“Soul” by Özgür Masur
Özgur Masur’un IFW’deki defilesinde giden mankenin kıyafetine doyamamışken, gelen mankenin kıyafetinin güzelliğini incelemekten şaşı olduğumu itiraf etmeliyim. Defileyi izleyen tüm dostlarım da benimle aynı fikirdeydi. Hal böyle olunca soluğu atölyesinde aldım. Özgür’ü insan olarak da çok sevdim. Bir kere tüm formaliteleri bir kenara bırakıp her düşündüğünü söylüyor. Röportajı okurken bu enerjisini sizin de hissedeceğinize inanıyorum. Bu arada bir taşla iki kuş vurduğumu da itiraf etmeliyim. Hazır gitmişken müthiş transparanlarından, laleli gömleğinden ısmarlamaktan kendimi alıkoyamadım…
IFW’deki defilenize bayıldım! Hikayesini bir de sizden dinlemek isterim.
Koleksiyonumun adı “Denge”. Şimdiye kadar Özgür Masur ismi ile couture ve Houte Couture olarak ofisimde servis verdim. Couture yapmak lüks bir iş, tasarımlar maliyetli. Belli bir bütçe ile insanlar bu ürünlere sahip olamayabiliyor. Bu durum sebebiyle ve gelen istekler üzerine “Soul by Özgür Masur” isimli, insanların daha kolay ulaşabilecekleri hazır giyim koleksiyonu hazırladım. Tamamen yine benim dokunuşlarımın olduğu bir koleksiyon. Bu nedenle bu ikisi arasında denge var. Aynı zamanda, hep aynı kişilerin ve aynı ruhta olan insanların ürünlerimi giydiğini ve tercih ettiğini gördüm. Bu da beni ayrı bir heyecanlandırdı ve gerçekten buradaki dengeyi iyi sağladığımı düşünüyorum. Denge; buradaki kadın ruhu ne olursa olsun her zaman giyen kişinin o kılığın ruhuna bürünmesi anlamına geliyor.
Benim için bir Türk modacının Türk kimliğini vurgulaması çok önemli. Son defilenizde laleyi sık sık kullandınız. Daha önceki koleksiyonlarınızda ebru sanatına yer verdiniz. Bunun için ne gibi çalışmalar yaptınız?
Türk sanatı gerçek anlamda o kadar güçlü ve sağlam ki! Ben beş sezondur işliyorum. Bunu bir şekilde başka teknikler ile hazırlamış olduğum koleksiyonda uygulamaya çalışıyorum. Lale aynı zamanda benim en sevdiğim çiçektir. Mutlaka form olarak da bir şekilde kullanmaya devam edeceğim. Lale desenlerini ya da motiflerini bir şekilde daha global bir formda birleştirmeyi seviyorum. O zaman ortaya daha giyilebilir parçalar çıkıyor.
Dengeden söz etmişken, sizin zıtlıklarınız var mıdır?
İnsan hayatında zıtlıkları barındırmak zorunda ve bunun her insanda olduğu söylenebilir. Aksi takdirde karar alma verme, sorunu çözme gibi yetkilerin çok da olmayacağını düşünüyorum. İnsan zıtlıkları iyi ve kötü, güzel ya da çirkin kavramları arasında doğru olanı kendisinde benimseyerek seçer. Doğru kavramında da yine kendisi için iyi olanı seçer. Bu da kimliği kimlik yapan öğelerdir. Ben kendim için çok zıtlıklar barındırdığımı söyleyebilirim. Ufuk çizgisinden bakmayı çok fazla sevmiyorum. Ya en yukarıdan ya da en aşağıdan bakmayı seviyorum. Bu da sonuçta beni ben yapan bir kimlik. En güzel örneği kendim için eğlenceli olsam da her zaman içimde karanlık yönler olduğunu yani gizemi barındırdığımı söyleyebilirim. Mutlaka her insanda gizem olması gerektiğini düşünürüm.
Eskiden asi şimdilerde de romantik diyorlar sizin için… Siz kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Çok da romantik olduğumu söyleyemem kendi adıma. Kimlik olarak da çok romantik bir adam değilim. Mum ışığını çok severim ama kendi kendime yakmayı severim. (gülüyor…) Mutlaka koleksiyonlarımda romantik parçalar oluyor ama bir detayında, duruşunda karanlık ve gizem barındırdığını düşünürüm.
İlk ayakkabıya bakıyorsunuz. Ayakkabılarınızı her zaman kendiniz tasarlıyorsunuz… Bunun nedeni nedir?
Bence ayakkabı kesinlikle bir kadında da bir erkekte de büyük bir kimlik. Hatta bütün benliği yansıtıyor. Ayakkabının sadece insanların değil koleksiyonun da kimliğini belirlediğini düşünüyorum. Koleksiyonun hissettirdiği, dokuyu tamamlıyor. Dolayısıyla koleksiyonlarımın insanlarda çok önem verdiğim ayakkabı duruşunu kendim belirlemeye çalışıyorum.
İyi de sormadan edemeyeceğim. Kadınların onlarca ayakkabısı oluyor. Birine bayılıp, birinden nefret edebilirsiniz?
Bir tanesini görmem diğerlerini de tahmin ettirir bana!
Belçim Erdoğan’ın Cannes’da giydiği gece elbiseniz çok ses getirdi. Abiye kıyafetlerinizde nelere özen gösterirsiniz?
Belçim ile Cannes çok güzel bir proje idi. Çok güzel elbiseler yaptığımı düşünüyorum ve bu konuda kesinlikle mütevazı olamayacağım fakat dünyayı da yeniden kurtardığımı düşünmüyorum. Sadece bir kadını nasıl güzel gösterebileceğimi çok iyi biliyorum. Sonuçta benim elimde bir malzeme var ve bu malzemeyi bir kadın üzerinde uygulayabilmenin yöntemlerini bulmaya çalışıyorum.
Gelinlik nasıl olmalı?
Kesinlikle giyen kişinin ruhuna hitap etmesi gerektiğini düşünüyorum… Romantik olabilir karanlık olabilir, kimliğinin ne olduğu çok önemli değil. Ama en önemlisi doğru bir proporsiyonu olması gerektiğini savunurum. Bir kere giyiliyor ve bütün gözler gelinin üzerinde…
Yurt dışından birçok müşteriniz var… Kraliyet ailesi mensuplarının da adı geçiyor. Kimler mesela?
Yurt dışında satış noktalarım oluşmaya başladı ve gerçekten çok heyecan verici bir durum… Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan, Yunanistan ve Washington’da çok güzel designer store’larda ürünlerim satılıyor. Bu anlamda da çok seçici davranmaya çalışıyorum. Benim çalıştığım özel insanlar hatta prensesler var ve bir şekilde onlar ile çok eğlenceli bir çalışma yürütüyoruz. Ortadoğu’daki ülkelerde bulunan özellikle Suudi Arabistan prensesleri ile güzel irtibatlar halindeyiz ve gerçekten ne istediklerini, kendilerine neyi yakıştıracaklarını çok iyi biliyorlar. Sonuçta tüm dünya markaları kendilerine sarayda hizmet veriyor.
Neden birçok modacının aksine yurt dışından gelen teklifleri ikinci plana atıyorsunuz?
Tabii ki ikinci plana atmıyorum. New York Fashion Week’ten iki defa teklif geldi bana fakat ben hayatım boyunca hiçbir zaman hayalperest olmadım. Bu işler öyle insanların zannettiği gibi çok da kolay işler değil. Şimdi kendi ülkemde daha da güçlenip daha da ayakları yere sağlam basan biri olarak hissettiğim zaman ben de yurt dışına açılacağım. Bunun için şimdiden yazışmalarımız devam ediyor, görüşüyoruz. Çok heyecanlı bir durum fakat bir kere yaptık iki kere yaptık bitti gibi bir durum sergilemek beni demoralize eder. Süreklilik olması şart gelen taleplere cevap vermek şart yoksa asla seninle bir daha çalışma gibi bir durumları olmaz. Aynı zamanda bu anlamda bütün dünyada bu işler yatırımcılarla yapılıyor. Var ise bana yatırım yapacak insanı hemen beklerim (gülüyor). Ama maalesef bu anlamda inşaat yapmak insanlara çok daha cazip geliyor.
Modanın en çok neyini seviyorsunuz?
Moda sevilecek bir şey değil ki! (gülüyor) Moda gerçekten benim hayatımın bir parçası, kaptırmamak gerekir. Modanın en sevdiğim yönü bütün dünyada her şeyi belirleyen bir bütün olmasıdır. İnsanın yiyeceğine bile modanın karar verdiğini düşünüyorum. Artık salatalara avokado doğramak çok moda. Evet, seven insan için şahane ve sözüm yok. Karşılaştığım için söylüyorum. “Aaaa ben bunu yiyemem, avokado yok içinde!” diye plastik mavi lens ve ek saçları ile sanki hayatı boyunca avokado yiyen biriymiş gibi davranan insanlara gerçekten tahammül edemiyorum. Moda bir bütün, kim ne derse desin hayatın bir parçası. Her alanda büyük ve öncü bir sektör.
Bir ilham perisidir lafı gidiyor… Siz modacı olarak tek bir kadının imajıyla yola çıkabilir misiniz?
İlham perisi söylemine bazen ben de gülüyorum. Gerçekten çok komik gelebiliyor bana. Modada ilham diye bir şey yoktur. İlham ne demek; ilham hazır olan, var olan, indirilen demek. Bana inen bir şey yok. Bir tasarımcı hangi alanda olursa olsun artık şundan ilham aldım demesin. Böyle bir şey yok, ilham değil aldığı, o her ne ise ilham değildir. Ben kendi adıma çok şeyden etkileniyorum bu bazen bir müzik oluyor, bazen bir film oluyor, sokaktaki insanların durumları bile bana veri olabiliyor…
Çok sevdiğiniz Yves Saint Laurent “Zamanla bir kıyafetinin en önemli detayının onu giyen kişinin olduğunu öğrendim.” dermiş. Siz ne dersiniz?
Doğru söze ne denir? Kesinlikle böyle olduğunu düşünüyorum. Giyen kişinin kimliği her şeyi, tüm durumu belirler. Mesela benim elbiselerimden bir elbise kadının nasıl durması gerektiğini söyleyebiliyor. Bu da bir kimlik aslında ama gerçekten Yves Saint Laurent’i çok özlüyorum, kendi yaptıklarını. O gerçekten benim için bir efsane.