Kalplere Dokunan Başarılı Güzel
Bir Aile Hikayesi dizisi ile ekranlara geri dönüş yapan ve şimdilerde Lâl Hayal tiyatro oyunu ile yedi farklı kadını tek başına canlandıran başarılı oyuncu Songül Öden ile çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Sanat hayatının yanı sıra özel hayatından da bahseden güzel oyuncu hayvan hakları ve kadına şiddete dair düşüncelerini ve çalışmalarını da anlattı.
Hiç tanımayan birine Songül Öden’i anlatmanız istense neler söylersiniz?
İnsanın kendini anlatması çok zor, yaşa ve kendin gör derim.
‘Bir Aile Hikayesi’ projesiyle uzun bir aradan sonra tekrar ekranlara döndünüz. Canlandırdığınız Reyhan karakteri ile benzerlikleriniz veya yakın çevrenizde benzerlikleri olan biri var mı?
Kararlı, ailesine bağlı, çalışkan oluşu ve anaç yapısı ile benzerlikler gösteriyor olabilirim. Çok yakın bir arkadaşıma benziyor Reyhan.
Dizide sıklıkla geçmişe yolculuk yapılıyor. Gerçek hayatta Songül Öden de geçmişi sık sık anımsar mı?
Eskiden daha çok geçmişi düşünürdüm, artık anda kalmaya çaba sarf ediyorum. Geçmişe çok fazla takılı kalmak bazen büyük bir yük. Adı üstünde geçmiş, yani ne yaparsan yap tamamlanmış.
Gündemimizden ne yazık ki düşmeyen bir konu: Kadına şiddet ve siz de Birleşmiş Milletler’in ‘Kadına Şiddete Hayır’ platformunun gönüllü elçisisiniz. Kalbimize dokunan bu projede hala yer alıyor musunuz? Yeni çalışmalar olacak mı?
Evet sekiz senedir Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ile çalışıyorum. Onların sözcüsüyüm. Mülteciler ve kız çocukları ile ilgili birçok çalışma yapmaya devam ediyoruz. Birleşmiş Milletler ile yaptığım saha çalışmaları, bugün oynadığım tek kişilik Lâl Hayal oyunumu yapmam için ilham oldu. Acıları traji komik bir hikayenin içinde yedi kadına böldük. Sahnede tek beden, yedi kadın var.
Kendi savaşını vermeye çalışan kadınlara neler söylemek istersiniz?
Savaş vermek cümlesinden ziyade, inandıkları her neyse onun arkasından gitmelerini, düş kurmalarını ve arkasından sadık bir arkadaş gibi tutkuyla gitmelerini söylerim. Hayal kurmak, umut etmek kadınlara yol aldırır.
Bildiğimiz kadarıyla uzun zamandır ‘Lâl Hayal’ tiyatro oyunu üzerine çalışıyorsunuz. Bize biraz oyundan bahsedebilir misiniz?
Çoğunluğu kadınlardan oluşan bir ekiple Lâl Hayal oyunu üzerine tam bir buçuk yıl çalıştım. Yazar Sevilay Saral, Müzisyen Diler Özer ile birlikte kolektif bir üretim ekibi kurduk ve bütün süreci doğaçlamalar, tartışmalar ile üretime çevirdik. Ardından bu ekibe Aysel Yıldırım ve Ezel Akay da dahil oldu. Bu süreçte çok şey öğrendim. Lâl Hayal bütün ekip için çok kıymetli bir öğretmendi. Oyun birbirinden farklı yaş ve statüye sahip yedi kadını anlatıyor. Mizahi üslupla trajik olan iç içe geçmiş hikayeler. Bütün oyunu suyun içinde oynuyorum. Oyun için ağıt, modern dans ve farklı şiveler üzerinde çalıştım. Benim için paha biçilemez bir süreçti. Oyunun ilk seyircili provasını Kadınlar Gününde, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ile Bilgi Üniversitesi’nde yaptık. Her karakter düğümü çözmesi için seyirciye bir pusula veriyor, sonunda seyirci verdiğimiz polisiye hikayeyi çözüyor.
Keşke yapmasaydım dediğiniz pişmanlıklarınız var mıdır?
Tabii ki var; fakat sonra dönüp bakınca o keşkelerin beni ben yaptığını görüyorum.
Genel olarak gösterişten uzak, sakin, telaşsız bir görüntünüz var. Hayat koşuşturması içerisinde bu durumu korumak zor olmalı. Günlük yaşantınızda bu durumu korumak için neler yaparsınız?
Kendim gibi olamadığım hiçbir durumun veya topluluğun içinde olmamaya çalışıyorum. Özel hayatımda, kendimle tutarlı bir hayat yaşadığımda her şey biraz daha kolay ve telaşsız oluyor.
Şan eğitimi ve yakın zamanda da bendir eğitimi aldığınızı biliyoruz. Oyuncu olmasaydınız müzikle mi ilgilenmek isterdiniz?
Oyunculuk müziği de kapsadığı için çok şanslıyım. Tiyatro bölümünde önce yarı zamanlı şan okudum. Dil-Tarih’te efsane bir müzik hocamız vardı; bu yıl emekli oldu, Nedim Yıldız. “Şarkı söylemeyen, dans etmeyen oyuncu olmaz.” derdi. Hayatını oyuncuların şarkı söyleyebilmesine adadı. Ayrıca oyunculuk dışında yazmaya, yemek yapmaya ve iç mimariye de merakım var.
Bendir dışında çaldığınız başka enstrüman var mı?
Henüz yok.
Bildiğimiz kadarıyla dans eğitimi almışsınız. Dans etmek özellikle yüksek topukluyla dans etmek nasıl bir duygu?
Okuduğum okulda akrobasi ve dans dersi vardı. Fakat ben okul sonrası da dans eğitimine devam ettim. Dans Fabrika’da Ömer ve Çisil ile çalışıyorum. Gerçekten efsane hocalar. Yüksek topuk dansına Azra Akın ile birlikte gitmiştik. O doğuştan yetenekli dans konusunda. Çok eğlenceli bir süreçti.
Kariyeriniz süresinde birçok ödül aldınız ve almaya devam ediyorsunuz bu başarılarınızı ne borçlusunuz?
İşime tutkuyla bağlı olmaya… Sevdiğin işi yapmak inanılmaz bir ayrıcalık. İnsan sevdiğine vakit harcamak, özenli olmak ister. Her türlü sevgi emek ilişkisinde de karşılığını almak kaçınılmazdır.
Hayvanları çok seviyorsunuz bildiğimiz kadarıyla da Leyla ve Ekrem adında iki kediniz var. Hayvan hakları adına neler yapılabilir bu konuda da çalışmalarınız olacak mı?
Evet hayvanları çok seviyorum, eskiden korkardım onlardan, şimdi dualarım dahil her şeyin içindeler. Aslında üç kedim var: Ekrem, Türkan ve Leyla. Ekrem, Ekrem abinin vefat ettiği sene geldi bana, çok severdim onu. Eşinden izin alıp bu ismi koydum. Çok duygulandı çok sevinirim dedi. Türkan annemin kedisiydi, Leyla ailemize geçen yıl katıldı. Onu da geçen yıl Asos’tan getirdik. Yeni doğmuştu, sahiplendirmek için Hazal Kaya ile İstanbul’a getirdik. Kucağımda dört saat yolculuk yapınca kimselere veremedim onu. İyi ki vermemişim. Hazal’ın ön adı Leyla’dır, yani adı Hazal Ablasından geldi. Hayvanlarla birlikte yaşadığınızda insanın kibrini, “Dünyada benden başka canlı türü yok!” zalimliğini görüyorsunuz. Oysa onlara bakmak bizim boynumuzun borcu. Bu bir mecburiyet çünkü herkes hayvan sevmiyor. Dolayısıyla devlet yasalarının hayvanları, bir insanın zalimliğine ve sevgisizliğine terk etmeyecek güçte olması gerekir. Devletin, vicdani, ahlaki yaptırım gücü olan yasalar getirmesi lazım. Arabamın arkasında hep onlar için mama ve su var ayrıca yardım ettiğim bazı hayvan dernekleri var.
Keşke elimden daha çok şey gelse. Çekim yaptığımız yerlerde çocuklarına hediye alıp sonra sokağa terk edilmiş cins köpekler görüyoruz. Hediye paketi muamelesi görmüş canlar. Zaten yasaların hayvanlar, çocuklar ve kadınlarla ilgili görülen şiddetin önlenmesindeki cılız cesaretini hiçbir zaman anlamayacağım.
Boş zamanlarınızda neler yaparsınız? Vazgeçemediğiniz aktiviteler nelerdir?
Yazmak, okumak, yemek yapmak, hiç görmediğim yerlere gitmek, hiç bilmediğim bir şeyi öğrenmeye çalışmak.
Peki ikili ilişkilerde sizin için önemli olan nedir? Keskin ve net çizgileri olan biri misiniz?
İki kişi arasında kesin, net çizgiler gerilim yaratabilir. Dansa eşlik etmek gibi aslında her türlü ilişki. Tabi benim için bazı şeyler önemlidir; mutlu olmak ve mutlu etmek hiç kuşkusuz… İlişkide şeffaflık, sadakat ve güven olmazsa yükten başka bir şey değildir.
Kalbinizle mantığınız arasında kalsanız önce hangisinin önünü kesersiniz?
Zor bir soru… Yine de ben her şeye rağmen kalbimi dinlerim. Ondan daha iyi bir yol arkadaşı yok.
Herkes mutlaka dinlemeli dediğiniz bir şarkı ve mutlaka okumalı dediğiniz bir kitap var mıdır?
Her zaman birinci sıramda olan kitap: Gabriel García Márquez, “Yüzyıllık Yalnızlık”. Kitap okuma alışkanlığını edinmek isteyenlere de öneri olarak sunabileceğim Nikolay Gogol “Palto”. Kısa bir kitaptır Palto, ancak cebinden Rus Edebiyatı çıkar.
Şarkı ise kalbime değiş biçimine göre değişiyor. Bazen Neşet babanın bir şarkısı, bazen Bohemian Rhapsody, bazen de dilini hiç bilmediğim ama ne söylediğini öğrenmeye ihtiyaç duymadan sevip hissettiğim şarkılar…
Kendinize sık sık hatırlattığınız bir cümle var mı?
Çok şükür…
Sizi en iyi anlatan ülke, şehir neresidir?
Galiba Türkiye.
Sizin bu hayatta olmazsa olmaz dediğiniz şeyler nelerdir?
Şu hayatta olmazsa olmaz olan şey empati ve vicdan… Onlar yoksa insanlık hep yarım, hep eksik.
Dijital dünyanın, sosyal medyanın bu kadar gelişmesi hakkında neler düşünüyorsunuz? Gösteriş yapmanın getirmiş olduğu özenme hali sizce ne durumda?
Dijital dünya hızı ve özgürlüğü bakımından çok etkileyici. Dünyanın bir ucunda saniyeler içinde haksızlığı, yalanı ortaya çıkarabiliyorsunuz veya pozitif bir şeyi saniyeler içinde yayabiliyorsunuz. Andy Warholl “Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak.” demişti, şimdi bu süre 30 saniye. Herkes, her anını hatta en özel anlarını bile halka arz etmiş durumda. Esas tehlike bu mecradan kitleleri etkileyecek nefret söylemi, manipülasyon ve şiddettin yayılıp pazarlanması. n
Kısa Kısa
Hayatınızın süper kahramanı?
Annem, kız kardeşlerim.
En huzur bulduğunuz mekan?
Evim.
En sık tercih ettiğiniz tatil rotanız?
Avrupa’da Akdeniz, Türkiye’de Ege rotası.
En sık kullandığınız kelime?
Lütfen, canım.
Yapmazsam olmaz dediğiniz ritüeliniz?
Uyumadan evvel dua etmek.