Siyasete Girenlerin Bilmesi Gereken Gerçek
Farklı ülkelerdeki insanların farklı davranış kalıplarıyla siyasete yaklaştıklarını belirten Prof. Dr. Emre Alkin; geçmiş yıllarda Türkiye’nin ekonomisinde yaşananları ele alarak siyaset içinde olanlara hatırlatmalar yapıyor.
İşimiz ve çevremiz gereği doğudan batıya dünyanın birçok ülkesini ziyaret ediyoruz. Aşağı yukarı hangi ülke olursa olsun hiç değişmeyen davranış biçimleri var.
Mesela, orta gelir ve üzerindeki ülkelerde hayat pahalılığından şikayet etmek, “iyice tembelleştik” diye yakınmak, turistlere ve yabancılara mesafe koymak, göçmenler konusunda sert ifadelerde bulunmak, siyasetin kalitesi konusunda serzenişte bulunmak adet haline gelmiştir. İşte de evde de aynı düşünceleri sıralarlar. Gerekirse bu konularda sert tartışma yapmaktan çekinmezler. Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, İspanya, Sırbistan, Hırvatistan, Yunanistan, ABD, Kanada gibi ülkelerde şahit olduklarımızın benzerlerini büyük şehirlerde Türkiye’de de görmek mümkündür.
Oldukça kalabalık ama gelir seviyesi ortanın altında olan ülkelerde ise insanlar temel ihtiyaçları karşılamak amacıyla mesai mefhumu olmaksızın çalıştıkları için gelir seviyesi yüksek olanların tartışmalarına pek vakit kalmıyor. İlginçtir, ne kadar otokratik ya da merkeziyetçi olursa olsun bu ülkelerde yerel siyaset güçlüdür ve siyaseti alenen eleştirenlere rastlamak mümkün olmaz, çünkü güçlenmek isteyen eninde sonunda siyaseti ya da siyasetçiyi kullanır. Ayrıca sade vatandaş; başına bir şey gelmesinden korktuğu için, kıt kanaat geçinirken siyaset yapmak haricinde çıkış yolları arar. Bu ülkelerdeki insanların dışarıdaki yüzü ile evdeki yüzleri farklıdır. Dışarıda etliye sütlüye bulaşmayan “çilekeş” ruhlar, evde ya çok iyi ya da çok zalim insanlar olurlar. Otorite baskısının acısını evdekilerden çıkarırlar, ya da gün içinde otoriteyi temsil ettikleri için evde sevecen olurlar. Rusya, Çin, Hindistan, Orta Doğu ülkeleri, Afrika, Latin Amerika’da sıkça rastlanan örneklerdir bunlar. Tabii ki şaşırmıyoruz, bu örnekleri de Türkiye’de görmek mümkün.
Türkiye’de her iki profilden insana oldukça fazla sayıda rastlanmasının sebebi hepimizin bildiği konu: Kimlik bunalımı. Türkiye “doğunun en batısı”, başkalarına göre de “batının en doğusu”. Sokaktaki vatandaşa “Asyalı mısın?” diye sorulursa cevabı olumlu olmaz, “Avrupalı mısın?” diye sorulursa cevap kişiye göre değişebilir. Orta Doğulu olmayı kabul etmez ama öyle yaşar, demokratik haklar ile bencil olmayı birbirine karıştırır, gruplaşmak yerine ya bireyselleşmeyi ya da kitlenin parçası olmayı tercih eder. Siyaseti kendi menfaatine kullanmak ve kazanan tarafta olmak ister. Bu sebeple sandığa kadar vereceği kararı bilmek mümkün değildir. Fazla sayıda hoşlanmadığı iş olursa ve bunlar menfaatini olumsuz etkilemiş ise sonucu değiştirecek beklenmedik işler yapar.
Türkiye’de tüm bu anlattıklarım sebebiyle seçim sonuçlarını doğru tahmin etmek zordur. Her iki profilin arasında çok büyük uçurumlar vardır, birbirlerini anlamakta zorluk çekerler. Ortak menfaatte buluşturmak zordur ancak, nadir zamanlarda yan yana gelip tarihin akışını değiştirirler. Bu değişim her zaman olumlu sonuçlar yaratmasa da, siyasetçinin bilmesi gereken önemli bir gerçektir.
Seçimden Sonra Görev Alacaklara Hatırlatma
Dünya ekonomisinde özellikle gelişmiş ülkeler için 1990’lar “altın yıllar” olarak adlandırılmıştır. Aslına bakarsanız tam olarak altın yıllar 1993’te Clinton ile başladı ve 2001’de meydana gelen 11 Eylül terör eylemi ile sona erdi. Türkiye ekonomisi o dönemde çok ciddi dalgalanmalar gösterdi. Bu sebeple o dönemi Türkiye için “altın yıllar” diye tanımlamak imkânsız. Özellikle 1994 krizi ve siyasi istikrarsızlık yaşanan bir dönemdi.
Sonra dünya 2008’e kadar ciddi bir toparlanmanın içine girdi. Türkiye de benzer şekilde, doğru işleri yapmaya başladığı için 2001’de yaşadığı bankacılık krizine rağmen toparlandı ve enflasyon, büyüme, faiz, döviz kurları bağlamında sakin bir süreç yaşadı. Batıya dönük yüzü, adalet ve eşitlik için attığı adımlar küresel krize dayanmasını sağladı. “Teğet geçmedi” ama küresel kriz, ekonomide fazla hasar bırakmadı desem yanlış olmaz.
Gayet iyi hatırlıyorum her şey iyi giderken 2011 yılından itibaren siyaset ve ona destek veren oluşumlar arasında ciddi bir gerginlik başladı. Ta ki 2013 yılındaki Gezi Parkı eylemlerine kadar fazla su yüzüne çıkmayan bu gerginlik; hükûmetin, nerede devletin şefkatli yüzünü, nerde çelik gibi gücünü göstereceği konusunda kafa karışıklığı yaşaması sebebiyle iyice zirve yaptı. Önce 2015 seçimleri haziranda yapıldı ve ardından kasım ayında bir seçim daha yapıldı. Bu esnada iktidar partisi içinde ciddi tartışmalar çıkarken, siyaset bu süreçte yıprandı. Siyasi sistem ile ilgili tartışmalar ve anayasa değişiklikleri gündeme oturdu. O süreçte TL’nin değer kaybı beklendiği kadar sert olmadı. Piyasalara sürekli müdahale etmek gibi bir yaklaşım yoktu.
En başından beri gizli ajandasını uygulamak için hazırlık yapanlar hükûmetin ve siyasi ortamın giderek sertleşmesini fırsat bilerek hain planlarını ortaya koymaya karar verdiler. Cumhuriyetimizin atlattığı en önemli badirelerden biri olan 15 Temmuz 2016, belki de şu an yaşadığımız ekonomik ve siyasal zorlukların en önemli kilometre taşı oldu. Türkiye bir daha sakin dönem yaşayamadı. Güvensizlik ve güvenlikçi yaklaşım kol kola gezmeye başladı. Her gün bir kriz çıkarken, sürekli müdahale isteği günlük rutin haline döndü. Piyasa ekonomisinden bahsetmek imkânsız hale geldi.
2018 ve 2019’da yaşanan ekonomik zorluklar da benzer şekilde piyasa ekonomisinden kopma sebebiyle gerçekleşti ve ardından gelen 2020 pandemisi Türkiye’yi her bakımdan hazırlıksız yakaladı. Sonra ortaya çıkan Rusya-Ukrayna bunalımı, yaşananlara katkı yaptı elbette.
Tüm bunlardan çıkarmamız gereken dersler şunlar:
– Türkiye’nin, küresel krizlerden birebir etkilendiğini kabul etmek gerekiyor.
– Piyasa ekonomisinden çıkıldığında küresel krizlerin yan etkisinin daha da büyüdüğünü anlamak gerekiyor.
– Gergin siyaset ortamı belki bir yere kadar oy kazandırıyor ama ülkeye kaybettiriyor, seçimden sonra sakinleşmek gerekiyor.
– Uluslararası ittifak arayışlarında doğu-batı ayrımı yapmadan yanlışların karşısında diplomatik bir üslupla durmak gerekiyor.
– Sabıkası kabarık ülke liderleriyle, başkaları yapsa bile cumhuriyetimizin gelenekleriyle çelişmemek için ittifak kurmaktan uzak durmak gerekiyor.
– Rusya ve Arap ülkeleriyle mesafeli olmak, iç meselelerine karışmamak gerekiyor.
– ABD ve İsrail politikasını eş güdümlü idare etmek gerekiyor.
– Bundan sonra da afetlerin olabileceğini kabul edip, depremde yaşananlardan ders çıkarmak gerekiyor.
– Ülkenin ekonomiyle büyüyeceğini ama sanat, spor, kültür, eşitlik, adalet, ayrıca kadın erkek eşitliğiyle kalkınacağını artık anlamak gerekiyor.
– Vicdanlı vatandaşı inancından değil, insanlığından ölçmenin daha doğru olduğunun anlaşılması gerekiyor.
Alınan olursa kusura bakmasın. Siyasetin içindeki dostlar “kurum körlüğü” yaşıyor olabilir diye söyledim. Bu amaçla iktidar ya da muhalefetteki tanıdıklarımıza küçük bir reçete yazalım dedik.