Refik Anadol
Teknoloji, sanat ve bilimi birleştirerek ortaya çıkardığı işleriyle uluslararası başarılara imza atan Medya Sanatçısı, Yönetmen ve Akademisyen Refik Anadol’un geleceğin medyası, sanal gerçekliğin hayal gücüne etkileri ve son projesi hakkında merak edilenleri paylaştığı röportajımız sizlerle…
Herkes tarafından oldukça yoğun bir ilgiyle takip ediliyorsunuz. Bizlere daha kapsamlı olarak kendinizden ve yaptığınız işin detaylarından bahsedebilir misiniz?
Medya sanatçısı, yönetmen ve akademisyenim. İşlerimde son on yılı geçen bir süredir mimari, kanvas, yapay zekâyı ve veriyi materyal olarak kullanıyorum. Dünyanın birçok yerinde özellikle kamusal alanda yapıların hatırlamasını, rüya göresini ve yakın geleceğe dair öngörülerimi hikâyeleştiren büyük ölçekli projeler ortaya çıkarıyorum. On dört kişilik ekibim ile beraber bu projeleri sinir bilim alanından, fizikten, psikolojiden, mimarlıktan ve yapay zeka alanı gibi daha birçok farklı alandan destek ve ilham alarak hazırlıyorum.
Medya sanatı ile yeni medya arasındaki fark nedir?
Bu kavramlar üzerine yeninin gelmesi çok eskiye dayanmıyor. Medya sanatı, özellikle teknolojinin varlığının ile beraber sanatın içerisindeki mecraların ortaya çıkması ve her mecranın kendi içinde teknoloji ile bağlılık kurması üzerine yaratılan hayal gücü denemeleridir. Benim yeni kelimesi ile bir problemim var çünkü bir şeyin yeni olduğunu söylemek benim için zaman kavramına çok ters düşüyor çünkü bir medya nasıl yeni kalabilir bilmiyorum. Design, Media, Arts Bölümü’nde ders verdiğim ve orada yüksek lisans eğitimi aldığım için otuz yıldır açık olan bu bölümden duyduğum kadarıyla birçok hocamızdan yeni kelimesine karşı çok pozitif bir bakış açısı bulunmuyor. Yeni olan şeyin, en yeni teknoloji ile temsil etmesinin çok problemli olduğunu düşünen birçok insan da mevcut. Bu neden ile medya sanatı diyerek aslında kullanılabilecek herhangi bir mecranın sorgusuz sualsiz sanat içerisinde materyal olarak kullanılabilme durumu diyebiliriz.
Geleceğin medyası ve sanatı hakkında neler düşünüyorsunuz? Nasıl bir tablo ile karşılaşacağız?
Çevremizi çevreleyen makineler ve sistemler var. Nereye gittiğimizi, ne yediğimizi, içtiğimizi, ne alacağımızı, ne söyleyeceğimizi ve ne okuyacağımızı öngörebilen makinalarla geçen bir geleceğe yöneliyoruz. Bir yandan sinir bilim üzerine çalışmalar sürerken bir yandan da genetik çalışmalar ve Quantum mekaniği derken gelecekte sadece uçan arabalara değil gerçekten de insanlığa dair büyük problemlerin ortaya çıkacağı ve aynı zamanda büyük problemlerinde yok olacağı enteresan bir gelecek bizleri bekliyor. Geri kalmamak adına teknolojinin artık bir araç değil bir kültür olduğunu hatırlamak ve bu konular üzerine çalışmanın da değerli olduğunu düşündüğüm bir zamanın geldiğini öngörüyorum.
Sanal gerçekliğin, hayal gücümüze etkileri ne yönde? Sizce köreltiyor mu yoksa besliyor mu?
Bunu tahmin etmek zor çünkü bunun cevabı tamamen nasıl kullanıldığına bağlı. Ben kendi adıma sanal gerçekliği gerçekten de fiziksel dünyadan beklentimi alamadığım ya da fiziksel dünyada yapılması mümkün olmayan hayal gücümün ötesinde çalışmasını beklediğim durumlarda kullanıyorum. Sanal gerçeklik benim için büyük bir hayal gücü desteği. Dolayısıyla bu anlamda kullanıldığında bunun köreltilme ihtimali olduğunu düşünmüyorum.
Bilim, şiirsellik, teknoloji ve sanatı bir arada kullanarak geleceği resmediyor, görünmeyeni görünür kılıyorsunuz. Birçok farklı disiplini bir araya getirerek ortaya çıkardığınız gerçeklikten bahsedebilir misiniz? Sizi farklı kılan nokta nedir?
Bu sorunun benim için biraz daha geriye gittiğini sekiz yaşındayken izlediğim film ile hayal gücümün bir daha hiçbir zaman kapanmadan yakın geleceğe dair her zaman, yani geleceği hatırlamak ile ilgili bir derdim olduğuna inanıyorum. Resmetmeye çalıştığım dünya çok yakın gelecekte başımıza muhtemelen gelecek hayallerden ibaret. Ama bunu yaparken negatif değil olabildiğince optimist yaklaşmaya çalışıyorum. Özellikle kendimi bu sistemlerle, araçlarla başka neler yapabiliriz diye sorduğum için farklı bir noktaya getirdiğime inanıyorum. Bir yandan da hatıralar gibi bizlere dair en özel, en mahrem bilgimizi nasıl daha iyi saklarız bununla başka neler yapabiliriz sorusunu sormaya hep devam ediyorum. Beni farklı kılan bir diğer nokta ise alanımda öncü olduğum estetik kaygılarım. Gerçekten de verinin içindeki şiirselliği, makine zekâsının verebileceği kararlardaki muhtemel heykel görünümlerini ve daha şimdiden aklıma gelmeyen ama devamlı düşündüğümüz birçok fikri ortaya çıkaran suya sahip olmamdan dolayı ben ve ekibim kendimizi farklı bir noktaya getirdik. Bunun en büyük avantajlarından bir tanesi de Bill Gates gibi NVDIA CEO’su, Siemens, IBM, INTEL ve Google gibi daha birçok teknolojik devinin bana ve ekibime vermiş olduğu destekten kaynaklanıyor. Yaptığımız işlerin biricik olması, hayal gücümüzün özgünlüğünden dolayı ilişkilerimizde bizleri ileriye iten, araştırmalarımızı derinleştiren araçlarımızı yenileten bir eko sistemin içerisinde bizleri dahil etti.
Hayal demişken yapay zekâ, veriler ve dataların hayal gücüne ne gibi etkileri söz konusu?
Benim için veri baştan beri sıkıcı bir rakam değil, bir hatıra. Dolayısıyla bir yapay zekâya bir hatırayı okuttuğumu düşünüyorum. Hayal gücümde kurduğum şey bir makinanın rüyasından ve halüsinasyonundan ortaya çıkan resimleri, sinema ya da sinemaya benzer bir video, resim ya da heykel çalışması olarak ortaya çıkarabiliyorum. Benim için bu noktada bir makine zekâsı bir takım arkadaşı. İki yüz milyondan fazla bir doğa resmini ve verisini benim tek başıma okuyup anlamam ve hatırlamam mümkün değil. Fakat yanımda bu kadar kuvvetli bir makine olması zihnimin kapasitesinin üstüne çıkmamı sağlıyor. Bir nevi benim gibi düşünebilen ama unutmayan bir makine ile hayal kurabilmenin büyük bir keyfinin yaratıcı bir deneyim olduğunu söylemek isterim.
Hem duygularla hareket ediyor hem de dijital dünyayı yansıtan projelere imza atıyorsunuz. Projelerinizin geneline hakim olan konu ve vermek istediğiniz mesaj nedir?
En temel, en büyük ve en zorlu mesajım ve sıklıkla sorduğum soru: “20. yüzyılda insan olmak gerçekten ne demek?”. Bu soruya cevap verebilmek için makine ve mekân arasında geçen potansiyel hikâyelere odaklanıyorum. Gelecek hakikaten bu üçgende çok değerli ve çok önemli. Bunu yaparken bizi değiştiren DNA’mızı ve genimizi tekrar sorgulatan bu büyük değişim, dönüşüm içerisinde farkındalık yaratabilmek. Bunu yaparken sadece egosantrik bir sanat eseri yapmak değil ama veriden de egoyu ayırarak kolektif hafızamıza, hatıralarımıza ve rüyalarımıza odaklanmaya çalışıyorum. Genel olarak insanlığı etkileyecek ve hafızamızdaki iz düşümü etkinliklere, olaylara ya da potansiyel geleceğe dair öngörüleri anlamaya çalışıyorum. Bir yandan her zaman insan odaklı deneyimler ile duyguyu öne çıkarmaya çalışıyorum. Özellikle işlerimde soyutsal da olsa bir şekilde insanın hem kalbine hem de ruhuna ulaşabilmeyi hayal ediyorum. En önemlisi de herkes için olması adına o evrensel ve matematik dili bulmaya çalışıyorum.
Son olarak gelecek projelerinizden bahsedebilir misiniz?
Büyük bir heyecan ile iki yıl aradan sonra 18 Mart’ta Pilevneli Gallery’de “Mission Memoir: Space” yani “Makine Hatıraları: Uzay” isimli sergimiz ile İstanbul’a geri geliyorum. Bu sergimiz ile son üç yılda NASA mühendisleri ile beraber uzay araştırmaları yaptığım ve NASA’nın altmış yıllık arşivinden aldığım ilham ile üç farklı makinanın hatıralarına bakacağız. ISS Teleskop’u, MRO Mars Teleskop’u ve Hubble Galaksi Teleskop’unun hatıralarından bir yapay zekânın rüya görmesine şahit olacağız. İki yıl aradan sonra pandeminin hafiflediği bir dünyada sanatın iyileştirici ve birleştirici tarafını İstanbul ile paylaşmak için sabırsızlanıyorum.