Kadınların Elçisi: Feyza Altun
Kadın hakları denildiğinde akla gelen ilk isimlerden biri olan başarılı Avukat Feyza Altun, İstanbul Sözleşmesi ve kadına yönelik uygulanan şiddet hakkındaki düşüncelerini MAG okurları ile paylaştı
Sizi sadece avukat kimliğinizle değil, özellikle kadın hakları konusundaki duruşunuzla da tanıyoruz. Biraz kendinizden bahseder misiniz?
Ben hep dünyaya ilgili bir çocuktum. Soru soran, merak eden, çok konuşan ve fikir belirtmeyi seven bir çocuktum. İlkokuldan beri hep avukat olmayı istedim. Başka bir meslek hayal etmedim. Ben de her zaman bilinçli bir birey değildim. Hayat tecrübelerim, mesleki deneyimim ve özel hayatımda yaşadıklarım beni bugünkü noktaya getirdi.
Kadına karşı şiddeti sadece fiziksel şiddetle sınırlandırmayarak her yönüyle ele alıyorsunuz. Bu anlamda kadına şiddeti ve hukukumuzdaki yerini değerlendirebilir misiniz?
Ülkemizde şiddet denilince, önce fiziksel şiddet düşünülüyor. Çünkü fiziksel şiddet gözle görünüyor ve kolay ispat edilebiliyor. Ancak ekonomik, psikolojik, cinsel ve dijital şiddetin ispatı daha zor ve etkisi uzun zamana yayılan şiddet türleri. Üzüldüğüm nokta, çocukluğumuzdan bu yana kimi zaman anne ve babamızdan kimi zaman ilk aşkımızdan, komşumuzdan, öğretmenimizden; çocuğu önemsemeyen, susması, dinlemesi ve azarlanması gereken varlıklar olarak gördüğümüz için bu davranış biçimini içselleştiriyoruz. İkili ilişkilerimizde de, partnerlerimiz böyle davrandığında çoğu zaman duygusal şiddeti fark etmiyoruz bile. Örnek vermek gerekirse; şaka amaçlı da olsa fareden korkan bir kadının çalışma masasına, fare oyuncağı koymak ya da sabah uyandığında televizyonda fare belgeseli açmak, bunlar duygusal şiddettir. Aşağılama, küçümseme, hor görme bunları zaten saymıyorum bile.
Ekonomik şiddete örnek olarak ise ekonomik özgürlüğü olmayan birine kısıtlı bir para verip mutfak alışverişinin bu parayla tamamlamasını istemek ya da neden her şey tam değil diye o kişiyi azarlamak gösterilebilir, bu içerisinde duygusal şiddeti de barındırır.
Dijital şiddet ise, sosyal medyanın hayatımızda yer etmeye başlamasıyla kullanılan bir kavram. Çiftlerin birbirlerinin paylaşımlarına, beğenilerine ve takip ettiklerine karışması şeklinde özetlenebilir.
Son dönemde İstanbul Sözleşmesi’ni çokça konuşuyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nin önemine dair neler söylemek istersiniz?
İstanbul Sözleşmesi; imzacı devletlere, kadına karşı şiddet ile ilgili ciddi önlemler almasını buyuran bir sözleşmedir. Kamu görevlilerinin eğitilmesi ve devletin gerçekçi, uygulanabilir çalışmalarla kadınların ya da cinsel yönelimi farklı olanların, ayrımcılığa ve şiddete uğramaması için koruma yöntemleri belirlemesini öngörür.
Maalesef, ülkemizde sözleşme uygulanmıyor. İstanbul Sözleşmesi uygulansa ve devlet bu sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirse kadınlar ölmez, katiller sokakta gezmez ve kadınlar, adliyeler yerine sosyal medyada adalet aramaz. O anlamda bu sözleşmede, imza çekilmesine yönelik yapılan sözde çalışmalar tamamen bağnaz ve kadın düşmanları tarafından yürütülen çalışmalardır. Bu ülkenin kadınları olarak canımızı dişimize takmalı ve bunun karşısında durmalıyız.
Şiddet gören bir kadın ilk etapta neler yapmalı,
nerelere başvurmalı?
Öncelikle darp raporu alması gerekir. Hastanelerde polisler vardır. Hekimden, polisi çağırmasını istemeli ve şikâyetçi olmalı. Yani, şiddet gören kadın o an hastanede hem raporunu alıp hem şikâyetini yapabilir. Polise ya da savcılığa şikâyette bulunabilir. Şiddetin ya da işlenen suçun niteliği, olaya göre değişeceğinden her zaman bir avukata başvurmalarını tavsiye ederim. Maddi olarak imkânları yoksa baroların adli yardım ve CMK bürolarına başvurabilirler.
Kadınlarla ilgili olumsuz klişelerin, medya içeriklerinde yoğun bir şekilde servis edildiğini görüyoruz. (Temizlik ürünü reklamında kadın oynaması, araba reklamında şoförün erkek olması; dizilerde kadının pasif ve şiddet gören rolünde olması gibi) Kadına bakışta medyanın rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence, artık sosyal medyadaki farkındalığın artması ve kadınların bilinçlenmesi ile bazı şeyler eskisi gibi yürümüyor. Cinsiyetçi reklamlar, söylemler tepki görüyor ve ürünler boykot ediliyor. O nedenle firmaların, buna artık dikkat ettiğini düşünüyorum ama yine de “ev işini kadın yapar” düşüncesi devam ediyor. İnşallah firmalar, bizim bunlara tok olduğumuzu anlar ve daha yaratıcı reklamlara imza atarlar.
Kadına yönelik iş hayatındaki cam tavanlar ve olumsuz tutumlar/yaptırımlar nelerdir, nasıl önlenebilir?
Kadına karşı var olan sorunun evrensel niteliği
hakkında neler söylemek istersiniz?
İş hayatında, kadın- erkek arasındaki fırsat eşitliğinin aynı seviyeye gelmesi için bence yıllar var. Mesela farklı maaş ya da terfi alınacağı zaman erkeklerin tercih edilmesi, kadınların ise anne olduğu için anneliğinin, kariyeri engelleyen bir etken olarak görülmesi sebepleriyle, iş hayatında oluşan eşitsizliklerin düzelmesi, toplumsal ve sosyolojik bir dönüşüm gerektiriyor.
Bu sadece ülkemizde var olan bir sorun değil, tüm dünyada şu an bu tartışılıyor. İran’da kadınlar zorunlu başörtüsüne karşı mücadele veriyor. Her ülke, kendi kültürel, dinsel ve toplumsal yapısına göre belirgin sorunlarla mücadele ediyor.
“Sınırda Üç Kadın” bu sene raflardaki yerini aldı ve büyük beğeni topladı. Kitaplarınız ve yazarlık kariyeriniz hakkında ayrı bir parantez açabilir miyiz?
Yazmayı her zaman sevdim, ilkokulda kompozisyon yarışmalarına katılırdım. Her zaman Türkçe ve Edebiyat derslerinde, diğer derslerime göre daha başarılı oldum. Bir şeyler yazmak, fikirleri geleceğe ve başkalarına aktarmak beni hep heyecanlandırmıştır. Çünkü kitaplar kendini anlatmanın ya da bir şeyleri öğrenmenin en güzel yoludur. Bu nedenle yazmaya devam edeceğim.
Bir aktivist olarak kadına karşı olan sorunun yanında çocuk hakları ile de ilgilisiniz ve çocuklar için İnsan Hakları ve Demokrasi serisi hazırladınız, bu çalışmadan bahseder misiniz?
Özellikle kendi oğlumla kitap okurken, bazı kitapların bir şey anlatmadığını fark ettim. Çocuklar; bir sürü kavramı bilmiyor, anlamak istiyor, bazen anne babanın dili dönmüyor, vakti olmuyor ya da kelimeleri indirgeyip aktaramayabiliyor. Biz evde sürekli hukuk ve siyaset konuştuğumuz için oğlum hep sorar ve ben kavramları, olduğu biçimde ona açıklarım. Gözlemlediğim kadarıyla, her ne kadar açıklamayı kafasında tam oturtamasa da onu tatmin ediyor. Sonra kendime, “ben neden böyle bir seri yazmayayım” dedim. Birçok kavramı, çocuklara anlayacakları şekilde, hikâyeler ve tatlı resimlerle anlatmak daha doğru diye düşündüm. Hukuk, kanun, anayasa, demokrasi, referandum, seçim, oy hakkı, laiklik, vatandaşlık ve ülke gibi birçok kavram üzerinde şu an çalışıyorum. Tüm ebeveynlerin keyifle okumasını dilerim.