Televizyon Keyfinize Keyif Katan Medya Adamı Mesut Yar
Televizyonun güler yüzlü adamı Mesut Yar ile enerjisinin ve televizyon programındaki bitmek bilmeyen eğlencenin sırrını konuştuk. Kamera arkasındaki Mesut Yar ile ilgili bilmek istediğiniz her şey bu röportajda…
Bizim tanıdığımız Mesut Yar dışında, kimdir Mesut Yar, bu başarılı yolculuktaki serüveni nasıl başladı?
Arkeoloji okuyordum ve gazeteciliğe bu sıralarda başladım. Hem mesleğimi hem de akademiyi beraber bitirdim. 1985’ten bu yana basının içerisindeyim. Muhabirlikle başladım ve daha sonra basının hemen hemen her yerinde görev aldım. Otuz yıldır basında, yirmi bir yıldır da televizyondayım.
TV nasıl başladım diye sorarsanız; Güner Ümit’in programına temel fıkraları yazıyordum. Bir gün adam yokluğundan ekran karşısına çıktım ve o gün bugündür de ekranlardayım.
Özel hayatınızda da laf çok mu?
Eşim ve benim özel hayatımızı gizli yaşadığımız güzel bir evliliğimiz var. Çok fazla laf çıkartmıyoruz, mümkün olduğunca çok ortada yaşamıyoruz. Bireysel olarak karı koca arasında baya bir laf oluyor ama.
Mesut Yar’ı Mesut Yar yapan en önemli özelliği nedir?
Sokaktan gelen adam diye bir kavram vardır ya, ben açıkçası onun yansımasıyım. Başarı odaklı yaşayan insanlar, torpil arayabilirler. Fakat benim inancım kendime olan güvenimdi. Biraz şansım da yaver gitti diyelim. İzleyici kitlesiyle aramdaki bağı koparmadığım için de o samimiyet kaldı. Galiba bunun altında yatan, her şey samimiyet.
Eğlenceli, hazır cevap kişiliğiniz çok seviliyor sırrını nasıl tanımlıyorsunuz?
Kendi sahamda oynadığım maçlarda öyle; ama dışarıda mahcup bir adamımdır. Annemi ve babamı çok erken yaşımda kaybettim. Dolayısıyla iş hayatına çok erken yaşlarda atıldım. Bu yüzden kıvrak zekalı olmak zorundaydım. Normal hayatımda gerçekten sessiz bir adamımdır. Sermaye eğer zihinse, sermayeyi daha çok işimle harcamaya odaklıyım. Kameraları ve ışığı görünce, beyinde kendiliğinden turbo bir motor açılıyor; eğlenceli, hazır cevap bir kişiliğe bürünüyorum. Kamera kapanınca ben de kapanıyorum ve kendi mahcup halime geri dönüyorum.
Son yıllarda iletişim fakültelerine talep arttı. Medya eğitimi veren bir profesyonel olarak üniversitelerin eğitimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir devlet üniversitesinde, iletişim fakültesi dördüncü sınıf öğrencilerine bir yıl kadar ders verdim. Oradaki mevcut sistemin, şu andaki mevcut iletişim dünyasıyla paralel bile gitmediğini düşünüyorum. İletişim okuyan gençlerin, hem işin teorisini hem de gerçekten bu yükün pratik karşılığını görmek için, akademik iletişime başlar başlamaz kendilerine bir alan belirlemeleri gerekiyor.
Eğitim kariyerinize bakacak olursak tarih tutkunu olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Yaşlanmaya değil; sadece tarihe inanırım. Lisans, yüksek lisans, doktora derken arkeoloji ve tarihe on iki yılımı verdim. Ne olursa olsun hepimizin ekseninin tarih içinde şekillendiğini ve bunun zamanla kaydığını düşünüyorum. Tarihe olan tutkum beni sürekli araştırmaya ve belgesele itti. Son üç senedir, boş zamanlarımda belgesel çekiyorum ve onları bir kenara koyarak biriktiriyorum. Biz arkeologlar, ne olursa olsun tarihi yazılı kaynaklardan algıladık ve baktığımızda tarihin tekerrürden ibaret olduğunu anlıyoruz. Sonuç olarak, tarih, tekerrür de etse güzel bir şey.
Öz eleştiri yaptığınızda en çok tahammül edemediğiniz huyunuz nedir?
Bazen çok hızlı konuşuyorum. Senin konuşma hızınla, insanların algılaması aynı olmayabiliyor. Bu yüzden en kızdığım özelliklerimden bitanesi budur. İkincisi de fazla opsiyonel bir adam olmam. Bazen krediyi başlangıçta çok fazla veriyorum. Sonra ilişkilerde o krediler bitince zor durumda kalıyorum. O hareketimi sevmiyorum. Biraz daha sert ve şımarık olsaydım daha mı iyi olurdu diye zaman zaman düşünmüyor değilim.
Geçmişten geleceğe TV dünyası Türkiye’de nasıl bir yol kat etti?
Şu andaki televizyon evreni, dünya çapında bir evren. Türkiye de bu evrende kendi pazarını kendisi yarattı. Bundan yirmi sene önce Brezilya dizilerine, pembe dizilere ve siyah-beyaz ekrana mahkum bir izleyici kitlesi vardı. Şu anda ise televizyon; kendi formatını üreten, üretmese bile aldığı formatı son derece iyi yerleştiren, sinema dilinde dizi çekebilen bir sektör anlayışı haline geldi.
Aslında, televizyon bir aptal kutusu olarak değerlendiriliyor. Ama bizim bedavaya izleyebileceğimiz ve eğlenebileceğimiz başka bir eğlence kutusu yok. Dolayısıyla ne kadar çok dükkan olursa o kadar çok iş, daha şölenli ve kendini geliştirebilen bir noktaya geliyor. Şu anda mevcut olan televizyonculuğu gayet iyi buluyorum ve geleceğini de çok daha umutlu görüyorum.
Bir süper kahraman olsaydınız nasıl bir kahraman olurdunuz?
“Şrek” olurdum. “Uyan Türkiye” programını yaptığım zamanlarda çocuklar beni “Şrek” zannediyorlardı. Biraz kaba saba ama sevimli, yumuşak kalpli bir süper kahraman olurdum. Ve sanıyorum sevdiğim insanların canlarını acıtanları, üzerlerine düşerek öldürürdüm.
Programınıza katılan konuklarınızın sizi çileden çıkardığı anlar oldu mu?
Zaman zaman oluyor. Orası konuşma odaklı bir program, karşılıklı konuşulmayınca; elma olmadan kışın tezgahını açan manava dönüşüyorsunuz bir anda. Biz de bu yüzden genelde az konuşanı ya da konuşmak istemeyeni saygı duyarak yanımızdan uzaklaştırıyoruz.
Denemekten korkmayan birisiniz. Bu sebepten sizi TV’de farklı alanlarda görebiliyoruz. Sunuculuk, programcılık, oyunculuk tüm bunları sizde birleştiren ortak nokta nedir?
Benim çok renkli bir gençliğim oldu. Kurtuluş’ta büyüdüm. Orası bütün etnik türlerden insanların olduğu ve tüm kültürel hayatları bir araya getiren bir yerdi. Benim hayat mottom; “Yenil, ama güzel; yenil, bir kez daha yenil; ama dene”. Hamurumuzda deneme yanılma, yanılmayı sevmek ve başarmak varmış. Bu üç kuraldan bugüne kadar hiç vazgeçmedim.
Ankara ile ilgili bir kitap yazacak olsanız nasıl anlatırdınız?
Ankara’dan hep etkilenmişimdir. Ankara, felsefesi olan ve mizahı çok farklı bir kent. Dolayısıyla biraz bıçkın, bozkırın getirdiği sertlik; diğer taraftan soğuğun getirdiği kapalı çalışma sahası. Böyle bakınca Ankara’yı seviyorum. Ama işin politik tarafına gelince çok gri bir kent, gri olunca da insan maviliği özlüyor. O yüzden de her İstanbullu gibi bende Ankara’nın İstanbul’a dönüşünü seviyorum.
Hayatınızın dönüm noktaları nelerdir?
Babamı dört yaşımda kaybettim bu bir, annemi on yedi yaşımda kaybettim bu iki, on sekiz yaşımdayken tek başımaydım bu üç, yirmi dört yaşımda baba oldum bu dört. Bundan sonra da zaten en iyi yaptığım işi yaptım ve sadece çalıştım. Bir de son evliliğimi dönüm noktası olarak değerlendirebilirim. Bu evliliğimde; kendimi gördüm, kendimi buldum, bu yüzden çok mutluyum.
Gezip gördüğünüz yerler içerisinde sizi büyüleyecek güzellikte olan yerler oldu mu?
Çok fazla yer gezdim. Ama beni en çok büyüleyen yer Datça. Bu sene Amerika’dan İspanya’ya kadar dolaştık. Bireysel tercihimi sorarsan bize en yakın coğrafya olan Makedonya’da yaşardım heralde. Onun dışında benim başka bir yerde yaşamam çok zor.
Eşine yardımcı olan eşlerden misiniz?
Bizde kolektif bir hayat ilişkisi var. Çıkmaza girdiğimiz zaman birbirimizin elini tutuyoruz, birbirimizi kolluyoruz ve birbirimizi tamamlıyoruz. Evlilik ve hayat arkadaşlığı böyle bir şey zaten.
Eşinizle birbirinize vakit ayırabiliyor musunuz bu yoğunlukta?
İçerisinde sadece benim ve eşimin olduğu, sadece kendimize ayırdığımız iki saatimiz var. Saat gecenin ya da sabahın kaçı olursa olsun mutlaka o zamanı ayırıyoruz birbirimize. Başka türlü bu iş yürümez, bir de en yakın arkadaşınız eşiniz ise şanslısınız.
Yoğun bir koşuşturmacanın ardından sizi en çok dinlendiren şey nedir?
Arada bir kaçtığımız gezintiler ve Faik Öztürk. Faik Abi her ay mutlaka programıma geliyor. Benim her ay yaklaşık 2.5 saatlik Faik Öztürk ve Safiye Soyman kürüm var. Gerçekten çok yorulduğumuz, izleyici ve izlenme maratonunun çok yorduğu zamanlarda, gerçekten kafayı boşaltacak samimi bir iş arıyorsak sağ olsun Faik Abi ve Safiye Abla bizi hiç kırmıyor ve geliyor. Gerçekten bu programdan müthiş keyif alıyoruz.
Hayatta tahammülünüzü en çok ne zorlar?
Hayat, yaşadıkların, acı ve sevinç sana sabırlı olmayı öğretiyor. Sabır iyi bir şey. Sabrın sonu selamet ise ben de bir şekilde selamete çıkılcağına inandığım için sabrediyorum. Dilerim hep böyle olur.
Bir sabah elinizde hiçbir şeyiniz kalmamış olarak uyansanız, o anda hayata nasıl başlardınız?
Dört kere yaşadım bu durumu. Bir sabah uyandığımda elimde hiçbir şeyin olmadığını gördüm. Allah bana zeka vermiş. Benim tek sermayem zekam. Bu yüzden sıfırdan tekrar başlamaktan hiç korkmuyorum. Dört kere tekrar başlayan adam beşinciyi de başlar diye düşünüyorum. Önemli olan sağlık ve afiyet. İnsan sağlıklı olsun bir şekilde parayı kazanıyor.
Mizah yönünüz olmasaydı, hangi özelliğinizle fark yaratırdınız?
Sanırım bu kadar başarılı olabileceğimi düşünmüyordum. Mizahın insanı ayakta tutan bir şey olduğunu düşünüyorum. Ben mizahı içşelleştirmiş bir adamım. Dolayısıyla şiddetli depresyon da geçirsem ona gülecek kadar tuhaf bir halim var
Bir TV eleştirmeni olarak şu anda en beğendiğiniz dizi ve film hangisi?
O noktada çok bir ayrıştırma yapmak istemiyorum ama Ulan İstanbul dizisi çok hoşuma gidiyor. İzleyici kitlesini çok güzel topladı. Bugüne kadar en değer verdiğim iş ise dizi olarak Süper Baba, dizinin müthiş bir aritmeteği vardı. Bütün programları izliyorum ve adaletli davranmaya çalışıyorum. Bunu çok seviyorum, bunu sevmiyorum dersem insanlar kırılıyorlar. Ama televizyon eleştirmeninin yanlış gördüğü şeyin de, doğru gördüğü şeyin de hakkını vermesi gerekiyor. Takdir etmek, insanın sırtını okşamak kötü bir şey değil. Gerçekten iyi bir televizyonculuk işi çıkartılıyorsa bunu alkışlamak durumundayız. Kötüyse de öldürmeden eleştirisini yapmak lazım. Çünkü ne olursa yapılan işe saygı duyup eleştirini dostça yapman lazım. Benim yaptığım işte bu açıkcası.
Programda büyük bir ismi mi, yoksa ismi duyulmamış ama performansı yüksek bir konuğu mu tercih edersiniz?
Büyük isimleri konuk eden talk showlar var. Ben mümkün olduğunca samimi insanları çağırıyorum. Kimi zaman çok tekrara düştüğümüz oluyor fakat bu bizde hiçbir zaman rating kaybına neden olmuyor. Çünkü samimi insanlar; manyetik bir alan yaratıyorlar. O alanın içine girdiğiniz zaman çekim gücünüz artıyor ve izleyiciyi de içinize aldığınız zaman her seferinde konuşacak yeni şeyler bulabiliyorsunuz. Dünya starı olmuş ama halktan çok kopuk olan bir insanla oturup program yapmak, en çok benim canımı sıkar.
Gazetede yazmak mı daha önemli, yoksa televizyonun ışıltısıyla ekranda olup konuşmak mı sizce?
Benim çıkış noktam muhabirlik. Bu işe yazılı basınla başladım. Dolayısıyla yazılı basının lezzeti çok önemlidir. Arkeolog olduğum için de sözün uçup yazının kalacağını düşünüyorum. Tabii ki bu bir arkeoloğun bakış açısı. Bir medyacının bakış açısıyla ise televizyon seni her zaman ayakta ve dinç tutan, heyecanı hiç bitmeyen bir şey. Yazı bir dönem sonra eskiyip kalitesini yitirmiş olabiliyor. TV’de de aynı olay geçerli. Ancak TV’de de kendini sıklıkla yenileme çabasının olması ve bunu gerçekleştirmek çekici kılıyor beni.
Böyle zor gelinen bir yolda hiç sendelediniz mi, engellerle karşılaştınız mı?
Son olarak ekran serüveniniz ne kadar daha sürer?
Son kullanma tarihi benim ambalajda yok. Kendini tükenmiş hissettiğin anda çekilmek zorundasın. Öyle çok uzun süreler kalıp ekrana derebeylik kurmayı düşünmüyorum.