Hikmet Çetinkaya ile Evde Sanat
Röportaj: Siret Uyanık
Yurt içinde ve yurt dışında açtığı sayısız sergiyle Türk resim sanatının en üretken isimlerinden biri olan Hikmet Çetinkaya, içerisinde bulunduğumuz zorlu dönemlerin sanatına kattıklarıyla ufuktaki projelerine odaklanarak yoluna devam ediyor.
Pandemi nedeniyle geçirdiğimiz olağanüstü izolasyon süreciyle ilgili düşüncelerinizi ve sizin bu dönemi nasıl geçirdiğinizi öğrenebilir miyiz?
Bu salgın, virüs her yerde aynı endişeyi barındırıyordu. Korku ve karşılığında korunma. Dünyadaki gelişmişlik, silah sanayi, endüstrileşme, zenginlik hiç farketmiyor; herkesi eşit şekilde etkiliyordu.
Virüs adaletliydi, eşitlikten yanaydı. Irk, din, dil ayrımı yapmıyordu. Bütün bütün insanlar aynı tesviye üzerinde buluşmuştu. Sırf bu bile bir sanat insanı için beyninde fırtınalar kopartabilirdi. Film, tiyatro, edebiyat, resim heykel gibi alanlarda uğraş verenler için bir fırsat.
İnsanların yüzlerindeki o korku vardı ya; hele o endişe; ne olacaktı bundan sonra, nasıl bir yaşam bekliyordu insanoğlunu. Birçok insan bunun üzerine teoriler üretti. Sosyal medya inanılmaz takipçi topladı. Birden bire gündeme geldi. Adeta yaşantımızın bir parçası oldu.
Diğer taraftan sanatçılar kendisi ile baş başa kaldı. Kendisini, neler yaptığını ve neler yapacağını düşündü. Kendisini sorguladı, derin bir nefes aldı. Durdu ve düşünmeye başladı.
Beyninde fırtınalar koptu adeta. Bolca araştırmalar yaptı, kitaplar okudu, müzeler sanal ortamda gezildi, müzik dinlendi, şiirler okundu…
Sanat insanı aniden durdu ve düşündü, kendisini sorguladı. “Ben ne yapıyorum, ne yapacağım?” Bunun cevabını ileriki günlerde ürettiğimiz eserlerde göreceğiz.
Bu salgın ve virüs nedeniyle bir eksikliğimiz daha gün yüzüne çıktı, farkına varıldı. Güzel sanatlar, insan için sosyalleşmenin ilk adımıdır. Biz bunu yıllardır söylüyorduk, kimse bizi ciddiye almıyordu. İnsanlar evlerine kapanınca, kendileri ile yüzleştiklerinde hiçbir hobilerinin olmadığının farkına vardılar. Yaşam sadece sabah kalkıp işe gitmek, işten eve dönüp yemek yedikten sonra televizyonun karşısında esir olmak değilmiş. Asosyallikten çıkıp sosyal bir varlık olmak gerekiyormuş. Bunun için de resimle, boyalarla, renklerle uğraşmak gerekiyormuş. İşte bunun eksikliğini farketti insanımız.
Bir hobisi olan için yaşam kolaydır; çünkü sosyal bir varlıktır, üretkendir, kendi kendine yetebilen bir varlıktır. Asosyaller, hiç bir hobisi olmayanlar, üretmeyenler, çabalamayanlar; sorun sizde. İşte bu sorunu virüs sayesinde öğrendiniz. Şimdi ne yapmanız lazım biliyor musunuz? Normal yaşama döndüğümüzde resim, müzik, tiyatro, yazarlık, fotoğrafçılık; yani hobi kursları sizleri bekliyor.
Ben bu salgın günlerini ailemle beraber Toronto’da geçiriyorum. Bolca geziyorum, okuyorum, araştırıyorum, müzik dinliyorum; etrafımı gözlemliyorum. Sanatla barajımı dolduruyorum. Günü geldiğinde üretime, enerjiye dönüşecek.
Türkiye’de sokağa çıkma yasağı var. Maskesiz dışarı çıkılmıyor, yurt dışından gelenler zorunlu 14 günlük karantinaya alınıyor, belirli yaş üstü uzun süreli dışarı çıkamıyor. Kanada’da durum nasıl dersiniz? Toplum üzerinde böyle bir zorunluluk yok. Maskesiz çıkmamak, dışarı çıkmamak, gezmemek gibi yasaklar yok. Her insan kendi kendini denetliyor, önlemini alıyor. Karantina mı? kendi evinde kendi kendini kontrol ediyorsun. Ayrıca şöyle bir bilinç var burada. Bu virüs uzun süre hayatımızda olacak, beraber yaşayacağız. Vücudumuzu virüse karşı dayanıklı hale getirmemiz, direnç göstermemiz gerekiyor. Bünyemiz bu virüs ile savaşır hale gelmeli, bağışıklığımızı artırmalıyız. Düzgün beslenmeliyiz, dinlenmeliyiz, sosyal yaşantımızı sürdürmeliyiz. Psikolojimiz yerinde olmalı ve her yönden sağlıklı olmalıyız. Bunun için para mı gerekli, sorun değil, her insanın normal ihtiyaçlarına yetecek kadar iyi bir çek, posta kutusuna devlet tarafından gönderiliyor. Bankamatikten çekebilirsin. Sıraya girmene, bir yere gitmene gerek yok. Miktarı mı? Oldukça fazla, bizdeki bir memurun 2 yıllık getirisine eş değer neredeyse. Kanada’da yaşayan her Kanada vatandaşı bu haktan yararlanabilir.
Bu dönemde ürettiğiniz eserlerden bahsedebilir misiniz?
ArtAnkara Sanat Fuarı’na bu dönem virüs, salgın; toplu alanlarda bulunmayın, dışarı çıkmayın, sarılmayın gibi yasaklar damgasını vurdu. Fuarın bittiği gün bu tür söylemler tavan yaptı. Her sektör gibi sanat sektörü de etkilendi bu durumdan. Fakat sanatçının yaratıcı gücü her zaman durumu lehine çevirmeyi başarmıştır. Sanatçılar; zor durumların, çıkmazların insanıdır adeta.
Fuar bitimi Kanada’ya dönmeyi planlıyordum. Ama olmadı. Bir süre önce bir inşaat firması için 14 metre uzunluğunda, yüksekliği 120 santimetre ile 7 metre arasında değişen boyutlarda resim yapmam istenmişti. Ertelemiştim bu projeyi, çünkü bu boyuttaki bir çalışmayı yapabilecek uygun ortam yoktu. İşte bu salgın, virüs olayı, patlak verince bu projeyi raftan indirdim ve kimsenin olmadığı atölyem sadece bana kaldı. Ankara’daki atölyemin bütün duvarları benimdi.
Sokağa çıkma yasağında bile atölyede kaldım günlerce çalıştım. Sonuçta dev çalışmayı bitirdim. Çalışmayı bitirdiğim günün akşamı, inşaat firması yetkililerine eserimi sundum. Çok beğendiler.
Aynı gece, eşim Oytun ve küçük oğlum Doruk’u aldım; Ankara’dan İstanbul’a Havaalanı’na bir araçla geldim. Daha önce tarihi günü herşeyi programlanmış bir yolculuktu bu. Günler öncesinden Kanada ile yazışmalarımız sürüyordu. Kanada’nın İstanbul’a gönderdiği özel bir uçak vardı. Uçağa bindik ve Kanada-Toronto’ya, evimize geldik.
Ben bu salgını, virüsü olumlu hale çevirip yeni projeler kafamda oluşturdum. Bir süre sonra Türkiye’ye döneceğim, çantamda çok güzel projeler sürprizler var.
Gelecek günlere ilişkin mesajlarınızı bize anlatabilir misiniz?
Uzaklardan güzel ülkeme, Atatürk gençliğine, sanat dostlarıma kucak dolusu sımsıcak selamlar.
Paletimizdeki boya, fırçamızdaki renk kurumasın.
Sevgiyle kalın…