Büyük Banknot Basmanın Dayanılmaz Hafifliği
Ekonomist, akademisyen ve yazar Prof. Dr. Emre Alkin, ülkelerin büyük banknot basmaktan neden kaçındığına dikkat çekiyor.
Eskiden Türkiye’de sürekli tekrarlanan bir anekdot vardı. Her ne kadar şaka gibi algılansa da içinde çok ciddi gerçeklik payı olan bir yaklaşımdı aslında. Amerikalılar, Almanlar ve Türkler arasındaki farkı anlatırdı. Bu üçlemenin sonunda Türkler yerine Balkanlar, Latin Amerika veya MENA ülkelerinden birini de koysanız şaşmaz bir şekilde içine oturabilir; ancak, Türk olduğum için Türkiye örneği ile yola devam edeceğim.
“Amerikalılar neden korkar?” diye sorsanız, hiç düşünmeden cevap verebilirim: Durgunluk ve resesyondan. Büyük Buhran’dan sonra yaşanan irili ufaklı krizlerde bugüne kadar milyonlarca insan işsiz kalmış ve ellerinde ne varsa, yok pahasına satmışlardır. Amerikalılar bu sebeple “yarın” endişesiyle yaşarlar. Enflasyonla ilgilenmezler. Büyüme hızı ve istihdam odaklıdırlar.
“Almanlar neden korkar?” diye sorarsanız, buna da hemen cevap verebilirim: Enflasyondan. Cumhuriyet’in kuruluşundan sadece iki yıl önce bugünkü dostlarımız Yunanlıları, Sakarya Nehri’nden İzmir’e doğru kovalarken, Almanya hiperenflasyon yaşıyordu. Her saat para basılıyor ve “Reich Mark” Amerikan Doları’na karşı adeta paçavraya dönüşüyordu. Öyle ki, bir ara 1 dolar, 4 trilyon 300 milyar Reich Mark’a eşit hâle geldi. Evimizde anı olsun diye sakladığımız ve üzerinde “50 Milliarden” diye yazan bir banknot vardı. Sonradan öğrendim ki bunlardan bir el arabasına sığan kadarıyla ekmek alınabiliyormuş. Almanlar o gün de, bugün de enflasyondan korkarlar ve para arzındaki genişlemeleri “tehdit” olarak algılarlar.
Peki, Türkler neden korkar? Tabii ki “hiçbir şeyden”, çünkü Türk insanının aklında ya da genlerinde herhangi bir ekonomik kriz ile ilgili hafıza ya da refleks mevcut değildir. Yani unutmuştur, “Hadi gelmiş geçmiş olsun” diye bakılmıştır. Latin Amerika’da da aynı durum yaşanır. Yaşamadıkları kriz kalmamıştır ama hatırlamazlar. Bizim gibi ülkelerde vatandaş sadece bir şeyden çekinir: Gözünü kestirdiği malı başkasının satın almasından. İşte buna dayanamaz, çok üzülür. Hatta bunun için herkesi üzebilir. Bizim gibi ülkelerde kriz budur.
Yüksek enflasyonla mücadele etmek için göreve gelen ekonomi yönetimleri, Almanya örneğinden yola çıkarak büyük banknot basmanın enflasyon yaratacağını düşünürler. Hatta günümüzde Zimbabve doları gibi örnekler vardır ki, bu korkularının temelini oluşturur. Halbuki büyük banknot basmak yüksek enflasyonun sebebi değil sonucudur. Ayrıca İsviçre, Singapur ve Euro Bölgesi belki de en büyük banknotlara sahiptir ama enflasyondan, gelişen ülkeler kadar şikayet etmemektedir. Sözün özü, gelişen ülkelerde büyük banknot basmaya mecbur olmak aslında enflasyonu düşürmede başarısız olan bir yönetimi işaret ettiği için, ekonomi yönetimleri bundan kaçmaya çalışır.
Büyük banknot basmaktan kaçınmanın aynı zamanda kambiyo kontrolüne de yardımcı olduğunu söylemek mümkün, çünkü ulusal parayı büyük banknotlar halinde basınca, bunlarla nakit olarak döviz almak kolaylaşır; çünkü taşıması kolaylaşır. Mesela 1000 İsviçre frangı ya da 500’lük euro ile insanın servetini taşıması daha kolaydır; ancak, önce ulusal parayı bankadan çekmek gerekir ki, bu amaca ulaşılsın. Şimdi sadece Türkiye’deki tecrübeyi anlatarak bile, büyük banknot basmamanın kambiyo kontrolünü nasıl sağladığını anlatacağım.
Türkiye’de bir iş sahibi 100.000 dolar almak isterse bakın neler oluyor: Ekonomi yönetiminin zorlaması sebebiyle normalden 1 TL daha yüksek olan banka kuru sebebiyle bu işlemi elbette serbest piyasada yapmak istiyor. Bunun için önce bankadan TL çekip, döviz bürosuna götürüp orada dolara çevirip sonra tekrar bankaya koyması gerekecek. Dolayısıyla aşağı yukarı 3.5 milyon TL çekmek için bankaya gittiğinde eğer şanslıysa en yüksek banknot olan 200 TL’den kendisine 175 deste verilecek. Tabii desteler tek tek sayılacak. Sonra mecburen orta boy bir bavula koyacak. Eğer 100 TL’lik desteler olursa durum daha da fena tabii. Bu kadar parayı dışarıda bekleyen arabaya götürürken belki de silahlı bir korumayla binecek. Döviz bürosuna gidecek. Tabii bu 175 tane deste önce tek tek sayılacak. Sonra da kendisine yine tek tek sayılarak 10 tane 100 dolarlık deste verilecek. Yani bavulla gelip orta boy bir torbayla çıkacak. Bankaya geri götürecek ve hesaba yatıracak. Yine tek tek sayılacak. Bu işlem en az iki saat civarında sürecek.
Şimdi aynı işlemin 1 milyon dolar ve 10 milyon dolar için yapıldığını düşünelim. Muazzam bir zaman kaybı ve güvenlik riski içeren bu işlemler elbette döviz alım satımı yapmaktan insanı soğutuyor. Hatta imkânsız hâle getiriyor. Tüm bu detaylardan anlaşılıyor ki, sadece enflasyon korkusundan değil, alınan yanlış kararların neticesinde insanlar ulusal paradan dolar ya da euroya dönmesin diye, banknotların 200 TL’den daha yüksek basılmaması ve bankaların döviz alım-satım marjlarının açık olması özellikle düşünülmüş işler.
Halbuki bu işlemler ithalat ya da ihracatçıları zarar ettirmeyecek şekilde bankalardan makul alım-satım marjları ile yapılsa bu kadar cambazlığa gerek kalmaz ancak, ekonomi yönetimlerinin kendileri cambazlık peşinde oldukları için halkı da bu tehlikeli işlere mecbur ediyorlar.
Ulusal paranın en büyük banknotu anlamını yitirirken, daha büyüğünü basmaya direnmeye çalışan tüm ülkelerin ekonomi yönetimlerinin dikkatini çekmek için bu yazıyı yazdım. “Rahmetli de sollardı.” diye bir yazı görmüştüm bir kamyonun arkasında. Özetle, işin yanlış olduğunu anlayana kadar çok geç olmuş.