Psikolog Burcu Göktaş Zihin Unutsa da Beden Hatırlatır
“Psikolojik olarak deneyimlediğimiz süreçler direkt olarak bedenimize yansır ve bedende kodlanır.” diyen Psikolog Burcu Göktaş, somatik hafızayı da açıklayarak duygulara alan açmanın ve anda kalmanın önemini MAG Okurlarıyla paylaşıyor.
Öncelikle kendinizden biraz bahseder misiniz? Çalışma alanlarınız nelerdir?
İstanbul’da doğdum, İstanbul’da yaşıyorum. Lise dönemimi anımsıyorum, o dönemde psikolojiye dair okumalar yapmayı çok severdim. Alandaki duayen terapistlerin konuşmalarını takip etmeyi ve alanla ilgili kendimi güncel tutabilmeyi çok kıymetli bulurdum, hâlâ da çok kıymetli bulurum. Lisansımı Özyeğin Üniversitesinde tamamladıktan sonra “Beden Psikoterapisi Odaklı Klinik Psikoloji” yüksek lisansını tamamladım. Tezimde fibromiyalji ve travma arasındaki ilişki üzerine çalıştım. Tez çalışmamı sürdürürken, bedenin ve zihnin birbiriyle çift yönlü bağlantısının yadsınamaz bir gerçek olduğunu tekrar özümsedim. Süpervizyon sürecimi yürütürken aynı zamanda da alanda gönüllü çalışmalarda yer almaya başladım. Daha sonraki yıllarda “reconnect” bütünleyici travma terapi modeli, duygu odaklı terapi, aktarım odaklı terapi, compassionate inquiry gibi alanlarda eğitimler aldım. Alanda daima kendimi güncel tutabilmek adına, seminerlere ve belli eğitim serilerine katılmaya devam etmekteyim. Klinik Psikolog olarak terapi alanında yetişkin bireylerle çalışmaktayım. Online ve yüz yüze terapi hizmeti vermekteyim. Yüz yüze seanslarımı İstanbul Anadolu yakasında almaktayım. Bir terapist olarak, varoluşsal bir perspektif ile danışanı merkeze alarak çalışmaktayım. Çalışma alanlarım arasında; kaygı, anksiyete, öfke yönetimi, travma ve travma sonrası stres bozukluğu, duygusal yeme, duygular, farkındalık (mindfulness), psikosomatik bozukluklar, değersizlik ve yetersizlik hissi, bedenselleştirme (somatizasyon) yer almakta.
Duygulara alan açmak neden önemlidir? Kişinin, duygularını daha iyi anlaması için hangi teknikleri kullanmasını önerirsiniz?
Şu an söyleyeceğim cümle uzunca bir süredir gözlemlediğim bir konuyu kapsıyor. Nedendir bilmem ama toplumumuzda duygular, bastırılması ve gösterilmemesi gereken şeylermiş gibi bir tutum var. Duyguların yansıtılmasının ve yaşanmasının yanlış veya ayıp olduğunu yorumlayan bir jenerasyon var… Denecek çok söz var aslında. Sözün özü, toplumun en ufak oluşumu olan aile, hepimizin, duygu deneyimini nasıl yaşamamız gerektiğini öğrendiğimiz yerdir. Hangi duyguya nasıl alan açtığımız ve duyguyu nasıl karşıladığımız da ailemizden öğrendiğimiz ve aile içerisindeki deneyimsellikle edindiğimiz bir bilgidir. Bir duyguyu bastırmak veya yok saymak, o duygunun kendisini daha da güçlü bir şekilde hatırlatmasına sebep olabilir ve psikolojik olarak zorlanmaya yol açabilir. Duygulara alan açabilmek, duyguların yerinde ve sağlıklı deneyimlenebilmesini destekler. Duygumuza alan açmadığımız takdirde, aynı duygu ileride farklı bir zamanda ve hiç beklemediğimiz bir olayda tekrar kendisini daha yoğun bir şiddette hatırlatabilir.
Eğer duyguları tanımlamakta veya onlara alan açmakta zorlanıyorsak şu soruları kendimize yöneltebiliriz: “Şu an kendimi nasıl hissediyorum?”, “Duyguma eşlik eden farklı duygular var mı?”, “Bu duygu bana tanıdık geliyor mu?”, “Bu duygu, bedenimi nasıl hissettiriyor?”. Unutmayalım, her duygu bizler için var ve deneyimlenmek üzere kendisini hissettiriyor. Duygunun içinde kalabilmek ve içinden geçebilmek çok insani ve gerekli bir deneyim, çünkü duygular ihtiyaçlarımızı gösteren bir pusula gibidir. Duygulara alan açmamak demek; kendi ihtiyaçlarımızı fark edememek veya önceleyememek demektir!
Zihinde beliren düşünceler, hissedilen duygular kişi tarafından her zaman fark edilemeyebiliyor. Bu noktada; anda kalabilmek, şimdiki ana odaklanabilmek için “mindfulness” (bilinçli farkındalık) pratikleri faydalı oluyor mu?
Bilinçli farkındalık egzersizleri özellikle günümüz yaşantısında daha da önemli bir yerde bulunmakta, çünkü şehir yaşantısını sürdürürken, günlük yaşam temposunda şu anda olduğumuzu fark edebilmek ve hissedebilmek oldukça zor. Şehir yaşantısında zihnimizin daha ön planda olduğu bir yaşantı sürmekteyiz ve bu düzen, biraz da bedenimizden kopuşu getirebiliyor ve bedenimizle olan bağımızın zayıflamasına yol açabiliyor. Bedenimiz kendini şu anda hissedemiyor olabilir. Zihin ve bedenin bağlantısının zayıflaması, ileri vadede kendimize yabancılaşmaya sebep olabilir. Bilinçli farkındalık egzersizlerini rutinimize almak, kendi bütünselliğimizi korumamızı destekleyecektir.
“Mindfulness”ta içsel ve dışsal kaynakların farkına varılmasının öneminden bahseder misiniz?
Her birimiz iyi oluş hâlini deneyimlerken kaynaklarımızdan yararlanırız. Kaynaklarımız kendi içerisinde dışsal ve içsel olarak ayrışır. Kaynak, bazen bir müzik veya kişi olabilirken, bazen de geçmişten bir anımız olabilir. Bu noktada kaynaklar içsel ve dışsal olarak ayrışır. Kaynaklarımız geçmişe, şu ana veya geleceğe ait olabilir. Kaynaklarımızı kendimize hatırlatabilmek için kaynaklarımızın neler olduğunu listelemek iyi bir egzersiz olabiliyor. Peki, kaynaklarımız neden bu kadar önemli? Kaynaklarımız bizi güvende hissettirerek sinir sistemimizi yatıştırır ve anda kalabilme deneyimimizi olumlu yönde destekler. Güvende hissedemediğimiz takdirde anda kalabilmemiz güçleşebilir. Kaynaklarımızı fark etmek, hatırlamak ve kendimize sunabilmek duygusal durumumuzun dengede kalabilmesini ve motivasyonumuzu koruyabilmemizi destekler.
Yaşanan olayları bazen zihin unutur ancak, beden hatırlatır. Fiziki semptomların zihin kaynaklı olduğunun ayrımı nasıl yapılıyor? Bu noktada çalışmalarınızı nasıl yürütüyorsunuz?
İnsan biyopsikososyal ve kompleks bir varlık. Freud’un “Bedenimizi hasta eden, ruhumuzun baskısıdır.” sözü aslında psikosomatik bakış açısını çok net özetler niteliktedir. Psikolojik olarak deneyimlediğimiz süreçler direkt olarak bedenimize yansır ve bedende kodlanır. Psikolojik olarak deneyimlediğimiz zorlu süreç bastırıldığında veya yok sayıldığında, beden sinyaller vermeye başlayabilir. Buna örnek olarak şunu söyleyebilirim; psikolojik olarak zorlandığımız dönemlerde bağışıklığımız düşebilir, bedenimizi normalden daha yorgun hissedebiliriz, bedenimizde belli bölgelerde yoğunluk veya daha farklı duyumsamalar hissedebiliriz. Sonraki süreçlerde, deneyimlediğimiz zorluğu unutsak bile beden bu duygunun ve deneyimin kaydını taşır ve benzer bedensel süreçler tekrar deneyimlenebilir. Literatürde bu bilgi “Beden hafızası veya somatik hafıza” olarak yer alır. Beden hafızası hatırlar ve hatırlatır.
Seanslarda ilk etapta, bahsedilen bedensel semptom ile ilgili tıbbi bir tetkik yapılıp yapılmadığını sormayı önemli buluyorum. Sonraki süreçte bedene dair sorularla ilerleyerek, bedensel semptomun danışana tanıdık olup olmadığını, semptomun ne zamanlar kendisini daha fazla hissettirdiğini ve nasıl bir sıklıkla kendisini hissettirdiğini sorarak semptomu derinlemesine ele almaktayım. Süreçte bedensel semptomu takip etmek, semptomun neden ortaya çıktığını anlamlandırmayı sağlar.