğu için sevmediğim hiçbir yer yok. Renk ve mobilyalarıyla, aksesuarlarıyla gözümü en çok okşayan alan salonum. En rahat ettiğim yer ise, üst kat oturma odam.
Ev dekorasyonunda nasıl bir tarzı seviyorsunuz?
Hayatta ezberden hiç hoşlanmadım. Hep içtenlik ve kişisel olanın peşinden koştum. Dekorasyonda da sınırsız, zamansız, özgür, içinde art deco, etnik ve modern parçalar olan, ahşap ve çeliğin beraberce yaşadığı ortamları seviyorum. Ezber bozan, renkleri bir araya getirmekte cesur, özetle garantici olmayan bir dekorasyon anlayışım var. Evin, mimarın değil de ev sahibinin aynası olması gerektiğini düşünüyorum. Yaptığımız işlerde müşterimizi seçimlerinde asla manipüle etmiyoruz. Sonuçta orada yaşayacak olan o… Biz seçimleri sağlam bir matematiğe oturtuyoruz. Kafası karışıksa netleşmesini sağlıyoruz o kadar. Bizim müşterimiz mimarın kişisel tercihlerinin baskısı altına asla girmiyor.
Kendi mağazanızın yanında “Damat” için de özel koleksiyonlar hazırlıyorsunuz bildiğimiz kadarıyla… Yakın zamanlarda Siren Ertan iş birliğiyle tasarladığınız; kadınlara özel smokin koleksiyonunuza olan ilgiden memnun musunuz?
Sevgili Siren ile kadınlara özel smokin tasarladık. Sonra erkek için de kapsül bir koleksiyonla iş birliğimizi artırdık ve keyifli sonuçlar aldık. İş anlayışı açısından birbirimizle uyum içinde hareket ettik, sonuçtan da memnun kaldık. Kendisi ile iş birliğimiz ve dostluğumuz sürecek.
Maskülen tarzı kendi kombinlerinize de sık sık yansıtıyor musunuz?
Ben, giyimde belki yıllarca haberci kimliği içinde olmanın da etkisiyle çok feminen bir tarz ortaya koyamıyorum malum… Ceket, pantolon takımlar, sade maskülen seçimler benim gardırobumun merkezinde.
“Damat” için tasarlamayı planladığınız yeni koleksiyonlar var mı?
Damat kendini sürekli olarak güncelleyen, yenileyen sürprizli bir marka. Her an her şey olabilir, yeni haberler bekleyiniz…
Biraz da aile hayatınıza değinelim… Eşinizle tanışmanızı da habercilik mesleğine borçlusunuz diye biliyoruz… Her kadının ömrünü beraber geçirmek istediği, hayalinde canlandırdığı bir erkek profili vardır… Süleyman bey ile tanıştığınız an “hayalimdeki aşk” dediniz mi kendinize? Şu an eşinize duyduğunuz aşkı hangi kelimelerle ifade edersiniz?
İlk gördüğüm andan bu yana Süleyman’a aşığım! Sare’ye baktığımda da, “aşkımdan aşk doğdu” diyorum.
Ve ardından tattığınız annelik duygusu… Nasıl tanımlarsınız bu duyguyu?
O da bir aşk. Hem de en büyüğünden! Kendinden çok bir varlığı sevmek… Kendi merkezini büyük bir arzuyla, mutlulukla bir başka varlığa armağan etmek… İnsan anne olduktan sonra bir zamanlar anne olmadığı duygusunu hatırlamıyor bile. Annelik yeniden doğmak gibi bir duygu… Anlatılmaz yaşanır.
Çocuklarınızla en çok neler yapmaktan hoşlanıyorsunuz?
Sare hayatımızın merkezinde. Dolayısıyla bizden izole, dadıyla yasayan, alanı kısıtlanmış bir çocuk değil. Hayatımızın her alanında olduğu için hızlı büyüyor. Algısı çok açık, halden anlayan bir çocuk. Yaşamın her anının tadını birlikte çıkarıyoruz. Bazen o bize uyuyor, kimi zaman biz ona…
Sare’nin hangi alanlarda yetenekli olduğunu düşünüyorsunuz?
İletişim uzmanı olduğunu söyleyebilirim şimdiden. 5 buçuk yaşında ve zamanla daha iyi anlayacağız yeteneklerini…
Onun da büyüyünce spikerliğe yönelmesini arzu eder misiniz? Ya da hangi mesleği seçmesini istersiniz?
Sevdiği mesleği seçmesini isterim. Hangi mesleği seçerse seçsin, üretken ve mutlu bir insan olmasını istiyorum. Sorumluluk ve inisiyatif alan, kendi doğrusunun peşinde koşan bir çocuk ve yetişkin olmasını istiyorum.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na özel olarak buradan çocuklara ve yetişkinlere nasıl bir mesaj ulaştırmak istersiniz?
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı benim için çok güzel, çocukluğuma dair unutulmaz anılarımın olduğu bir bayram… Türkiye için de çok anlamlı çünkü, dünyada çocuklar için bayram ilan etmiş milletiz. Halil Cibran’ın şiirinde bahsettiği gibi; “Çocuklarımız bizim çocuklarımız değil, onlar kendi yolunu izleyen, hayatın oğulları ve kızları… Bunu anladığımız ve evlatlarımızı bu gerçeğe göre yetiştirmeye başladığımızda daha güzel bir dünyanın tohumlarını ekeceğiz…”