Ekranların Sevilen Yüzü Oylum Talu
Televizyon programları ile tanıdığımız, başarılı sunucu, ekranların sevilen, sempatik yüzü Oylum Talu; hafta sonu programı ile kahvaltılarımıza konuk oluyor. Kendisiyle yeni evi TV8’den konukları ile olan samimiyeti, kıyafet tercihlerinden özel yaşamına kadar olan renkli bir sohbet gerçekleştirdik.
Sizi hafta sonu programlarınız ile tanıyoruz, TV programı nasıl gidiyor?
Çok güzel, çok keyifli gidiyor, her şey yolunda… TV8’den çok memnunum, sabah yayın yapmaktan memnunum, hafta sonu yayın yapmaktan daha da memnunum.
Hafta sonu daha mı kolay oluyor?
Benim için daha kolay daha az insan var daha az karmaşa var… Hafta içi gündem yoğunluğu insanı çok yoruyor fakat hafta sonuna posası kalmış oluyor. Biz de o posa üzerinden daha keyifli bir şekilde yayın yapıyoruz.
İlginç konuklarla hoş sohbetler geçirdiğiniz programınıza konukları davet ederken seçiminiz neye göre oluyor?
Hem gündemde olması, o sırada bir albüm çıkarması, bir kitap çıkarması, yeni bir resim sergisi açması gibi kriterler olabiliyor. Ya da aslında gündemden çok uzak ama söyleyecek şeyleri olan insanlarla tanıştırmak istediğim konuklar olabilir, ki bu ikinci grup beni daha çok memnun ediyor.
Bir röportajınızda kadınların dostluğuna inanmıyorum demişsiniz, bu kanıya nereden vardınız?
Kadınların dostluğuna inanmıyorum. Benim çok arkadaşım, çok fazla tanıdığım var ama aslında dostluk kavramının sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. İnsanların birbirine sırlarını söylemesi sonra o sırların başkaları tarafından duyulması; “söyle sırrını dostuna dostunun da dostu vardır o da söyler dostuna” gibi bir gerçek var. Yoksa benim dostlarımın tümü kadın, kadından başka dostum yok benim. Erkeklerle arkadaşlık kurabilen biri değilim ben.
Teyzeniz Türkiye’nin ilk kadın gazetecilerinden biri hiç gazetecilik yapmayı düşünmediniz mi?
Aslında bir şekilde gazetecilik yapıyoruz. Çünkü bu da bir televizyon gazeteciliği. Televizyon ve gazetecilik çok birbirine girmiş konular. Gazetecilik, yazılı basın ya da televizyonda basın olmak aslında çok da farklı değil birbirinden. Zaten iş kolunda hepimiz gazeteci olarak geçiyoruz.
Medyanın içinde olmanıza rağmen gündemden uzak duruyorsunuz bunun özel bir sebebi var mı?
Çünkü gündem beni yoruyor bir de gündemde olmak için insanların çok gereksiz çaba sarf ettiğini görüyorum. Bu çabayı sarf edecek ne gücüm, ne zamanım, ne de isteğim var. Gündemde olursanız aynı ölçüde acı çekersiniz çünkü gündem sizi çok sert bir şekilde yargılıyor ve istediği, kendi baktığı gözlüğü ile ortaya çıkartıyor. Bu da sizi çok farklı tanıtabiliyor yani olmadığınız biri gibi gösterebiliyor ki ben de bundan pek hoşlanmam.
Geçtiğimiz yıl “Kayıp Yüzyılın Prensesi Oylum” ismi ile sizin için bir kitap yazıldı. Adınıza bir kitap yazılması nasıl bir duygu?
Müthiş bir duygu; bu duygu herhalde hiç bir zaman geçmez. Audry Hepburn’e, Grace Kelly, Liz Taylor’a nasip olmuşken bana da nasip oldu. Fakat ben bu isimler kadar dünyada ve hatta Türkiye’de tanınan biri değilim.
Herkesin hep eleştirilen bir tarafı var Türkiye’de…
Tabi ki. Zaten eleştirilsin de, onunla ilgili hiç bir problem yok. Ama tabii bu kitap benim torunlarıma hatta torunlarımın çocuklarına, nesillere aktarabileceğim çok büyük bir onur.
Oylum Talu’nun bir günü nasıl geçer? Gün içinde neler yapıyorsunuz?
Günlerim oldukça yoğun geçiyor. Ben öyle çok fazla çalışayım, her şeyi yapayım, onun ardından onu yapayım diyen tarzda biri değilim. Dinlenmeyi ve uyumayı çok seviyorum o yüzden bana biraz zor geliyor. Hafta içi ders veriyorum, Doğa Koleji’nde lise birinci sınıflara İnsan Kaynakları dersi veriyorum. Uğur Dündar ve Müjdat Gezen Okulları’nda röportaj teknikleri dersi veriyorum. Bu programın hazırlığı çok yoğun oluyor. Pazartesi karşı tarafta Uğur Dündar’da ders veriyorum, Salı bu programın toplantısı var, Çarşamba günü tüm gün Bahçeşehir Doğa Koleji’ndeyim zaten, Perşembe tekrar toplantı, Cuma programa hazırlık, Cumartesi ve pazar program ve beni bu yoğunluktan daha ziyade düşünce yoruyor. Ne yapabiliriz programı nasıl daha eğlenceli hale getirebiliriz, nasıl eğlenebiliriz diye düşünmek yorabiliyor.
Bu zarif ve fit beden yoğun yaşamdan dolayı demek…
Aman efendim teşekkür ederim sağ olun…
Spor yapıyor musunuz?
Hiç yapmıyorum hatta kolumu bile kıpırdatmıyorum çünkü spordan hiç hoşlanmıyorum. Spor çok monoton bir şey gibi geliyor bana. Şimdi spor severler bana kızmasınlar ama hiç benim tarzım değil kardio aletinin üstüne çıkıp da kırk dakika orada koşayım, terleyeyim sonrada saunaya gireyim ohh… Rahat edeyim hiç benlik değil. Ben zaten hayatın içinde koşturmayla spor yapıyorum.
Biraz da moda. Ekrandaki kıyafetleriniz izleyenler tarafından merak ediliyor… Kıyafetleriniz kendi tercihiniz mi?
Kıyafetlerimi ben seçiyorum. Birlikte çalıştığım 3-4 tane marka var, bu markalara gidiyorum, onlardan bakıyorum. Bu güzel, bu değil, hadi şunu giyeyim, şunu şununla kombinleyim diyerek tercihlerimi yapıyorum.
Gerek duruşunuz gerek başarılarınızla birçok kişi sizi örnek alıyor… Genç televizyonculara ne gibi tavsiyeler vermek istersiniz?
Öğrencilerime hep söylediğim bir şey; biz genç Uğur Dündar’ın ve Müjdat Gezen’in okullarında televizyoncuları yetiştiriyoruz. Diyorum ki sebat etsinler… Hemen spiker olmak, ekran önünde olmak, hemen ünlü olmak, hemen para kazanmak mümkün değil. Önce kendinizi kabul ettireceksiniz. Ki bende aynı yollardan geçtim; muhabirlik yaptım, dışarıda habercilik yaptım, röportajlar, çay taşıma… Hani o klasikleşmiş laf; kablo taşıma hepsini yaptım. Sonra yavaş yavaş hayat sizi götürüyor bir yerlere…
Canlı yayında başınıza gelen en ilginç olay neydi?
Bir sürü şey geliyor çünkü ben çok uzun süre yayındayım üç saat hiç durmadan konuk ağırlıyorum, konuşuyorum, gazete okuyorum, okuduğum haberleri anlatıyorum, üzerine yorum yapıyorum. Çok fazla şey oluyor, çok fazla dil sürçmesi olabiliyor. Mesela bugün Mehmet Ali Birand’ın vefat ettiği bir gündü ama ben üç kere Mehmet Ali Erbil dedim. Canlı yayında böyle şeyler olabiliyor, bunlar işin tadı, tuzu, biberi… İzleyici de bunu o kadar tatlı tolere ediyor ki… Bugün mesela Twitter’a bakıyorum; “Amanın! Oylum Hanım yoksa Mehmet Ali Erbil mi dediniz?” yazmışlar. Çok hoşuma gidiyor, tatlı bir seyirci kesimim var benim. Ama çok fazla şey olabiliyor. Mesela geçtiğimiz günlerde çok tehlikeli bir yazar ağırladık. Ve yazar programımızda kendi fikirlerini dile getirdi; onun yüzünden bir şikayet olmuş. Ardından Cumhuriyet Başsavcısı’na ifade vermeye gittik. Tabii ki hiç bir şey çıkmadı sonunda. Ama bu tip şeyler de olabiliyor. Bunlar da işimizin riskleri.
En son okuduğunuz kitabı sorsak?
En son okuduğum kitap; “Gri’nin Elli Tonu” adlı üçleme kitaplarıydı. Şu anda dünyanın en çok satılanlar listesinde olan “Matilda is Missing “ kitabını okudum. Bu kitap Portekiz’de İspanyol bir ailenin kaybolan kızını anlatıyor. Şu anda İskender Pala’nın yeni çıkan kitabını okuyorum.
Konuklarınızı evinize gelen bir misafir gibi ağırlıyor, elini de boş göndermiyorsunuz… konuklarınızla aranızdaki bu samimiyet nasıl oluşuyor?
Biz misafirin elini boş göndermeyiz. Kitap okusunlar diye kitap hediye ediyoruz kendilerine. Bize gelen her konuğu bir misafir gibi ağırlıyoruz. Çünkü gerçekten bize, ailemize, TV8’e gelen bir misafiri burada acıtmanın, hoşuna gitmeyen bir konuyu açmanın gereği yok diye düşünüyorum. Üzüldüğümüz, canımızı acıtan, mutlu olmadığımız konular hepimizin vardır ve ünlü biriyseniz ne yazık ki bu acıtıcı konular kamu oyuyla paylaşılıyor. Üzerinden zaman geçtikten sonra konuyu tekrar açmanın, yarayı deşmenin bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Programımda daha çok keyifli şeylere yer vermeye çalışıyorum.
Tıpkı bizim dergimiz gibi. Çok keyifli bir dergi MAG…
Aynen öyle MAG dergisini çok seviyorum, çok beğeniyorum. Ankara menşeili bir dergi. Ankara’yı da çok seviyorum. Çok düzenli ve kaliteli bir şehir olduğunu düşünüyorum. İnsanlar birbirlerine daha saygılılar. Belki bürokrat şehri olduğu için, belki siyasetin yürütüldüğü şehir olduğu için insanlar karşısındakine daha saygılı gibi geliyor bana…
Düzen bakımından öyle. Ben de Ankara’ya gittiğimde rahatlıyorum. Ama sonra İstanbul’a geri gelmek istiyorum…
İstanbul ayrı tabi. İstanbul’un taşı altın, suyu pınar, denizi güzel, boğazı harika. İstanbul’a yaşlı ama makyajla güzelleşen bir kadın diyorum ben. Makyajı çok güzel ama arkaya doğru gittiğinde gecekondulaşma, çarpık yapılaşma gibi bütün defoları ortaya çıkartıyor.
Bu güzel sohbet için MAG olarak size çok teşekkür ederiz.
Ben de sizlere teşekkür ediyorum. MAG okurlarına sevgilerimi gönderiyorum, beni kabul ettikleri ve röportajımı okudukları için teşekkür ediyorum.