Sanat Dolu Bir Hayat HÜLYA KOÇYİĞİT
Kaç nesil filmlerinizle büyüdük… Sizi büyük beğeniyle izliyoruz yıllardır… Nasıl başladı bu başarılı mesleki serüven?
12 Aralık 1947 İstanbul doğumluyum. Üç kız kardeşin en büyüğüyüm. Küçük yaşlarda fark edilen sanat kabiliyetim daha sonra eğitim alarak devam etti. Ankara benim eğitim gördüğüm şehir. Konservatuarda hem bale hem de tiyatro eğitimi aldım. Çok erken yaşta çok güzel bir tesadüf sayesinde Metin Erksan ile tanıştım ve kendisi Susuz Yaz filminde oynamamı istedi. Ben yetenekli ve sanatçı olabilmek için eğitim almakta olan bir genç kızdım ama yaşım daha küçük olduğu için ne kadar önemli bir iş yaptığımın farkında bile değildim. Susuz Yaz, Berlin’de Altın Ayı ödülünü kazandıktan sonra, bana üstlendiğim görevin ne kadar büyük bir sorumluluk gerektirdiği hatırlatıldı. Özellikle annem: “Türkiye’deki tüm genç kızlar için artık bir rol modelsin, senin her şeyin takip edilecek, böyle bir sorumluluk yükleniyorsun” diyerek bana hep destek verirdi. Yine erken yaşımdayken bir de evlilik yaptım ve bildiğiniz gibi Gülşah’ı dünyaya getirdim. O da çok yetenekli bir çocuktu ve “Gülşah Film” adında bir film şirketi kurduk. Eşimle beraber Gülşah ile bir iki film yaptık; onun yeteneği ve sevimliliği o filmlerin çok başarılı olmasını sağladı. Böylece bugün 53 yıldır sinema hayatı devam eden bir sanatçı olarak sizlerleyim.
Hülya Koçyiğit nasıl bir anne, bu yoğun iş temposunda çocuklarınıza nasıl zaman ayırdınız? Anneler Günü söyleşisi için buradasınız, nasıl bir anne olarak değerlendiriyorsunuz kendinizi?
Gülşah’ı dünyaya getirdiğim zaman 21 yaşındaydım. Kariyerimin en parlak, en zirve dönemlerindeydim ve çok yoğun çalışıyordum. Neredeyse her gün setteydim, hatta bazen İstanbul’un dışında bile çekim yapıyorduk, Anadolu’yu dolaşıyorduk. Hep bir özlem, hep bir yetememek, hep bir ihtiyacı olduğunda yanında olamamak kompleksleri ile geçirdim o yılları… Her defasında Gülşah’a bunu hatırlattım dedim ki: “Yanında olmadığım zamanlar üzülüyor musun, benim yokluğumu hissediyor musun? Baban beni aratmamaya çalışıyor sana…” diyordum, o da: “Hayır anne” diyordu. Ama yine de spor müsabakasında aldığı başarıda bile yanında olamadığım ya da okuldan her gün benim alamadığım zamanlar onda hep bir eksiklik yaratmıştır diye düşünerek günlerimi geçirdim. Daha sonra o da çalışan bir kadın olarak anne olduğu zaman; “Evet anne, artık seni çok iyi anlıyorum, iyi ki böyle yapmışsın, bana güzel bir istikbal hazırladın, iyi bir eğitim verdin. Neden bu kadar çok çalıştığını şimdi daha iyi anlıyorum” dedi. Ben de şimdi onun acısını torunlarımdan çıkardım. İlk torunum dünyaya geldiği zaman eskisi kadar çok çalışmayacağımı, kendime daha çok zaman ayıracağımı ve Gülşah’a olan borcumu bir şekilde ödeyeceğimi söyledim kendime ve torunumla daha çok meşgul oldum. Açıkçası annelikten çok anneannelik yaptım.
Türk sinemasının gelişimini geçmişten bugüne nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok olumlu, çok parlak ve çok iyi yerlerde. Tabii ki daha da büyük başarılar istiyoruz. Daha büyük başarılar derken, uluslararası festivallerde çok iyi neticelerle dönüyoruz ama daha çok istiyoruz ki, halkın gittiği sinema salonlarında filmlerimiz gösterilsin. Dolayısıyla sinemamızın çok iyi bir yer olduğunu düşünüyorum ama ticari anlamda da ülkemize daha da katkısı olsun istiyorum.
Beğendiğiniz, takip ettiğiniz, kendinize eş değer gördüğünüz yeni nesil oyuncular var mı?
Var tabii ki ama isim vermeyi sevmiyorum, kalp kırarım diye korkuyorum. Fakat gençlerimiz gerçekten çok başarılılar, işlerini çok ciddiye alıyorlar, asılıyorlar ve kendilerini yetiştirmek için kurslara gidiyorlar. Birçoğu Amerika’ya gidip hocalardan ders alıyor ve gerçekten mesleklerini saygıyla yapıyorlar. Yarına bu gençler kalacak. Oyunculuk dışarıdan çok cazip görülen bir meslek ama içine girdiğinde heves ettiği gibi olmadığını, çok ağır bir iş olduğunu gören birçok genç vazgeçip yarı yoldan dönüyor. Ama sabırla ve içlerindeki tutkuyla mesleğine bağlananlar elbette ki yarına kalacaktır.
Bu zamana kadar aldığınız rollerde sizi en çok etkileyen, kendinizi en yakın hissettiğiniz karakter ve sizi en çok zorlayan sahne hangisiydi?
Çocukken hep öğretmen olmanın hayal kurardım, o yüzden öğretmen karakterinde oynamayı çok sevdim. Özellikle içlerinden bir tanesi beni çok etkilemişti. Vurun Kahpeye adlı romandan filme aldığımız Kurtuluş Savaşı’nda öğretmenlik yapan Aliye öğretmen… O beni çok fazla etkiledi, ona kendimi çok yakın hissettim. En çok zorlandığım karakter ise, Halit Refiğ ile yaptığımız Karılar Koğuşu filmindeydi. Orada ben alışılagelmiş karakter tiplerinden çok daha farklı bir rolü üstlendim. 1940’larda Anadolu’da bir genel ev patronunu oynadım. Bu karakteri anlayabilmek, hazmedebilmek, onu ifadelerime dökebilmek ve böyle bir rolün üstesinden gelebilmek için sarf ettiğim çabayı şimdi hatırlıyorum da bayağı zorlanmıştım.
Yeni projeleriniz olacak mı, hem sinema hem de dizilerde sizi ekranlarda görebilecek miyiz?
Hiç ummadık bir anda, bir sürpriz yapabilirim. Ama bu tamamen ekibe, senaryoya ve bana biçilen role bağlı. Yani sıradan bir şey olmadığı an, her an olabilir.
Keşke oynasaydım dediğim bir rolünüz oldu mu?
Mesela çok takdir ederek izlediğim, çok başarılı bulduğum hatta bunları kendi yüzüne de söylediğim biri var… Diriliş dizisinde Hülya Darcan’ın canlandırdığı rol, müthiş bir yol bir oyuncu için. Mesela öyle karakterde birini oynamak isterdim. Türklerin kadına ne kadar değer verdiğini anlatan bir dizide, bir kadın yöneticiyi oynamak isterdim.