ŞEBNEM BURCUOĞLUŞekerfare
Kocan Kadar Konuş serisinin ardından yepyeni bir romanla karşımızdasınız; Şekerfare. Nedir bu Şekerfare?
Yeni romanımda sizleri Şükran Tanay ile tanıştırıyorum. Şükran yirmi beş yaşında, ailesinin tekne kazıntısı, kendisi bir baltaya sap olamazken abisinin akademik kariyeri altında yıllarca eziklik hissetmiş genç bir kadın. Neye elini atsa olmamış. Bir gün canına tak ediyor, ünlü ve zengin olup büyük bir başarı elde etme hayaliyle Şekerfare isimli hikayesini film şirketlerine gönderiyor. Ve içlerinden biri Şükran’ın Şekerfare isimli hikayesini film yapmak istiyor. Eğlenceli serüvenimiz de böylece başlıyor.
Aslında sizin yaşadıklarınızla benzer bir durum bu, değil mi?
Türkiye’nin başarılı film şirketlerinden biriyle kaliteli filmlere imza attık. Şükran’ın karşısına çıkan film şirketi ise adı sanı duyulmamış, biraz da oyunbaz bir şirket. Şükran başına bir talih kuşu konduğunu düşünüp araştırmadan film işine balıklama dalıyor. Şekerfare’nin fonunda film dünyası var. Esas motifi hayatı 12’den vurup yırtmak ya da yırtamamak. Bütün mesele de bu değil mi zaten?
Ünlü ve zengin olmak bu kadar kolay mı?
Hayaller Kim Kardashian, gerçekler Şükran Nanay. Yani kolay değil. Bence kazanılmış gerçek başarıların hiçbiri tesadüf değil. Arkasında büyük emek, uykusuz geceler, sinir, stres var. Fakat dışarıdan bakıldığında “Şans buna gülmüş, bana gülmemiş” diye yorumlar gelebiliyor. Şu sözü çok seviyorum, “Şans; hazırlığın fırsatla karşılaşmasıdır”.
Romanınızda film dünyasının kapıları aralanıyor…
Bunu anlatmayı özellikle istedim çünkü o pırıltılı dünyanın iç dinamiklerine bu kadar yakından şahit olmak ilginçti. Film işi gerçek anlamda zormuş. Sette saatlerce, nefes almadan çalışıyor herkes. Ciddi anlamda fiziksel dayanıklılık gerektiren bir iş. Sadece oyuncu ve yönetmen de değil, set makyajcısı, kostümcü, ışıkçı, çayları getiren abi, herkes uykusuzluğa meydan okuyor. Hani diyorlar ya “Yine bir set aşkı daha doğdu” diye, nasıl doğmasın ki insanlar orada yaşıyor!
Şükran da filmin senaristliğine soyunuyor. Ya senaristlerin durumu nedir?
Onlar gizli kahramanlar. Bir hikaye yaratıyorlar ve ancak ondan sonra hikaye ete kemiğe bürünüyor. Senaryo sağlam olmadan bir işin tutması zor. Hele ki; bu dönemde dizilerdeki döngüye bakın. Gerçekten üstün bir performans sergiliyorlar.
Siz de Kocan Kadar Konuş’un senaryosunu yazdınız. Nasıl bir süreçti?
Yapımcımız filme benim kalemimin girmesi konusunda ısrar ettiği için bu işe soyundum. İlk kitabım da senaryo kafasında olduğu için birebir kitabın aynısı oldu zaten. Ardından bir de dizi senaryosu yazdım başka bir yapım şirketine. Bir pop-star hikayesi. O da Türkiye’nin büyük kanallarından birine satıldı. İnşallah yeni sezonda izleriz.
Şekerfare Ankara’da geçiyor. Neden hikayenizi Ankara’da kurguladınız?
İstanbulluyum ama Bilkent’te okudum. Hayatımın en güzel dört senesi bu şehirde geçti. Ankara gri görünüyor fakat bence içi rengarenk, dostlukları sağlam, insanları sözünün arkasında duruyor. Şekerfare’de de Düveroğlu Kebapçısı, Cafe Bien, Çin Çin Bağları, Tunus Caddesi, Kavaklıdere, kısacası Ankara’da bulunduğum her yer var. Hem zaten en taze balık da Ankara’da yenir. Bu bile Ankara’yı sevmek için yeterli bir sebep!
Kaleminiz oldukça seviliyor. Şekerfare’nin devam kitabı veya filmi olacak mı?
Teşekkür ediyorum. Benim için esas olan kitap. Kitap yazmak bana diğer güzellikleri getirdi. Onun için kısmet diyorum!