Ekrem Kahraman ile Evde Sanat
Röportaj: Siret Uyanık
Güçlü üslubu ve sanatçı kimliğiyle sanat camiasının önemli duayenlerinden olan Şair, Yazar ve Ressam Ekrem Kahraman, tarihin tekerrürleri arasında geçirdiğimiz bu değişimin doğasına ve geleceğe erişmek için önümüzde yer alan belirsiz yola vurgu yapıyor.
Pandemi nedeniyle geçirdiğimiz olağanüstü izolasyon süreciyle ilgili düşüncelerinizi ve sizin bu dönemi nasıl geçirdiğinizi öğrenebilir miyiz?
Dediler ki: Hayat eve sığar! Hayat gerçekten de eve sığar mı, ya da sığdırılabilir mi? Sanmam. Ama sanırım “ev” denilen mahrem “in”e bir süre daha sığınabiliriz. Zaten de öyle oluyor.
Çünkü biliyorsunuz ki hayat ananın olmazsa olmaz, başka başka vazgeçilmezleri var: Nefes almak, yapmak, üretmek, görmek, açık havaya çıkmak, yeniden yeniden sentezlemek…
Fakat bu süreçte çok azımızın farkında olduğu başka bir durumla karşılaştık: İnsanların eve tıkılarak terk ettikleri her alanı, dünyanın her tarafında yaban hayvanlarının ele geçirdikleri görüldü. Kangurular, ayılar, kaplanlar, tilkiler, timsahlar, geyikler, filler, su samurları, arslanlar, penguenler, su aygırları, sığır ve fil sürüleri, ceylanlar, yaban keçileri, çakallar, yaban domuzları, yaban keçileri, pumalar, geyikler, fok balıkları…
Çünkü biz ne düşünürsek düşünelim, doğal hayat devam ediyor. Doğadaki “yeni” ve uygarlaşmış akıllı biz insanlar olduğumuz için, diğer canlılar gibi bizler de kendi varlığımızı koruyup yaşamak için kaçıp inlerimize sığınmaya çalışıyoruz.
Kuşkusuz ki; ne dünya, ne insanlık böylesi bir bela ile ilk kez karşılaşmadı. Daha neleri gördü, neleri yaşadı! Yaşamakla da kalmadı. Bazen yaşadıklarını, bazen de sığındığı yerlerin ve sürenin olanaklarını kullanarak tarihsel eserler ortaya koydu.
Yazılanlara göre William Shakespeare, 1600’lü yılların başlarında ve kariyerinin henüz ilk basamaklarındayken İngiltere’de veba salgını baş gösterdiğinde, mecburen evine sığınarak o süreci “Kral Lear”, “Macbeth” ve “Antonius ve Kleopatra” gibi eserleri kaleme alarak geçirdi.
Ressam Edvard Munch ise, 1918-1920 yılları arasında 50 milyondan fazla kişinin canına mal olduğu söylenen İspanyol Gribi nedeniyle mahsur kaldığı Norveç’teki evinde zamanını bir artıya çevirerek resimler yapmaya devam etti. Hatta bizzat yakalandığı salgın hastalık sırasında hasta yatağının önünde kendi oto portresini resmetti.
Yine Floransalı yazar ve şair Giovanni Boccaccio da vebanın kurbanlarından biriydi. Salgında hem babası, hem de üvey annesini kaybecek; kendisi ise kentten kaçıp Toskana kırsalında bir mekana sığınarak orada bilinen en büyük eseri, ünlü “Decameron”u yazacaktır. Zaten bilindiği üzere Decameron da, veba salgını sırasında aynı evde yaşamak zorunda kalan on kadar sığıntı insanın vakit geçirmek için birbirine anlattığı toplam yüz öyküden oluşmaktadır.
Bu dönemde ürettiğiniz eserlerden bahsedebilir misiniz?
Bir sanatçı olarak Ekrem Kahraman da bu süreci benzer biçimde geçiriyor. Her ne kadar evde büyük boyutlu işler yapamasa da; bir yandan sonbaharda İstanbul’da açmayı düşündüğü “Gılgamışın Yaprakları – 2” başlıklı yeni sergisi için çalışırken, diğer yandan da dört yıldır yazmayı sürdürdüğü ve bir tür “Ekrem Kahraman Destanı” da sayılabilecek tek bir şiirden oluşan “Hatırlama ve Söyleme Zamanları” isimli 1300 sayfalık kitabını yayına hazırlıyor.
Öte yandan doğduğu kent Tarsus’ta içine Mersin, Adana (Çukurova), Antakya (Hatay) ile Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerini de dahil ettiği ve Türkiye’nin gerçek anlamda uluslararası ilk çağdaş sanatlar müzesinin çalışmalarını yürütüyor.
Gelecek günlere ilişkin mesajlarınızı bize anlatabilir misiniz?
“Gelecek” kavramı üzerine çalışmalar yapan gelecek araştırmacısı, Avusturyalı Matthias Horx yakın zamanda konuyla ilgili bir yazı yayımladı. Korona süreciyle ilgili kendisine sıklıkla “Ne zaman son bulur?’’, “Her şey ne zaman eski haline döner?’’ gibi sorular sorulduğunda şöyle cevap verdiğini yazıyor Horx: “Hiçbir zaman! Bazı tarihi anlar vardır, bu anlarda geleceğin akışı yön değiştirir. Biz bu anlara ‘yol ayrımı’ ya da derin kriz dönemleri diyoruz. Yani tam da şu anda olduğu gibi… Bildiğimiz biçimiyle dünya dönüşüme uğruyor. Ama ardından gelen ve oluşmakta olan yeni bir dünya var ve bizler bu dünyanın yapısını ancak tahmin edebiliyoruz. (…) Biz buna ‘tersten tahmin’ diyoruz. Fakat tahmin edilenin aksine, ‘geleceğe’ bu teknikle bakmıyoruz. Gelecekten bugüne bakıyoruz…”
Doğal olarak her şey ana rahminden gelen kanlı suyun arasında ve çok karışıkmış gibi görünüyor! Piyasa ve küreselleşme mekanizmalarının aşırılaştırılması sonucu her şey giderek zıvanadan çıkmış görünüyor. Bu yüzden de sözde kültür ve saltanatlarından yanık kokuları çıkmaktadır artık!
O yüzden de kesinlikle bütün düşünce, sanat, kültür, toplum, birey, sanatçı, sanat izleyicisi, galerici, koleksiyoner, sanat piyasası vb. arasındaki eski ilişki biçimleri yeni döneme uygun olarak yeniden biçimlenecek! Fakat unutulmasın ki bu saptama yalnızca bir öngörü.
Aklını başına toplayıp da geliyor olana uyananlar ve tedbirler geliştirip uygulayanlar, yollarında sağlıklı bir biçimde ilerlerler; yeni yeni yollar, yöntemler, bulup her şeyi yeniden kurarlar.
Uymayanlar, direnmeyenler, yeni yeni yollar yöntemler bulmayanlar ise bir süre daha debelenirler ve elbette hiç ummadıkları bir noktada, beklendiği gibi yıkılıp giderler o kadar…